DOÇ. DR. NURULLAH GÜR
İki yıl aranın ardından ilk kez yüz yüze gerçekleşen Davos Zirvesi’nde, iklim değişikliğinden gıda krizine, stagflasyondan gelir eşitsizliğine kadar birçok kritik mesele masaya yatırıldı. Siyasetçiler, politika yapıcılar, akademisyenler, girişimciler ve iş insanları, afili cümlelerle küresel trendleri kendi perspektiflerinden anlatmaya çalıştı. Davos’ta bu yılın en ilgi çeken gündem maddelerinden biri de küreselleşmenin akıbetiydi.
1980’lerin başından 2008’deki finans krizine kadar geçen süre zarfında küreselleşme dalgası neredeyse her yeri sardı.
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ortaya çıkan ülkelerden Çin’e kadar. Küba ve Kuzey Kore hariç küreselleşmenin nüfuz etmediği ülke kalmamıştı. Uluslararası ticaretin kuralları yeniden yazıldı; tedarik zincirleri ilmek ilmek örüldü, finansal piyasalar birbirine entegre oldu. Küreselleşme, kayda değer bir üretim ve gelir artışı sağladı. Ancak, bu ekonomik büyümenin ciddi yan etkileri oldu. Gelir ve servet dağılımı kötüleşirken, çevresel problemler katlanarak arttı.
Bu ve benzeri sorunların iyice ayyuka çıktığı bir dönemde küresel finans krizi patlak verdi. Bu krizin bir yansıması olarak Brexit ve ticaret savaşları gibi küresel ekonominin başını fena halde ağrıtan gelişmeler ortaya çıktı. Ardından koronavirüs salgını ve son olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi. Bu şok dalgalarının her biri küreselleşmeyi yıprattı. Haliyle Davos gibi etkinliklerde ‘Acaba küreselleşmenin sonu mu geldi’ meselesi tartışılır oldu.
BÖLGESEL ANLAŞMALAR
Küreselleşme ölmedi; yakın zamanda da yok olacağa benzemiyor. Ancak, küreselleşme büyük bir dönüşüm geçiriyor, adeta şekil değiştiriyor. Ülkeler korumacı politikalara ve sermaye kontrollerine daha fazla başvurmaya başladı. Bir başka ifadeyle, devletin ekonomideki rolü artıyor. Çok taraflı ekonomik ilişkilerin yerini çift taraflı veya bölgesel anlaşmalar aldı. Üretimi sorgusuz sualsiz düşük ücretli ülkelere taşıma (offshoring) dönemi geride kaldı. Arz güvenliğini sağlamak amacıyla Batılı ülkeler üretimi Çin’den yakın coğrafyalara (nearshoring) veya dost ülkelere (friendshoring) kaydırmaya çalışıyorlar. G20 ülkelerinin teknoloji, enerji ve finans alanlarında dışarıya olan bağımlılıklarını daha fazla dikkate aldıkları kontrollü bir küreselleşme sürecine geçiş var. Çin de bir taraftan Asya-Pasifik’ten Afrika’ya kadar birçok bölgede nüfuz alanını genişletmeyi amaçlıyor. Pekin yönetimi, Tek Kuşak Tek Yol Girişimi ve Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi oluşumlarla kendi küreselleşme kulübünü oluşturma derdinde.
YENİ FORMAT YAPIM AŞAMASINDA
Artık pür liberal düzen içerisinde büyüyen bir küreselleşmeden bahsetmek mümkün değil. O günler geride kaldı. Küreselleşme, sürdürülebilirliği mümkün olmayan bir derecede genişleyerek aşırıya kaçmıştı. Çin’in tam anlamıyla kapitalist bir ekonomiye dönüşeceğinden tutun da Rusya’nın emperyalist emellerinin yok olduğuna kadar gerçeklikten kopuk bir dünya sistemi hayal ediliyordu. Şimdilerde ise küreselleşmenin ayağı yere basmaya başladı. Küreselleşmenin yeni formatı halen yapım aşamasında. Önümüzdeki yıllarda Davos gibi uluslararası platformlarda bu meselenin daha detaylı biçimde irdeleneceğine şahit olacağız.
03 Haziran 2022 Cuma