Cep telefonlarımızı, araçlarımızı, ofis koltuklarımızı, yazılımlarımızı, sunum formatlarımızı, hatta markalarımızın renklerini bile yeniliyoruz. Ama bir tek şeyi yenilemiyoruz: Düşünce sistemimizi.
Garip bir çağdayız. İnsanların cihaz güncellemesi, kendi zihnini güncellemesinden daha hızlı ilerliyor. Firmalar üretim hatlarını modernize ediyor ama iş yapma biçimleri hâlâ 90’lardan kalma. Ekipler eğitim alıyor, seminerlere gidiyor, motivasyon konuşmaları dinliyor ama alışkanlıklar aynı: Aynı sorular, aynı çözümler, aynı yollar.
Yeni evler alıyoruz, servet ödüyoruz ama iletişimimizi güçlendirmek için birilerinin bir şeyleri düzeltmesini bekliyoruz. Akıllı ev sistemleri kuruyoruz, ama evin içindeki yaşam alışkanlıklarımız ve karar alma biçimimiz hâlâ geleneksel kalıyor. Daha üstün özellikli televizyonlar alıyoruz ama izlediğimiz içerik de ondan aldığımız etki de aynı kalıyor.
Ben buna ‘yüzeysel yenileşme’ diyorum; yani yenilik varmış gibi görünmesi. Dış kabuk sürekli değişiyor ama çekirdek aynı kaldığı için sorunlar da kendini yeniden üretmeye devam ediyor
GERÇEK DEĞİŞİMİN ETKİSİ
Bir firmada inovasyon çalışması yaparken şunu sordum: “Yeni ürün çıkarmadan önce, eski düşüncelerinizi gözden geçirmeyi ve hatta toptan kaldırmayı hiç düşündünüz mü?”
Hafif bir sessizlik oldu. Çünkü kimse, kendi düşünme biçimine dokunmak istemiyor. Ürün değişsin, ambalaj değişsin, fiyat değişsin… Ama zihin olduğu gibi kalsın. Hâlbuki en büyük dönüşüm, zihnin içinde başlıyor.
Mesela orta ölçekli bir tekstil firmasının, 50 sayfalık kataloğu 8 sayfaya indirildi. Müşteriler ne alacağını daha hızlı gördü. ‘Eksiltme’ yaklaşımı işin kaderini değiştirdi.
Bir yazılım firması demo yerine ‘canlı sorun çözme seansı’ yapmayı denedi. “Yazılımımız böyle çalışıyor” demek yerine, “Hadi sizin gerçek bir probleminizi birlikte çözelim” dedi. Sonuç? Müşteri kazanım oranı üç kat arttı.
Bir temizlik firması da fiyatı değil, modeli değiştirdi. Saatlik ücret yerine ‘metrekare + garanti sistemi’ sundu. Dil değişti, güven arttı, marka değer kazandı.
Görüyoruz ki, gerçek değişim yaratıldığında etkisi büyük oluyor. Ama çoğu zaman yaptığımız şey aynı kalıyor: Ambalajı yeniliyoruz, fakat zihni yenilemeyi hep erteliyoruz.
ZİHİNSEL CESARET ŞART
Burada bir yanılgı var: Düşünce sistemi yenilenmediği sürece, yapılan her yenilik, iyi kötü makyaj etkisi yaratıyor. Kalıcı değil, kısa süreli bir ilgi oyunu sadece.
Aykırı zekanın üç ana modülünden ilki olan ‘farklı düşün’, yeni bir şey üretmekten çok, eski düşünceleri cesurca masaya yatırma cesaretidir.
‘Farklı konuş’ ise dili yenilemeyi gerektirir; çünkü düşünce her zaman dili takip eder. Dil değiştiğinde, düşünce de mecburen yerinden kıpırdar.
Ve ‘farklı görün’, aslında “Ben artık başka bir şeyi temsil ediyorum” demenin en somut hâli. Çünkü görünürlük sadece estetik bir kabuk değil, arka plandaki yaklaşımın dünyaya verdiği mesajdır.
Bugün şirketlere bakıyorum… Yeni CRM, yeni ERP, yeni paketleme, yeni hedef kitle, yeni showroom… Fakat tüm bu yeniliklerin ortasında bir şey değişmemiş: Karar sistemi.
Patron hâlâ her sorunu tek başına çözmeye çalışıyor. Yönetici hâlâ aynı üç soruyu soruyor. Ekipler hâlâ aynı reflekslerle hareket ediyor. Kısacası her şey yenileniyor ama düşünce hâlâ eski yerinde duruyor.
Oysa gerçek dönüşüm, zihinsel cesaret gerektiriyor. Sorgulamayı, eksiltmeyi, tersine çevirmeyi, sadeleştirmeyi… Yani aykırı zekanın özünü.
Bu çağ artık ezberleri pek sevmiyor. Kimse “Böyle geliyor, böyle gider” zihniyetine prim vermiyor. Fark yaratan, trend takip eden değil; anlamı yeniden kurabilen zihinler oluyor.
Bu yüzden soruyorum: Her şeyi yeniliyoruz, peki ya düşünce modelimizi? Son güncellemeyi ne zaman yaptık? Son kalıbı ne zaman kırdık? Son defa, “Şu an yaptığımız şey neden böyle?” sorusunu ne zaman sorduk? Çünkü bugün fark yaratmak, daha fazla veri değil, daha radikal bir bakış gerektiriyor. Aykırı zeka tam da bu kapıyı aralıyor. Ve sen değiştiğinde, dünya seninle birlikte değişmeye başlıyor.