Hakan  GÜLDAĞ

Hakan GÜLDAĞ

Diğer Yazıları

Geçen hafta Umman Körfezi’nde iki tanker ‘şüpheli’ şekilde vuruldu. Şüpheli dediğim, tankerlere kim saldırdı, neyle saldırdı belirsiz. Mayın mı, roket mi, torpido mu belli değil. Kimse de üstlenmiyor. Aksine suçu birbirine atıyor. Türkçesi, tankerler kim vurduya gitti. İngiliz donanması gelişmeyi ‘tanımlanamayan bir olay’ diye niteledi.

Açıklamalara göre, Panama ve Marshall Adaları bandralı tankerler Japonya’ya petrol taşıyordu. Olayın ardından petrol fiyatları yüzde 4’ten fazla arttı. Ancak bu olay sadece petrol fiyatlarının artmasının ötesinde anlamlar taşıyor.

Tankerler vurulduğunda Japonya Başbakanı Şinzo Abe İran’daydı. 1979’daki devrimden sonra ilk kez bir Japon Başbakanı İran’ı ziyaret ediyordu. Bir dönem İran’dan petrol alımlarını artıran Japonya, ABD’nin tanıdığı imtiyazların kalkmasıyla petrol alımını durdurmuştu. Abe, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile bir araya geldi. İran dini lideri Ayetullah ile görüştü. ABD ile İran arasındaki gerginliği yatıştırmak için arabuluculuk yapmayı teklif etti. Tokyo’nun İran’ın Ortadoğu’da barışın inşa edilmesi için Tahran’ın üstleneceği yapıcı role her türlü desteği vermeye hazır olduğunu söyledi. “İran’da nükleer faaliyetlerin barışçıl amaçla yürütüldüğünü ve Hamaney’in nükleer silah üretmeyecekleri konusunda söz verdiğini” açıkladı. Ruhani ise Japon Başbakanı’nın İran’dan petrol almaya “hâlâ istekli” olduklarını söylediğini vurguladı. Aynı gün, Umman Körfezi’nde seyir halindeki Japonya’ya yük götüren petrol tankerleri saldırıya uğradı.

***

İran üzerindeki baskıyı artırmaya çalışan ABD, saldırıdan İran’ı sorumlu tutuyor. Saldırılarda mıknatıslı mayınların kullanıldığını öne sürüyor. Olaydan çok kısa bir süre sonra Pentagon, “İran’ı saldırıya uğrayan gemiden mayın sökerken görüntüledik” açıklaması yaptı. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, “İşin profesyonelliğine baktığımızda İran’ın sorumlu olduğunu görüyoruz. Bölgede bu karmaşık saldırıyı düzenleyecek kaynak ve yeteneğe sahip başka bir grup yok” dedi. ABD bölgeye ilave asker gönderme kararı aldı.

İran ise saldırıyla bir ilgisinin olmadığını söylüyor. Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamalarda ABD’yi ekonomik terörünü örtbas etmek için İran’a karşı “sabotaj diplomasisi” uygulamakla suçladı.

Japonya, saldırıya uğrayan gemiden doğrudan aldığı bilgilere göre “mayın değil, roket saldırısı” açıklaması yaptı.

Avrupa da ABD’nin açıklamalarına deyim yerindeyse, hemen atlamadı. “ABD’nin dijital görselinin bir şey kanıtlamadığı” görüşündeki Almanya’nın Dışişleri Bakanı Heiko Maas, “Gelen haberler rahatsız edici. Değerlendirme yapmamız için bulgulara ihtiyaç var” derken, Avrupa Birliği’nden “bölgede provokasyonlardan kaçınılmalı” çağrısı yapıldı.

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ise ABD’nin İran’a yaptığı baskıyı kınayarak “Dünya, Orta Doğu’da Pandora’nın kutusunu açmasın” uyarısında bulundu.

