Salı, 15 Ekim, 2024
DOÇ. DR. ADNAN VEYSEL ERTEMEL
Teknolojinin gelişimi ile birlikte yapay zeka, sadece iş süreçlerini optimize etmek veya verimliliği artırmakla kalmayıp, bireysel yaşamda da çarpıcı değişimlere neden oluyor. Günümüzde, yapay zeka tabanlı çözümler, insanların sosyal hayatta kendilerini daha iyi ifade etmelerine, çekici görünmelerine ve karşı cinsi etkilemelerine yardımcı oluyor. Bu tür uygulamalar, kullanıcıların dış görünüşlerini, sosyal medya profillerini veya dijital iletişimlerini analiz ederek, onların daha çekici ve etkileyici bir imaja sahip olmalarını sağlıyor. Gelin, bu alandaki en son yeniliklere bir göz atalım.
YAPAY ZEKA DESTEKLİ FLÖRT VE İLETİŞİM
LooksMax ve Umax gibi yapay zeka tabanlı mobil uygulamalar, kullanıcıların fotoğraflarını analiz ederek onların fiziksel çekicilik seviyelerini belirliyor ve bu doğrultuda kişiselleştirilmiş tavsiyeler sunuyor. Örneğin, LooksMax, kullanıcıların yüz simetrisi, cilt kalitesi, çene hattı gibi faktörleri değerlendirerek, cilt bakımı, saç stili, spor gibi konularda tavsiyeler sunuyor. Bu tür uygulamalar, sadece estetik görünüme odaklanmakla kalmıyor, aynı zamanda kişisel gelişim ve özgüvenin artmasına da katkı sağlıyor.
Bu alandaki farklı bir yeni çözüm olan Rizz ise çevrimiçi flört dünyasına yeni bir boyut kazandırıyor. Kullanıcılar, flört uygulamalarında karşılaştıkları mesajları veya profilleri Rizz’e yükleyerek, yapay zeka destekli öneriler alabiliyor. Bu öneriler, flört mesajlarını daha çekici hale getirmekten, etkileyici profil açıklamaları yazmaya kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Rizz’in sunduğu en önemli özelliklerden biri ise sohbet ekran görüntülerini analiz ederek kullanıcıya nasıl yanıt vermesi gerektiğine dair kişiselleştirilmiş tavsiyeler sunmasıdır. Bu, dijital iletişimi daha akıcı ve etkileyici kılma potansiyeli taşıyor.
Yapay zeka destekli uygulamalar, sosyal hayatımızı kolaylaştırmak ve bizi daha çekici kılmak için geliştirilen etkileyici araçlar. Ancak, bu teknolojilerin sunduğu avantajlar, etik ve toplumsal değerler açısından bazı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.
Sonuç olarak yapay zeka, artık sadece teknik sorunları çözmekle kalmıyor; bireylerin sosyal hayatta daha başarılı olmalarına da katkıda bulunuyor. Söz konusu uygulamalar, kullanıcıların dijital platformlarda daha etkileyici ve çekici bir imaj oluşturmalarına olanak tanıyor. Bu tür çözümler, estetik görünümden sosyal iletişime kadar pek çok alanda insanlara rehberlik ederek, özgüvenlerini artırıyor ve sosyal hayatta başarılı olmalarına yardımcı oluyor. Ancak, bu teknolojilerin kullanımında etik ve mahremiyet konularına dikkat etmek de büyük önem taşıyor. Bu anlamda ilk akla gelen kaygı, bireylerin kişisel verilerinin ve mahremiyetinin korunması gerekliliği ve yapay zekanın sunduğu fırsatların suistimal edilmemesi gerektiğidir.
Diğer yandan, toplumsal boyutta değerlendirildiğinde insanlığın önceden bilim kurgularda gördüğü, ancak bugün gerçek anlamda ilk defa karşılaştığı tuhaf bir durum söz konusu. Bir düşünün: Yeni tanıştığınız birinin sizi etkilemek için bu gibi uygulamaları kullandığını öğrenseniz, bu sizi ne kadar memnun ederdi? Belki de bu tür uygulamalar, doğal iletişimi ve samimiyeti mekanik bir sürece indirgeme riski taşıyor.
Her şeyin bu kadar planlı ve yapay bir şekilde optimize edilmesi, insanların özgünlüğünü kaybetmesine neden olabilir mi? Dijital dünyanın getirdiği bu yeni etkileşim biçimleri, bizi gerçekte kim olduğumuzdan uzaklaştırabilir mi? Bu tür sorular, yapay zekanın hayatımıza getirdiği kolaylıkların arka planında yatan daha derin etik ve insani meseleleri gündeme taşıyor. Gerçekten çekici olmanın yolu, sadece algoritmaların önerileri mi, yoksa doğal ve samimi bir iletişim mi? Bu sorunun cevabını ise ancak bireyler ve toplum olarak zamanla verebiliriz.
