DOÇ. DR. NURULLAH GÜR
Hava sıcaklığı ve kuraklık artıyor. Yağışlar dengesizleşiyor. Ormanlık alanlar azalıyor. Bütün bunlar artık sadece bilimsel çalışmaların ortaya koyduğu tespitlerden ibaret değil. Bu yaşananlar, insanların çıplak gözle teyit edebilecekleri deneyimlere dönüştü. Çevre felaketlerinin baş sorumlusu bizleriz. İnsanoğlunun kapitalizmle birlikte son 400 yıldır değişen tüketim ve üretim alışkanlıkları, dünyayı bu noktaya getirdi. Tabii ki herkesin ve her milletin eşit sorumluluğa sahip olduğu iddia edilemez. Özellikle gelişmiş ülkelerin Sanayi Devrimi’nden bu yana yakaladıkları ekonomik ilerlemeyi çevreyi kirleterek gerçekleştirdikleri unutulmamalı.
İklim değişikliğinin olumsuz etkileri kendini hissettirmeye başlayınca, yaşanan tahribatın önüne geçmeye yönelik olarak bir bilinç geç de olsa oluştu. Yeşil Mutabakat, son dönemin en popüler çevre konusu. AB, sıfır karbon salınımı hedefine yönelik yol haritasını açıkladı. Biden yönetimiyle birlikte ABD de benzer bir yola girmek üzere. Gelişmiş ülkeler, önce mevcut karbon salınımlarını 2030’a kadar yarı yarıya azaltmayı, 2050’ye gelindiğinde ise sıfır karbon ekonomisine ulaşmayı hedefliyor. Bu hedef doğrultusunda ilerlerken sadece kendi sınırları içerisinde karbon salınımını azaltmanın küresel iklim değişikliğini yavaşlatmaya yetmeyeceğini de biliyorlar. Diğer ülkelerin de benzer adımlar atmalarını istiyorlar. Hatta Çin gibi gelişmekte olan ülkeleri bunu yapmaya mecbur bırakmaya çalışıyorlar. Bu sıkıştırmayı genel olarak sınır ötesi karbon vergisiyle yapmayı planlıyorlar. AB ve ABD, dışarıdan ithal ettikleri ürünlerin karbon salınımını takip ederek üretimdeki karbon salınımıyla orantılı olarak bu ürünleri vergilendirmeye hazırlanıyor.
REKABET AVANTAJI İÇİN YAPTIRIM ARACI
Batılı ülkelerin burada ikiyüzlü bir politika izledikleri bir gerçek. Zira kendi ekonomik çıkarları için yüzlerce yıl doğanın canına okuduktan sonra gelişmekte olan ülkelere parmak sallamaları çok da masum değil. Gelişmekte olan ülkeler de bu noktaya itiraz ediyor: Biz de sizin gibi ekonomik olarak gelişmeye çalışırken karbon vergisi gibi ilave maliyetleri nasıl göğüsleyeceğiz? Batılı ülkeler, gelişmekte olan ülkeleri yeşil teknolojilere geçmeye teşvik etmek için bazı özel finansman mekanizmalarını devreye sokmaya çalışıyor. Ama bu uygun maliyetli finansman olanakları ne gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomiyi dönüştürmeye yetecek miktarlarda ne de Batılı ülkelerin geçmişte dünyayı uğrattıkları çevre zararlarını telafi edecek seviyelerde. Bir de Batılı ülkelerin karbon vergisini dış ticarette kendilerine rekabet avantajı kazandırabilecek bir yaptırım aracı olarak kullanabileceklerine yönelik endişeler var. Ticaret savaşlarını düşünecek olursak bu endişelerin yersiz olmadığını söyleyebiliriz.
REFORM PAKETİNDE YEŞİL DÖNÜŞÜM
Amacı ve yöntemi ne olursa olsun karbon vergisi er ya da geç hayatımıza girecek. Türkiye olarak buna hazırlıklı olmalıyız. Meselelere daima insani ve etik açılardan bakmaya çalışan bir ülke olarak daha çevre dostu bir ekonomiye nasıl geçebiliriz meselesini sorgulamamız lazım. Bunu yaparken bir taraftan sanayileşmede kat etmemiz gereken mesafe olduğunu, bir taraftan da yeşil teknolojilere geçişin kaçınılmaz olduğunu unutmamalıyız. Yeşil dönüşümün parasal maliyetleri olacak. Bu maliyetleri reel sektör için aşağıya çekecek finansman modelleri geliştirmeliyiz. Yeşil dönüşümü cari açığı arttıracak şekilde gerçekleştirmekten kaçınmalıyız. Yeşil teknolojilerin ülkemiz sınırları içerisinde üretimine daha fazla destek olmalıyız. Finansman ve teşvik ihtiyacı bu konuda kamunun desteğinin ne derece kritik olduğunu gözler önüne seriyor. Yeni reform paketinde Türkiye ekonomisinin yeşil dönüşümüne dair umut vaat eden politikalar mevcut. Bunları başarıyla hayata geçirebilirsek, Türkiye olarak diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla yeşil dönüşümü az maliyetli ve daha hızlı biçimde gerçekleştirebiliriz. Bu durumda Batılı ülkelerin uygulamayı planladığı karbon vergisi, Türkiye için bir tehdit olmaktan çıkar ve akran ülkelerin dış ticarette önüne geçmemiz için fırsata dönüşür.
02 Nisan 2021 Cuma