Ticari hayatın en temel kuralı, işlerin olağan akışında sürdüğüne dair piyasada güvenin tam olmasıdır. Bir şirketin faaliyetlerinin aksadığı, konkordato ya da iflas sürecine girmek üzere olduğu yönünde bir söylenti bile çıksa, ortada henüz hiçbir hukuki süreç olmasa dahi o şirketin ayakta kalması hayli güçleşir.
Zira böyle bir söylenti, domino etkisi yaratır. Alacaklılar vadeye bakmaksızın alacaklarını talep etmeye başlar, bazıları temkinli davranmak yerine derhal haciz yoluna gider. Eğer bu durum bankalara da yansır ve kredi kuruluşları geri çağırma kararı alırsa, şirketin finansal dengesi tamamen bozulur.
Bu nedenle söylentinin ilk sirayet ettiği yer bankalardır. Bankaların davranışı, piyasadaki herkesin pusulasıdır. Eğer bankalar haciz yoluna gitmişse, şirketin öncelikle bu hacizleri kaldıracak adımları atması gerekir. Gerekirse ek teminat gösterilmeli, piyasanın güveni yeniden tesis edilmelidir.
KAMU OTORİTESİNİN ROLÜ
Bir şirket hakkında ‘mali sıkıntı’ söylentisi yayılınca, bu durum o şirketle iş yapan herkesi etkiler. Şirketten yatırım ya da üretim malı satın alanlar, parasını ödemiş olsalar bile mallarını teslim almakta güçlük yaşayabilir. Çünkü mallar üzerinde haciz bulunabilir ve bu hacizlerin kaldırılması ciddi bir bürokratik engel oluşturabilir.
Eğer söz konusu şirket bir serbest bölgede faaliyet gösteriyorsa, tablo daha da karmaşık hale gelir. Bu durumda malların yurt içine çekilmesi sürecinde hem serbest bölge otoritesi hem de gümrük idaresi devreye girer. Taraflar, olası bir hataya karışmamak için adeta kılı kırk yarar.
Tam da bu noktada, yöneticilik ve kamu sorumluluğu bilinci devreye girer. Ne gereğinden fazla temkinli davranıp süreci tıkamak, ne de ilgisiz kalmak doğru değildir. Kamu otoritesinin görevi, ne bir fazla ne bir eksik-tam olarak mevzuatın öngördüğü ölçüde işlem tesis etmektir. Objektiflik, burada sadece adaletin değil, ekonomik istikrarın da teminatıdır.
Kamu görevlileri böyle dönemlerde, kendi görev alanları dışına taşmadan hareket etmeli; gerekirse ilgili diğer kurumları bilgilendirmeli, ancak işgüzarlığa kaçmadan süreci yürütmelidir. Zira kamu otoritesinin en önemli görevi, şüpheyi büyütmemek, güveni korumaktır.
EKONOMİK POLİTİKALAR VE ŞİRKET DAYANIKLILIĞI
Enflasyonla mücadele dönemlerinde, para politikasının sıkılaştırılmasıyla finansman kaynaklarına erişim zorlaşır. Talebin daraldığı, kredi musluklarının kısıldığı böyle zamanlarda şirketler için ‘nakit yönetimi’ her zamankinden daha kritik hale gelir.
Birçok işletme zarar ettiği için değil, nakit akışını yönetemediği için batar. Gelir-gider dengesi kâğıt üzerinde pozitif görünse bile tahsilatlar geciktiğinde veya krediler geri çağrıldığında işletme çarkı durabilir. Bu nedenle yöneticilerin en çok hatırlaması gereken kural, ‘ayağını yorganına göre uzat’ ilkesidir.
Sıkı para politikaları tek başına batış nedeni değildir; asıl mesele, işletmenin bu ortama uyum sağlayacak finansal disiplini gösterip göstermediğidir. Nakit yönetimini doğru yapan, borçlarını makul vadelerde çevirebilen şirketler bu tür dönemleri daha az hasarla atlatır.
Sonuçta, söylenti bile şirketi zora sokabilir. Güveni korumak, sadece bilançonun değil, itibar ve ilişkilerin de yönetilmesidir. Ekonomideki dalgalanmalar gelir gider tablosunda değil, çoğu zaman güven dengesinde başlar. O denge bir kez bozuldu mu, geri kalanı düzeltmek gerçekten daha da zor olur.