Bu yıl Nobel iktisat ödülünü, aralarında çok tanıdık bir ismin de olduğu üç akademisyen aldı: Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James Robinson. Bu üçlü, kurumların nasıl oluştuğu ve refahı nasıl etkilediğine ilişkin çalışmalarından dolayı Nobel’e lâyık görüldü. Bu üç bilim insanı, bazı ülkelerin neden daha yenilikçi ve verimli olarak ekonomik refahlarını yüksek seviyelere çıkarabildiklerini araştırırken, bu başarının temel nedeninin kurumların işleyişinde gizli olduğunu iddia ediyorlar.
Acemoğlu ve Robinson, ‘Ulusların Düşüşü’ adlı kitaplarında kurumları iki ana kategoriye ayırıyor: Kapsayıcı kurumlar ve dışlayıcı kurumlar. Kapsayıcı bir kurumsal yapı içerisinde mülkiyet hakları titizlikle korunur; sözleşmeler güvence altındadır; hukukun üstünlüğü etkin bir şekilde işler; yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında kuvvetler ayrılığı mekanizması güçlü bir biçimde uygulanır. Karar alma süreçleri dar bir elit zümrenin elinde değildir. Mal ve hizmet piyasaları ile emek piyasalarında rekabetin adil koşullarda işlemesine özen gösterilir. Böylece ekonomik ve sosyal fırsatların herkes için mümkün mertebe erişilebilir olması amaçlanır.
Sözün özü kapsayıcı kurumlar, bir taraftan karar alma ve uygulama süreçlerini daha demokratik kılmayı sağlıyor, bir taraftan da insanları ve şirketleri beşeri sermaye gelişimi, fiziki sermaye yatırımları ve inovasyon gibi verimli iktisadi faaliyetlere yönelmeye teşvik ediyor. Dışlayıcı kurumlar ise bunların tam tersi bir ortam doğuruyor.
BATI TARZI KURUMSAL YAPILAR
Üç akademisyen yaptıkları çalışmalarda ekonomik kurumlar ile siyasi kurumlar arasında çok güçlü bir etkileşim olduğuna vurgu yapıyor. Çizmiş oldukları teorik çerveve içerisinde bir ülkenin kapsayıcı ekonomik kurumlara sahip olmasının yolu, kapsayıcı siyasi kurumlardan geçiyor. Ekonomik kurumlar, daha sonra ekonomik performansı ve iktisadi kaynakların dağılımını etkileyerek siyasi kurumları da şekillendirebiliyor.
Acemoğlu, Johnson ve Robinson’un çalışmaları, “Ekonomik gelişmeyi yakalamak için Batı tarzı kurumsal yapılara sahip olmanız gerekir” gibi yorumlanıyor. Bu doğrudan kendilerinin dayattığı bir sonuç değil. Ama satır aralarında yaptıkları yorumlar ve bu üçlünün çalışmalarını referans vererek yapılan analizler, Batı tarzı kurumları ön plana çıkarıyor.
Kapitalizm ve Sanayi Devrimi öncesi refah ve bilim alanlarında ilerleme kaydetmiş Doğu medeniyetlerinin zamanında kurmuş oldukları başarılı kurumsal yapı örnekleri ise büyük oranda göz ardı ediliyor. Tabii bir de ekonomik ilerlemede fark yaratmaya başladıkları ilk dönemlerde Batılı ülkelerdeki kurumların bugünkü kadar düzgün çalışmadığı gerçeğini de atlamamak lazım.
18. ve 19. yüzyılda Batılı ülkelerde kurumların diğer ülkelerdekilere kıyasla daha kapsayıcı olduğu söylenebilir. Bununla birliklte, bugün kurumsal anlamda geldikleri seviyenin en az 300 senelik tedrici bir gelişimle gerçekleştiğinin altını çizmek gerekir. Vardıkları seviye yine birçok ülkeye kıyasla daha kapsayıcı olabilir ama anlatıldığı kadar da mükemmel bir demokrasi seviyesi olmadığını da görmek lazım. Kendi kurumlarının kapsayıcı olmasıyla övünen Batılı ülkelerin konu Birleşmiş Milletler olduğunda neden dışlayıcı oldukları ise büyük bir çelişki. En nihayetinde küresel düzenin çarpıklıkları ve eşitsizlikleri de ülkelerin kurumsal ve ekonomik gelişimini baltalayabiliyor.
KALKINMANIN HER BASAMAĞINDA KURUMSAL REFORM
Kapsayıcı kurumların ekonomik refah için çok kritik bir belirleyici olduğuna şüphe yok. Ancak bu durum, ekonomik refahı sağlamak için tek yolun Batı tarzı kurumları kopyalayıp ülkenize yerleştirmek olduğu anlamına gelmiyor. Kapsayıcı kurumlar; adaleti daha etkin ve hızlı biçimde tesis ediyor, vatandaşlara ve şirketlere öngörülebilirlik sağlıyor, toplumda güven duygusunu besliyor, liyakatı ön plana çıkarıyor ve en nihayetinde ülke kaynaklarını daha verimli alanlara yönlendiriyor. Kapsayıcı kurumlar her ülkeye lazım.
Ama bunu başarmanın tek bir yolu yok.
Ülkelerin yapmaları gereken, kendi sosyolojik yapıları, kültürel çizgileri ve tarihsel deneyimleri ışığında kurumlarını daha kapsayıcı hale getirmektir. Bunu yaparken kurumsal ve ekonomik gelişmenin zaman alan, meşakkatli süreçler olduğunun farkında olmak lazım. Bir anda ideale yakın noktalara gelmek mümkün değil. Kalkınma merdiveninin her basamağında ihtiyaç duyduğunuz kurumsal reformlar farklı oluyor. Dolayısıyla, yukarıya çıkarken her bir basamakta kendinizi yenilemeniz gerekiyor; çünkü eskiden yaptığınız iyileşmeler bir noktada yetersiz kalıyor.
Bunları başarabilen ülkeler, sadece daha üst basamaklara çıkmakla kalmıyorlar, yukarıdan aşağıya düşme risklerini de sınırlandırabiliyorlar…