Sanayileşme, iktisatçılar tarafından uzunca bir süre ekonomik gelişme ile eş anlamlı görüldü. Bu eğilimi, yadırgamamak lazım. Zira, günümüzün gelişmiş ülkelerinin hemen hepsi, sanayileşme sayesinde yüksek verimlilik ve refah artışını yakaladı. Bu ülkelerde belli bir ekonomik refah seviyesine erişildikten sonra hizmetler sektörü yükselmeye başladı.
Güney Kore ve Tayvan gibi geriden gelip gelişen ülkelere yakınsayan ve 30 bin dolar kişi başına gelir seviyesini yakalamış ülkelerin başarısının arkasında da güçlü bir sanayileşme hikayesi var. Çin de benzer bir yoldan ilerleyişine devam ediyor.
KIZIŞAN REKABET ORTAMI
Gelişmiş ülkeler, 1980’li yıllardan itibaren sanayi üretimini diğer coğrafyalara kaydırdı. Bu eğilimin verimlilik, yenilik, ihracat, istihdam ve büyüme üzerindeki olumsuz etkilerini, 2008 küresel krizinden sonra derinden hissettiler. Çin’in hızlı yükselişi de bir noktadan sonra gelişmiş ülkeleri tedirgin etmeye başladı. Bu nedenlerden ötürü gelişmiş ülkeler, sanayi sektörünü yeniden canlandırmanın peşine düştüler. Sanayi sektörü, teknoloji savaşının en kritik cephesi haline geldi. Sanayideki güç mücadelesi iyice kızışınca, birçok iktisatçı ve uluslararası kurum, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ilerlemelerini hızlandırmak için hizmetler sektörüne daha fazla yönelmeleri gerektiğine dair önerilerini ön plana çıkarmaya başladı. ABD’den Çin’e, Almanya’dan İngiltere’ye kadar birçok güçlü ülke sanayide böylesi bir rekabet içindeyken, gelişmekte olan ülkeler için durumun daha da zorlaştığı doğru. Hizmetler sektörünün eskiye kıyasla daha fazla ihracatçı, yenilikçi ve verimlilik odaklı olduğu da bir gerçek. Bu, hizmetler sektörünün gelişmekte olan ülkelere kayda değer fırsatlar sunabileceği anlamına geliyor. Gelişmekte olan ülkeler için hizmetler sektörü kesinlikle çok şey vaat ediyor.
TÜRKİYE’NİN YOLU
Ancak, Türkiye gibi belli bir nüfusun üzerinde olan ve jeopolitik nedenlerden ötürü ekonomideki dışa bağımlılıklarını makul seviyelerde tutması gereken ülkeler için sanayileşme önemini koruyor. Evet, sanayi sektörü üzerinden gelişme koşulları zorlaştı. Ama zaten ne zaman kolaydı ki?
Türkiye, kur ve finansman baskısının yanı sıra yanlış yabancı yatırım ve teşvik politikası tercihlerinden dolayı ‘erken sanayisizleşme’ sorunu ile yüzleşmiş olan bir ülke. Bu tuzaktan kurtulmaya çalışıyoruz. Bu yolda mücadele verirken bazı gerçekleri göz ardı etmemeliyiz. Öncelikle Türkiye’nin emek yoğun sektörlerde rekabet gücünü sadece düşük ücret ve değersiz TL’ye dayandırma şansı artık kalmadı. Türkiye, tekstil başta olmak üzere emek yoğun sektörleri halen ekonomik gelişme yolunda kullanabilir. Ancak, bunu daha katma değerli üretim, yüksek ürün çeşitliliği ve markalaşma gibi şirketlerin kalite ve verimlilik üzerinden kendilerine rekabet avantajları devşirebileceği alanlar üzerinden başarabilir.
Bununla birlikte, Türkiye’nin daha sermaye ve teknoloji yoğun sektörlere doğru geçiş yapması gerekiyor. Savunma sanayinde yakalanan ivmelenme, bu geçişe güzel bir örnek. Bu tip örneklerin sayısını artırmamız lazım.
Özetle, hem sektörlerin kendi içinde değişmesine hem de sektörler arası dönüşümlere ihtiyacımız var. Bu süreçte tabii ki hizmetler sektörünün de önemli katkıları olacaktır. e-ticaretten oyuna, fintech’ten yazılıma kadar hizmetler sektörünün birçok alanı bu açıdan mümbit. Yapmamız gereken şey; sanayi ve hizmetler arasındaki bağları güçlendirerek her ikisini de ekonomik gelişmenin itici gücü olarak kullanmak.
nurullah.gur@marmara.edu.tr
11 Kasım 2024 Pazartesi