***

Doğrusu, bu hafta Japonya’da yapılacak olan G20 zirvesi öncesi dünya ‘çivisi çıktı, çıkacak’ bir görüntü veriyor. Giderek daha tehlikeli bir hal alıyor. Konuşulup halledilmesi gereken sorunlar iyice birikti. Gelgelelim, kimse o taraflı değil. Açıklamalara bakarsanız, lafta herkes sorunların farkında. Çözüm istiyor görünüyor. Ancak iş ülkeler arasında sorunlara çözüm getirmekte işlevsel olacak ortak bir zemini yeniden kurmaya gelince... Ortada ciddi bir çaba yok.

Oysa dünyanın yeni bir düzene ihtiyacı olduğu ayan beyan ortada. ‘Eski’ dünya düzeninin bir süredir üzerine durduğu sütunlar çatırdıyor. Washington Konsensüsü bitti. Birleşmiş Milletler etkisiz. G20 işlemiyor. Dünya Ticaret Örgütü’nü dinleyen yok. Kısacası, dünyanın güvenle üzerine basabileceği sağlam bir uluslararası yönetişim sistemi yok.

Görünen o ki, ABD de artık düzen getirici bir güç olarak yetersiz kalıyor. Kaldı ki, kendisi de buna pek niyetli görünmüyor. Şu sıralar, düzen getirmekten çok, düzen bozucu bir rol üstlenmiş gibi...

Bu süreçte, dünya giderek daha kuralsız bir yer haline geliyor. Tarih bize kuralsızlığın arttığı, çok taraflı olarak kabullenilmiş bir düzenin olmadığı dönemlerde, dünyada nüfuz alanlarına bölünme eğiliminin arttığını gösteriyor. Böyle ortamlarda, hemen her önemli uluslararası krizin kontrolden çıkma ihtimali de yükseliyor.

ÇÖZÜMÜ KOLAYLAŞTIRMAK İÇİN ‘BÜTÜNLEYİCİ DÜŞÜNCE TARZI’

Çalkantıların dalga boyunun arttığı, türbülansların sıklaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Kimi uzmanlar, bu dönemi ‘yeni normal’ diye adlandırıyor. ‘Normal’ zamanlardaki kurallar ‘yeni normal’de ancak kısmen geçerli. Yönetimler şaşkın. Normal dönemlerde başarılı olan şirketler bu yeni dönemde ‘patinaj’ yapmaya başladı. Ve belli ki, yeni dönemin sorunlarına panik içinde el atanların oyun dışına itilmesi hızlanacak.

Bu dönemde aklınıza gelen ilk pratik çözümü hayata geçirmeye çalışmak işe yaramıyor.

‘Fırtınalı dönemlerde yönetim’ çalışmasıyla da tanınan ‘guruların gurusu’ Peter Drucker’ın yerine geçmeye aday isimlerden Harvard Business School’un öğretim üyelerinden Roger Martin, günümüzün sorunlarına çözüm bulmaktaki zafiyetlerin ancak ‘bütünleyici düşünce tarzı’ ile aşılabileceğini söylüyor.

Martin’e göre, bütünleyici düşünmek öncelikle, aynı konuya ters açıdan bakabilmeyi gerektiriyor. Birbiriyle çatışan iki fikri de aynı anda akılda tutup, sonra da her ikisinin de önemli yönlerini geliştiren bir sentez yaratmak...

Roger Martin, “geleneksel liderler karar alırken belli temalar üzerine yoğunlaşır. Konuyu parçalara böler. Her bir parça üzerinde tek tek dururlar. Ve kendilerine en iyi görünen alternatifi seçerler” diyor ve ekliyor:

“Fakat gerçekten başarılı liderler, ‘o ya da bu’ türü kararlarla yetinmez. O anda belki aşikar olmayan etkilerin peşine düşer. Değişkenler arasında doğrusal olmayan ilişkileri arar. Problemi bir bütün olarak görür. Böylece çatışan fikirler arasında uzlaşmalar yaratıp, yenilikçi çözümler üretir.”

