Prof. Dr. Ahmet Emre BİLGİLİ

Prof. Dr. Ahmet Emre BİLGİLİ

Diğer Yazıları


 

Ülkemiz, geçtiğimiz hafta, boyutları ve özellikleri itibariyle yakın tarihte eşi benzeri görülmemiş bir deprem felaketini yaşadı. Hem iki şiddetli depremin 9 saat ara ile yaşanması hem de coğrafi olarak bu kadar geniş bir alana yayılımı açısından bir ilk oldu. Olayın vehametini ortaya koymak açısından belirtelim ki, deprem alanı birçok ülkenin yüzölçümünden büyük idi. Yani Almanya’nın, İngiltere’nin, Yunanistan’ın tamamında deprem olması gibi bir durum. Üstelik bu 10 ilimiz de tarım, sanayi ve ticaret açısından üretici konumda ve ülke kalkınmasına katkıları açısından önemli şehirlerimizdi. 

 

Bir felaket esnasında ‘nerde bu devlet’ diyerek devleti suçlamak en masum anlamıyla kolaycılıktır. Deprem haberi ilk duyulduğunda alışık olduğumuz üzere hazır kuvvetler sevk edilmiş fakat ekipler sahaya gidince işin büyüklüğü ve vehameti ortaya çıkmıştı. Yerel yöneticilerin bir kısmı depremden etkilenmiş, diğer kısmı ise işin şokunu yaşamakta idi. Tam kurtarma işine girişmişken ikinci dalga gelince ve yeni yıkımlar olunca devletin ilgili kuruluşları doğal olarak oldukça zorlandı. Özellikle kurtarma ve yardım faaliyetlerinde organize olmada problemler yaşandı. Fakat yeni ekiplerin katılımı ile birlikte bunu hızlı bir şekilde atlatarak duruma hakim oldular. 

 

Elbette bu afetin kıyaslaması ancak benzer felaketler yaşayan ülkelerle yapılabilir. Fakat yok böyle bir örnek. Büyük bir nüfusun yaşadığı bu kadar geniş bir coğrafyada iki büyük şiddeti ardı sıra yaşamak ve kısa bir şok sonrası organize olmak kolay bir iş değil. 

 

Üstelik de kış mevsiminin tam ortasında. Bizim gördüğümüz; makul bir zamanda hem devlet kurumları hem de lojistik sağlayan yerel yönetimler ve sivil toplum olaya hakim duruma geldi. Tüm zorluklar karşısında insanüstü bir çaba ile mücadele ettiler. Acıyı, umudu, çabayı ve kurtuluş anlarını milletçe birlikte yaşadık. Bir taraftan dayanışmayı yükseltenler, moral verenler, diğer taraftan karamsarlığı yayanlar ve nifak sokucular, moral bozucular, sahada ter dökenler, masa başında sosyal medya cazgırlığı yapanlar oldu.

 

*        *        *

 

Niyetimiz, herkesçe bilinen bir deprem yazısı kaleme almak değil. Bu kısa özeti mukaddime ve hatırlama babından yazdık. Şimdi işin bu boyutunu bu kadar değini ile bırakalım ve işin devlet ve sivil tarafları olarak nasıl bu kadar canla başla gayret ettiğimizin ve organize olabilmenin kültürel yanını anlamaya çalışalım. Burdan da maksadımız; Türklerin bireysel ve toplumsal felaketler karşısında çok hızlı bir aktivite içine girme kabiliyetinin varlığından ve bunun korunması gerektiğinden söz etmektir.

 

Biliyoruz ki, insanın olduğu her yerde özellikle olağandışı durumlarda işbirliği, yardımlaşma ve dayanışma vardır. Bu durum her şeyden önce insani bir haslettir. Bu hasletler ihtiyaç hasıl olduğunda hızlı bir şekilde harekete geçer. Olağanüstüsü durumlarda ise organizasyonlar daha yüksek seviyede gerçekleşir. 

 

Fakat üst kimlik olarak Türkler’de söz konusu bu işbirliğinin bir başka formatı ve boyutu bulunur. Adeta bu dayanışmanın, fedakârlığın destanı yazılır desek abartmış sayılmayız. Geçtiğimiz hafta millet ve devlet sahadan gelen bilgilerle işin büyüklüğünü görünce inanılmaz bir aşkla organize oldu. Zorluklara, güçlüklere, mevsim şartlarına aldırış etmeden daha çok devletin açtığı kanalları kullanarak yardımları akıttı. Öyle ki, bu hızlı sevkiyat sahada dağıtım güçlüklerinin yaşanmasına sebep oldu ama kısa zaman içinde düzene girdi. 

 

*        *        *

 

Türk kültürünün; dayanışmayı, yardımlaşmayı, insaniyeti çok yüksek değerden bir erdem olarak görmesi ve bunun geleneğini kurduğu vakıf ve sosyal organizasyonlardan alması derin bir felsefenin varlığını ifade eder. Kurduğu vakıflara bu kadar engin ruh ve farklı boyut katan bir başka millet yoktur. Bu tür durumlarda seferberliğin de ötesinde bir anlayışa sahibiz. Yüksek mobilite sahibi olmamız; at sırtında devlet kurma ve yönetme kabiliyetimizden kaynaklanır. Hızlı organize olma ve her türlü güçlükle baş etmede; göçebe kültürünün genlerimize işlemesinin payı bulunur. Bunu, insaniyetle İslamiyet arasında kurduğumuz yüksek korelasyon sonucunda oluşan güçlü manevi yapımız ve vakıf ruhu ile ilişkilendirdiğimizde gücümüzün dinamikleri ortaya çıkar. 

 

Şimdi önemli olan; yardımlaşma ve dayanışma felsefemizi oluşturan bu özelliğimizi korumamız ve buna halel getirecek davranışlardan kaçınmamızdır. Millet olarak bu yanımızın devamlılığı geleceğimiz için büyük önem taşır. Bizi bir arada tutan ve yaşatan; ruhumuzla beslediğimiz maneviyatla harmanladığımız bu kültürel geleneğimizin korunması ve geleceğe aktarılmasının stratejik gerekliliğidir.

13 Şubat 2023 Pazartesi