05 Eylül 2024 Perşembe
OSMAN ARIOĞLU
Enflasyon düzeltmesi uygulaması yürürlüğe girdiğinden bu yana en çok tartışılan konuların başında geldi. Yapılan değerlendirmeler sonucunda 2023 yılı şartlar oluştuğu halde enflasyon düzeltmesi uygulamasının bir yıl ertelenmesi tercih edildi. Bu yılın başından bu yana da konu muhtelif yönleriyle tartışılmaya devam edildi. En son 50 milyon TL’nin altında ciro yapan işletmeler için geçici vergi dönemlerinde enflasyon muhasebesi uygulanmasının ertelenmesiyle konu biraz sükûnete kavuşmuş oldu. Son derece yerinde olan bu uygulama, eylül ayında kapanan üçüncü geçici vergi dönemi bakımından da sonuç doğuracak. Dördüncü geçici vergi dönemi zaten kaldırılmış olduğundan konu tekrar gündeme yılsonu itibari ile gelecek.
EKSİK KALAN
Aslında bu ertelemeyle enflasyon düzeltmesine yönelik itirazların ve bu uygulamanın herhangi bir gelir elde etmeyen işletmeler bakımından vergi doğuruyor eleştirisi önemli ölçüde ortadan kaldırılmış oldu. Şimdi sıra bu uygulamanın yıllık dönem itibari ile de ertelenmesinin mümkün olup olmadığı konusunu değerlendirmeye geldi. Yıllık vergilendirme bakımından da 50 milyon TL’nin altında cirosu olan işletmeler için enflasyon düzeltmesi uygulanmaması, konuya yönelik tartışmaları tamamıyla ortadan kaldıracaktır.
DÜZENLEMENİN ÖZÜ
Enflasyon düzeltmesi uygulaması özünde parasal olmayan kıymetlerin anılan dönem için yurt içi ÜFE endeks değişimi oranında artırılmak suretiyle değerlendirilmesi şeklinde çalışan bir mekanizmaya sahip olduğundan, doğal olarak bir nevi servet vergilemesi gibi değerlendirilebilir. Konuya yönelik önemli eleştirilerden biri de fazla stokla çalışan işletmeler bakımından henüz paraya çevrilmemiş stoklar için vergi matrahı oluşturmasıdır. Ancak genel mantığı itibarıyla stokların kapsam dışı tutulmasının talep edilmesi, uygulamanın sağlıklı çalışmasını etkileyecektir. Stokların enflasyon düzeltmesiyle değerinin yükseltilmesi ilk anda bir vergi matrahı doğursa da daha sonraki dönemlerde stok maliyetlerini aynı ölçüde artırmış olacağından kendi içerisinde denge sağlayacaktır. Aslında bu ve benzeri savunmayı tüm enflasyon düzeltmesi uygulaması bakımından haklı olarak ifade edebiliriz.
Burada en kritik konu, aktifinde gayrimenkul bulunan ve bu gayrimenkulün öz varlık yerine borç kaynakla edinildiği durumlarda enflasyon düzelmesinin ortaya çıkardığı ekstra vergi matrahıdır. Doğal olarak herhangi bir gelir elde etmeyen bir işletme bakımından ortaya çıkan böyle bir matrah üzerinden vergi talep edilmesi, ödeme zorluğu yaratabilecektir. Buna bir diğer haklı örnek, işletmeye dahil binek otomobillerin ÖTV ve KDV dahil maliyetinden 1.5 milyon TL’yi aşan kısmı için ayrılacak amortismanlarının gider kabul edilememesi nedeniyle enflasyon değerlemesiyle birlikte işletmeler aleyhine katmerli vergi matrahı çıkması durumudur. Bu da enflasyon düzeltmesinden değil, binek otomobillerle ilgili gider kısıtlamasından kaynaklanan bir durum.
Bize göre, bu sınırlamanın kaldırılarak başka bir ölçü getirilmesi yerinde olacaktır.
YAPILABİLECEK OLAN
Özetle, 50 milyon TL’ye kadar cirosu olan işletmelerin enflasyon düzeltmesi uygulamasından tamamen muaf tutulması, bütün bu sıkıntıları büyük ölçüde ortadan kaldırabilecektir. Bu muafiyetin kalıcı hale getirilmesi konusunu bir kez daha ifade etmek ve ilgililerin dikkatine sunmak isteriz.
