Her büyük kriz sonrası olduğu gibi 2008’de yaşanan küresel finans krizi (KFK) ile birlikte de küresel ekonomide büyük bir dönüşüm yaşanmaya başlandı. Bu dönüşümün iki ayağı var: politika ve teknoloji. Bu yazıda politika ayağı üzerinde durmak istiyorum.
Batılı gelişmiş ülkelerde 1970’lerin ortasından itibaren yavaşlayan verimlilik artışı, yükselen mavi yakalı işsizlik ve bozulan gelir dağılımı, KFK sonrasında daha da belirgin hale geldi. Artan işsizlik ve gelir dağılımı eşitsizliği neticesinde yükselen sosyal tansiyon ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesinde, İngilizlerin AB’den çıkma kararı almasında ve Avrupa’da aşırı sağ partilerin oy oranlarının artmasında oldukça etkili oldu.
Verimlilik, işsizlik ve gelir dağılımı gibi göstergelerdeki bozulmaların arka planında çokuluslu şirketlerin küreselleşmeyle birlikte üretim tesislerini ücretlerin düşük olduğu gelişmekte olan ülkelere kaydırması sonucunda Batılı ülkelerde yaşanan sanayisizleşme süreci var. Batılı gelişmiş ülkelerin küresel ekonomiden aldıkları payın bu süreçte azalması da onlar açısından bir diğer endişe verici gelişme.
İmalat sanayini yeniden canlandırarak bu süreci tersine çevirmek isteyen gelişmiş ülkeler, ekonomi politikalarında yapısal değişikliklere gitme eğilimindeler. ABD’nin başını çektiği bir grup ülke, kendi sanayilerine rekabet avantajı oluşturmak amacıyla korumacı duvarları yükseltmeye başladı. ABD’nin Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşı bu değişimin en büyük yansıması.
ABD ve Çin arasındaki ticaret anlaşması görüşmelerinde belli bir seviyeye gelindi. Çin; ihracatını daha rekabetçi hale getirmek içinyuanı daha fazla devalüe etmeyeceğinin, ABD’den başta tarım ürünleri olmak üzere daha fazla mal satın alacağının, finans gibi dışa kapalı alanları daha fazla liberalleştireceğinin ve Amerikan şirketlerinin Çin’deki faaliyetlerine yönelik kısıtlayıcı ve zorlayıcı uygulamaları zamanla gevşeteceğinin taahhüdünü vermiş gibi görünüyor. Yaklaşan 2020 başkanlık seçimlerini düşünen Trump ve ekonomik büyüme rakamının yüzde 6’nın altına düşeceğinden endişe duyan Xi Jinping, kısa vadeli çıkarları doğrultusunda belli bir ortak zemine gelebilirler. Ancak mevcut görüşmelerden yüzeysel bir anlaşma çıkma olasılığı, bu sorunun uzun vadeli çözüldüğü anlamına gelmeyecek. ABD ve Çin arasındaki güç dengesine dair mücadele sürdükçe önümüzdeki yıllarda ticaret savaşlarını konuşmaya devam edeceğiz gibi görünüyor.
ABD’nin bu tavrı sadece Çin’e yönelik değil. Meksika, Kanada, Güney Kore ve Türkiye gibi ülkelere karşı da benzer bir tutum var. Trump, Amerikan otomotiv sektörünü korumak için AB ülkelerini dahi tehdit etmekten geri kalmıyor.
KFK öncesindeki 30 yıllık süreçte dünya genelinde yabancı yatırımlara karşı açık kapı politikası uygulanıyordu. Bu tutum değişiyor. ABD ve Almanya kendi şirketlerinin Çinliler tarafından satın alınmasının önünü kesmeye çalışıyorlar. ABD bir taraftan da Çinli Huwaei’nin 5G ihalelerine katılmasını engellemek için birçok ülkeye diplomatik yollarla baskı uyguluyor.
Yükselen gümrük duvarları, tarife dışı engellerin çeşitlenmesi, yerli sanayiye yönelik artan teşvikler, yabancıların şirket satın almalarına karşı gösterilen negatif tutum ve dahası küreselleşmeyi dönüştürüyor. Neoliberal politikaların hüküm sürdüğü bir küreselleşmeden daha kontrollü ve sınırların belirginleştiği bir küreselleşme anlayışına doğru kayıyoruz.