Roger Martin, bütünleyici düşünme tarzı önerisini, 50 ünlü iş insanı ile görüşmeler yaptıktan sonra formüle etmiş. “Önemli olan, ters açıdan bakıp, kimsenin aklına gelmeyen üçüncü seçeneği bulabilmek” diyen Martin, Türkçeye ‘Ters Açı’ adıyla çevrilen kitabında Procter and Gamble şirketinin CEO’sunun söylediklerinin altını çiziyor:

“Biz ‘veya’ ile kazanamazdık. Herkes ‘veya’yı hayata geçirebilir. Eğer bir şey lehine diğerinden vazgeçilen bir oyunun içinde yer alırsanız kazanamazsınız.”

Anlaşılan bugünlerde, ödülleri ‘veya’ yerine ‘ve’ diyebilen, tatsız seçeneklerin arasına gizlenmiş en iyi çözümü bulanlar toplayacak.

PETROL TRAFİĞİNİN 3’TE BİRİ HÜRMÜZ’DEN GEÇİYOR

Petrol tankerlerine yapılan saldırı ile Hürmüz Boğazı bir kez daha gündeme geldi. Aslına bakarsanız, Hürmüz bölgedeki her gerilimle gündeme geliyor. Çünkü bu boğaz, deyim yerindeyse dünyada en çok ticareti yapılan mal yani enerji için bir ana damar. Suudi Arabistan, İran, BAE, Kuveyt ve Irak ham petrol ihracatının büyük kısmı buradan geçiyor. Katar doğalgazının ise tamamını Japonya, Güney Kore, Çin gibi dünya ekonomisinde önemli yeri olan Asya Pasifik ülkelerine, Avrupa ve de Amerika pazarlarına Hürmüz bağlıyor.

Dünyada deniz yoluyla taşınan petrolün üçte biri her gün Hürmüz Boğazı’ndan geçiyor. Somutlaştıralım: Günde 16 ila 19 milyon varil petrol ve diğer sıvı yakıtlar İran ile Umman’ı ayıran bu su yolundan geçiyor. Dünyanın tüm petrol tüketimi diye bakarsak (günde yaklaşık 100 milyon varil) o hacmin de beşte biri...

Kısacası, bir yer için ‘stratejik’ kelimesini kullanacaksak, Hürmüz Boğazı, tek kelimeyle bunun adresi. Boğazın en dar yeri 21 mil (33 km) genişliğinde. Ancak deniz ulaşımına her iki yön için 2 millik (3 km) genişlikte kullanılabiliyor. ABD’nin ‘ticari gemileri korumak’ gerekçesiyle donanmasının 5. Filo’sunu sürekli bulundurduğu Hürmüz’de bugüne dek pek çok kritik ve acı olay yaşandı. 1980-1988 arasındaki İran ve Irak arasında, birbirlerinin petrol ihracatına zarar vermek üzere giriştikleri “tanker savaşları” en bilineni. Ancak bugün de İran’ın zaman zaman ‘kapatmakla’ tehdit ettiği bu boğazda, 1988 yılında ABD savaş gemisi Vincennes’in bir İran yolcu uçağını düşürmesi ve 290 kişinin ölümüne neden olması dahil, bugüne kadar irili ufaklı onlarca ‘kaza’ ve çatışma yaşandı.

İRAN-JAPONYA TİCARETİ DARALIYOR

Japonya’nın resmi kurumlarına göre 2017’de yaklaşık 500 milyar yen (yaklaşık 4.6 milyar dolar) olan iki ülke arasındaki ticaret hacmi, ABD’nin Türkiye dahil 8 ülkeye tanıdığı muafiyetin sona ermesiyle birlikte daralmaya başladı. İran, Japonya’ya neredeyse tamamı petrol olmak üzere 400 milyar yen ihracat gerçekleştirirken, Japonya’nın İran’a ihracatı 90 milyar yen düzeyindeydi.

24 Haziran 2019 Pazartesi