14 Ekim 2024 Pazartesi
PROF. DR. NURULLAH GÜR
Ekonomik gelişme dinamik bir süreçtir; sürekli bir hareket ve yenilenme gerektirir. Bunu sağlayamadığınız noktada ekonomik tuzaklara takılırsınız. Tıpkı orta gelir tuzağında olduğu gibi.
Ülkelerin ekonomik gelişimlerinin her aşamasında hem o dönem itibariyle belli bir rekabet gücüne sahip oldukları sektörleri kendi içinde dönüştürmeleri hem de düşük teknolojili sektörlerden daha yüksek teknolojili sektörlere geçiş yapmaları beklenir. Öncelikle mevcut koşullarda rekabet gücüne sahip olduğunuz sektörlerin kendi içlerinde daha katma değerli ve yenilikçi hale gelmesi gerekir.
Zira belli bir gelişmişlik seviyesine ulaştıktan sonra sadece ucuz işgücü ve döviz kuru gibi rekabet gücünün geleneksel unsurları, ihracatı ve büyümeyi artırmak için yetersiz gelmeye başlar.
Çin bile artık eskiye kıyasla işgücü açısından ucuz değil. Daha rekabetçi bir sektörel yapı ile ekonomik gelişmesini hızlandırabilmek için daha nitelikli üretim yapmaya, ürün çeşitliliğini artırmaya ve küresel markalar ortaya çıkarmaya çalışıyor.
KATMA DEĞERLİ ALANLAR
Eğer sektör bazlı rekabet gücünü geleneksel rekabet araçlarıyla korumak bu kadar kolay ve ekonomik açıdan mantıklı olsaydı, İngiltere, ABD, Fransa ve İspanya gibi gelişmiş ülkeler Sanayi Devrimi’nin öncü sektörü olan tekstilde üretimi kendi sınırları içerisinde tutabilirlerdi. Ancak, öyle olmadı. Tekstil üretimi, maliyetlerin görece daha ucuz olduğu ülkelere ve bölgelere kaydı. Ama gelişmiş ülkeler, sektörün tasarım,
Ar-Ge ve pazarlama gibi daha katma değerli süreçleri üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Küresel şirketleri ve başarılı iş modelleri ile sektörü katma değer anlamında domine etmeyi sürdürdüler.
Günün sonunda tek veya birkaç sektöre bağlı kalarak da kalıcı başarı sağlamak mümkün değil. Teknoloji ve sofistikasyon açısından kalkınma ağacının daha üst dallarında bulunan sektörlere geçiş yapmanız gerekir. Tekstilden elektroniğe, otomotivden havacılık ve savunma sanayine, gıdadan biyoteknolojiye doğru… Sektörler arasında bu geçişleri sağlayamadığınızda da ekonomik ilerlemeniz yeterince hızlı ve sağlam gerçekleşemez.
KAYBEDENLER VE KAZANANLAR
Kaynaklarınızı daha düşük teknoloji/sofistikasyon düzeyine sahip bir sektörden daha yüksek olanına kaydırırken hem şirketler hem de çalışanlar açısından sürecin kaybedenleri ve kazananları olması kaçınılmazdır. Ekonomik refah artışını daha kapsayıcı kılmak ve böylece dönüşüm süreçlerinin önünü tıkayabilecek baskıları hafifletmek için dönüşümün olası kaybedenlerini kendileri açısından daha iyi bir geleceğe hazırlamanız gerekiyor. Bu da devlet mekanizmasının üzerine düşen bir vazifedir.
Çalışanlar açısından baktığımızda, bu süreç onlara yeni yetenekler kazandırarak yükselen sektörlerde yeni iş fırsatları yakalamalarını sağlamak anlamına gelir. Şirketler için ise onları kendi sektörlerinin daha katma değerli alanlarına geçmeye veya ilgili sektörlerdeki yeni yatırım fırsatlarına yönelmeye teşvik etmeyi gerektirir.
Geçmişte ABD ve bazı Avrupa ülkeleri bu gerçekleri yeterince önemseyip gerekli aksiyonları almadıkları için son yıllarda bir yandan ekonomik verimlilikte kronik bir durgunluk yaşarken, diğer yandan gelir eşitsizliği nedeniyle toplumlarında sosyo-ekonomik ve siyasi baskılar artıyor. Türkiye’nin bu gibi hatalardan ve tecrübelerden dersler çıkarması gerekir. Sektörel dönüşümler meselesinin Türkiye’ye dönük kısımlarına fırsat bulursak bir sonraki yazıda değinelim.
ngur@medipol.com.tr
14 Ekim 2024 Pazartesi
14 Ekim 2024 Pazartesi
14 Ekim 2024 Pazartesi
14 Ekim 2024 Pazartesi
14 Ekim 2024 Pazartesi
14 Ekim 2024 Pazartesi