Hakan Güldağ
Çin’den yayılan koronavirüs tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gündemin tepesine geldi kuruldu. Detaylara girmeyeceğim. Konuyu önemsizmiş gibi göstermek de doğru değil. Dünyayı da Türkiye’yi de diğer etkilerinin yanı sıra ekonomik olarak da ciddi biçimde etkiliyor ve görünen o ki, bir süre daha etkilemeye devam edecek.
Bu yazıda vurgulamak istediğim ise bütün bu gelişmelere dikkat kesilirken bir ‘deprem’ meselemiz olduğunu unutmamamız gerektiği...
İstanbul Ticaret Odası Başkanı Şekib Avdagiç’in meclis toplantısında vurguladığı gibi son günlerde canımızı yeniden yakan deprem, ülkemizin bir gerçeği... Bu gerçeği her depremde gündem yapıp sonra unutamayız, unutmamalıyız. İstanbul’da er ya da geç büyük bir deprem olacağını biliyoruz. Maazallah, çok yüksek can kayıplarının yanı sıra, Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının en az üçte birini etkileyecek büyük bir ekonomik sorun ortaya çıkabilir.
Konuyla ilgili üniversite hocalarımızın ve kurumlarımızın projeksiyonları, beklenen ‘büyük İstanbul depremi’nin binlerle ifade edilen can kaybının yanı sıra 45-60 milyar dolar arasında fiziki ekonomik kayıp yaratabileceğine işaret ediyor.
Hiç şüphesiz depremi engellemeye kimsenin gücü yetmez. Ama depreme hazırlanabiliriz. Hasarı en aza indirecek tedbirleri alabiliriz. Ve almalıyız!
***
Marmara’da dört parça fay hattı var. Bu fayların dönem dönem büyük depremler ürettiğini biliyoruz. 1509’da bu faylardan biri kırıldı. Halk arasında ‘Küçük Kıyamet’ adı verilen bu depremde İstanbul’da yaşayan her 100 kişiden 5’i hayatını kaybetti. Tekrarlanması halinde ne kadar bir can kaybına yol açacağını bilemiyoruz ama hedef hiç kaybetmemek olmalı. Bizim gibi bir deprem ülkesi olan Japonya’nın bu konuda yakaladığı hazırlık seviyesini dikkate almalıyız. Bunları olumsuz düşüncelere kapılalım diye değil, gerçekçi ama pozitif bir yaklaşımla hazırlıklarımıza hız verelim diye söylüyorum.
Ünlü tarihçimiz Şehabettin Tekindağ’ın İslam Ansiklopedisi’nde anlattığı olay, bir dönemde zamanın ruhunun ve pozitif yaklaşımın önemini güzel aktarıyor: “1509’da İstanbul’da yaşanan ve ‘Küçük Kıyamet’ olarak adlandırılan büyük depremden sonra Beyazıt, bir ‘at divanı’ toplayarak İstanbul’un yeniden imarını müzakere etti. Her 20 evden bir kişi göreve çağrılırken, her eve 20 akçelik bir vergi tarhına karar verildi. Anadolu’dan 37 bin, Rumeli’den ise 29 bin ücretli işçi tedarik edildi. Bu işçilerin yanı sıra 3 bin yapı ustası ve kalfası işe başladı. 11 bin kişi de kireç yakma ve diğer işler ile görevlendirildi. Mimar Murat oğlu Hayreddin nezaretinde başlayan inşaat 63 gün içinde tamamlandı. Son sarsıntıdan 6.5 ay sonra ise İstanbul yeni baştan inşa ve imar edilmiş oldu.”
Dönemin padişahı İkinci Beyazıt’ın bu olayda gösterdiği olağanüstü kararlılık, dirayet, hız ve teşkilatlanma gücü felaketin yaralarını nasıl hızla sardıysa, şimdi bize düşen görev, o kararlılıkla İstanbul depremine hazırlanmaktır.
***
Depreme hazırlıkta üzerinde durmamız gereken kavram ise ‘seferberlik’. İkinci Beyazıt, depremden sonra yaraları sarmak ve İstanbul’u yeniden imar etmek için bir seferberlik anlayışıyla harekete geçti. Şimdi biz de aynı anlayışla hareket etmeliyiz. Tek farkla... Seferberliği depremden sonra değil, öncesinde ilan ederek! Çok açık ki, depreme hazırlık gündelik işler arasına sıkıştırılabilecek bir konu değil.
Bunun ötesinde, hızlanmamız ve deyim yerindeyse ‘kutunun dışında’ düşünmemiz, projeleri de bu çerçevede geliştirmemiz gerekiyor.
Biliyoruz ki, 1999’daki 17 Ağustos depreminden bu yana İstanbul’un bina stoğu önemli bir değişim geçirdi. Deprem yönetmeliğinin de etkisiyle pek çok yeni ve güvenli bina yapıldı. Öte yandan, yüksek şiddetli bir depreme dayanması mümkün olmayan on binlerce bina olduğunu da biliyoruz. Halen yıkılmayı bekleyen pek çok bina var. Bunun yanında satılmayı bekleyen birçok bina da var. Tabii ki amaç, kentsel dönüşümle var olan risklerin mümkün olduğunca hızlı ve yaygın biçimde azaltılmasını sağlamak. Ancak eğri oturalım, doğru konuşalım, oldukça yavaş gidiyoruz... Arzu edilen dönüşüm seviyesinin henüz epey uzağındayız.
Bulunduğumuz noktada, depreme hazırlık için en temel noktalardan biri, yaşadığımız binaları hızla güvenli hale getirmek ise ‘takas’ dahil farklı çözümler işimize yarayabilir.
***
Gönül rahatlığıyla ‘İstanbul depreme hazır’ diyebilmemiz için okullarımız başta bu konuda eğitime özel bir önem vermemiz gerekiyor. Yarım saatlik, bir saatlik bilgilendirmelerle yetinemeyiz. Beceri eğitimi ve tatbikatlar yapılması hayati önem taşıyor.
İstanbullular, küçük yangınları söndürmekten, gerektiği anda elektrik ve su hatlarını kesebilmeye temel bilgileri öğrenmeli. Herkes temel ilk yardım bilgilerine sahip olmalı.
Dolayısıyla deprem bizi hazırlıksız yakalamadan bizim depreme hazır olma seviyesini yakalamamız gerekiyor.
Belki de depremle oluşabilecek riskin en aza indirilmesini, gerekli tüm birimlerle koordinasyon sağlayarak işlerin tek elden ve hızlıca yürütülmesini temin etmek amacıyla geçici süreyle de olsa bir ‘Doğal Afetler Bakanlığı’ kurulmasını düşünmemiz gerektiği kanaatindeyiz.
Depremin fay hatlarında enerji biriktirmesini önlemek elimizde değil.
O enerji bir gün açığa çıkacak. Onu da engelleyemeyiz. Ancak en az hasarla hazırlık çalışmalarımızı bir seferberlik halinde yürütebiliriz. Yürütmeliyiz!
Şu gerçeği her zaman akılda tutmalıyız: Deprem değil, ‘hazırlığı yapılmayan deprem öldürür!’
06 Mart 2020 Cuma