Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili
Konuyu mümkün olduğunca sadeleştirerek anlamaya çalışalım. Hepimiz biliyoruz ki, salgınlar sadece günümüzün konusu değil. Fakat bir salgın ilk kez bütün dünyada bu derece etkili oldu. İnsanlık, tarihte de büyük salgınlar gördü, yaşadı ve ciddi kayıplar verdi. Ama yaşadığımızın farkı; salgının sanki adil davranıyormuşçasına bütün dünyada uğramadık yer bırakmaması olmuştur.
Sosyoloji ‘olan’la ilgilendiği için kısaca bunu özetlemeye çalışalım: Salgının etkili olduğu bütün toplumlar, epideminin sonuçları ile şekillenme sürecini yaşıyorlar. Devletler; sosyal, iktisadi ve gündelik yaşamı doğrudan etkileyen kararlar alıyorlar. Bütün bunların etkisiyle epidemi; bürokratik hayatı, özel sektör çalışma yapısını, gündelik yaşamı, insan-insan ve aile-akrabalık ilişkilerini, sosyal grupların işleyişini ve kısaca bir bütün olarak hayatımızı şekillendirici konuma geldi. Formel informel birey-grup iletişimi fiziki ortamlarda yüz yüze olurken büyük oranda dijital alana kaydı. Bireyler; ‘yeni normal’ olarak ifadelendirilen ama henüz tam olarak tanımlanamayan bir sosyal hayatı yaşamaya yönlendiriliyor. Psikoloji o hale geldi ki, ‘salgından korunma duygusu’ ön planda olduğu için kimsenin aklından sorgulama geçmiyor, geçemiyor.
DEMOGRAFİK DOLAŞIM
Evet, sonuç olarak ‘olan’ budur. Başlıktaki sorumuzu ‘olan’dan hareketle cevaplamaya çalışalım. Sosyolojik bilgi; toplumsal hafızanın zayıf olduğunu, yaşanmış eski salgınları ve büyük felaketleri toplumun unuttuğunu ve kısa zaman sonra normale döndüğünü gösteriyor. Fakat devlet yetkilileri bu kez ‘eski normali unutun, artık yeni normal yaşanacak’ söylemini yüksek sesle dillendiriyorlar.
Girişte de ifade ettiğimiz gibi bu salgının diğerlerinden iki noktada farklılığı bulunuyor. Birincisi; kısa zaman içinde ve inanılmaz bir hızlılıkta dünyanın her tarafına yayılım göstermesi. İkincisi ise; dünya nüfusunun yüzde 80’inin şehirlerde yaşadığı bir dönemde vuku bulması. Bu iki farklılık üzerinden gidersek hem probleme hem de çözüme dair sağlıklı bir yaklaşım ve uzun vadeli tedbirler düşünebilir ve geliştirebiliriz.
Salgının neden bu kadar hızlı yayıldığı sorusunun tek bir cevabı var. Bu da; dünyadaki demografik dolaşımın bu denli hızlı ve mümkün olmasıdır. Demek ki asıl tehlikenin biri bu durumdur. İkincisi; şehirlerin bu derece yüksek nüfus yoğunluğuna sahip olmasının salgınlarla mücadelede birçok açıdan işi zorlaştıran temel bir unsur olarak görünmesidir.
KIR-KENT DENGESİ
Bu durumda yine sadeleştirerek konuyu anlamaya çalışalım. Tabii ki bu salgının komplo teorilerinde belirtildiği üzere laboratuvarda üretilmiş bir virüs olmadığından hareket ediyoruz. Zira bu ‘olan’ın dışında bir durumdur. Koronavirüs bir şekilde etkisini yitirdikten sonra tehlike geçmiş oluyor mu? Hayır aslında, çünkü bir başka tür salgın özelliği olan virüs çıktığında yeryüzünde mevcut dolaşım kolaylığı geçerli ise dünya yine benzer bir tehdidin altında demektir.
Demek ki insanlığı korumaya yönelik olarak sağlık alanının dışındaki iki alanda da tedbirler geliştirmek gerekiyor. Yalın bir şekilde ifade edecek olursak, birincisi; dolaşımın kontrol altına alınması ve azaltılması. İkincisi ise ülkelerdeki demografik yoğunluk açısından kır-kent dengesinin kurulması. Uzun vadeli bir yaklaşım ve tedbir olarak devletler bu iki hususu tedbire dönüştüremezler ise ikinci bir pandemi dalgasında bugün yaşadığımızın benzerini dünya devletleri-ulusları olarak yaşarız.
Netice olarak bir devlet bu türden salgınlara karşı sağlık ve sağlık teknolojisi ile ilgili tedbirleri almalı fakat bunun dışında bu iki konuda tedbirler geliştirme gayreti içinde olmalıdır. Olamaz isek olacak şudur: Mevzubahis olan dalgalanmaların bir arada yaşandığı epidemik toplum oluşacak, devamlılığı sağlanacak ve yeni normal durum hayatımızın bizatihi kendisi olacak.Bu durum insanlığın alıştığı ve tercih ettiği bir durum olmayacak.
29 Mayıs 2020 Cuma