Dünya ekonomisinde 2009 krizi sonrasında halen beklenen büyüme ivmesi yakalanamadı. Hatırlanacağı üzere başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkeler dünya krizinden çıkma konusunda 2009 sonrasında piyasadaki para arzını artırma yolunu seçmişlerdi. Bu, aslında o güne kadar ekonomileri krize giren ülkelere verilen tavsiyeler ile uyuşmayan bir durumdu.
Öteden beri krize giren ülkelere klasik tavsiyeler kemer sıkma ve ek vergiler koyma diye özetleyebileceğimiz bir reçete iken, gelişmiş ülkeler bunların yerine, piyasadaki likiditeyi artırıp, borç ertelemeleri yoluyla piyasayı canlandırmaya çalıştılar. Bu sayede de krizi aşarken normalde krize düşen ülkelerin varlık değerleri ucuzlayıp bu değerler başkaları tarafından alınması gibi bir sonuç olması gerekirken, bu durum tam olarak gelişmiş ekonomiler bakımından söz konusu olmadı. Bunda en önemli neden, gerek ABD doları ve gerekse Euro’nun rezerv para olarak tüm dünyadan talep görüyor olmasıydı. Bu nedenle artan para arzı bu ülkelerde enflasyona neden olmadı. Bu ülkeler ekonomik canlılık paralelinde piyasaya sürdükleri bu paraların bir kısmını geri çekme programı uygulamaya başladılar. Bununla da ekonomide aşırı bir enflasyonist etkiye neden olunmadan piyasanın regüle edilmesi hedefleniyordu.
Bu ülkeler bunun yanında bir de faiz artırımları yolu ile yine ekonomideki regülasyonu devam ettirmek üzere politika tedbirlerini önceden ilan etmişlerdi. Buna örnek olarak ABD Merkez Bankası Fed’in başlattığı faiz artışlarının piyasa gidişatına göre 2019 yılında da en az üç defa ile devam edeceği tüm piyasaların beklentisi halindeydi. Ancak 2019 gelişmekte olan ülke ekonomilerinde beklendiği kadar canlanmanın yaşanmadığının görülmesi ile birlikte, bu faiz artırımı yarışı ve beklentisi yerini ekonomiyi biraz daha hareketlendirmek üzere şimdilik ertelenmiş görünüyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde yapılan Fed toplantısı kararları ile görüldü ki, şimdilik faiz artırımı gündemden çıkmış, belki de duruma göre bir faiz indirimi beklentisi bile söz konusu olabilecek.
Avrupa tarafına bakıldığında da durum çok farklı değil. AB ekonomileri de henüz yeterince toparlanabilmiş değil. Bırakın Yunanistan, İspanya gibi ekonomileri, İtalyan ekonomisi bile daha riskli durumunu koruyor bir halde devam ediyor. Hal böyle olunca da şu anda bütün dünyanın birinci meselesi dünya ekonomisindeki sağlıklı büyüme trendinin tekrar yakalanması hedefi olarak devam ediyor. Gün geçtikçe ülke ekonomileri yerine uluslararası şirketlerin tercihleri daha bir önemli hal almaya başlayacak gibi görünüyor.
Ülkemizdeki duruma baktığımızda da, ekonomimizde yeterince canlanmanın henüz yakalanamamış olduğunu, bunda her ne kadar daha sonra alınan tedbirlerle döviz borçluluğunun sınırlanmasına rağmen, geçmişten gelen yüklerin artan döviz kurları nedeniyle oluşturduğu tedirginlik ekonomide herkesi biraz daha bekle gör havasına sokmuş oldu. Görünüşe göre bu gidişat biraz daha devam edecek gibi. Günümüzde ekonomiler siyasete ve özellikle de uluslararası siyasi gelişmelere çok daha duyarlı olduğundan, bu tedirginlikte Türkiye-ABD, Türkiye-Rusya ve Türkiye-AB ilişkilerindeki tansiyonun seyri öncelikle kur üzerinde, devamında da ekonomi üzerinde doğrudan etki göstermeye devam ediyor. Esasen şu anda dünyada başta gelişmiş ülkeler olmak üzere ekonomik anlamda sorunların devam ettiği ve bu sorunların giderek daha belirgin hale gelen kur savaşları ile devam edeceğini söylemek kahinlik olmayacaktır.
28 Haziran 2019 Cuma