tatil-sepeti
Prof. Dr. Nurullah GÜR

Prof. Dr. Nurullah GÜR

Diğer Yazıları


ngur@medipol.com.tr

 

Önceki yazılarda küresel ekonominin içinden geçtiği değişim ve dönüşümleri anlatmaya çalışmıştım. Gelişmiş ülkeler, 2008’deki küresel finans krizinden sonra uyguladıkları yanlış politikalardan dolayı uzun süre bellerini doğrultamadı. Ekonomik ve sosyal sorunların sürekli halının altına süpürülmesi, birçok siyasi çalkantıyı ve belirsizliği beraberinde getirdi: Brexit, Trump’ın 2016’daki seçim zaferi ve Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi… Artan ekonomik maliyetler ve kutuplaşan siyaset dönüp dolaşıp ekonomik tercihlerin değişmesine neden oldu. Küreselleşme ve liberalizm güç kaybediyor. Ticaret savaşlarıyla birlikte korumacı duvarlar yükseldi. Ekonomik yaptırımların sayısı hızla arttı. Küresel sermaye, gelişen ülkelere karşı daha temkinli hareket etmeye başladı. 

 

Koronavirüs salgını ve Rusya-Ukrayna savaşı tüm bu karmaşaya tuz biber ekti. Bu gelişmelerin yanı sıra, iklim değişikliğinin artan etkileri, yeşil enerjiye geçiş sürecini hızlandırdı. Tabii bir de yapay zeka ve akıllı robotlar gibi yeni nesil teknolojilerin sanayiyi yeniden şekillendirdiğine şahitlik ediyoruz. 

 

ABD, Çin’e olan üretim bağımlılığını azaltmaya dönük stratejiler izliyor. Bu doğrultuda küresel tedarik zincirlerinin bir kısmının Çin’den diğer bölgelere doğru kayması bekleniyor. Hindistan, en büyük alternatiflerden biri. Ama ekonomik ve siyasi nedenlerden ötürü Hindistan’ın, Çin’in yerini birebir doldurması mümkün değil. Zaten Batılı ülkeler de üretimin kayda değer bir kısmını Asya’dan daha yakın coğrafyalara çekmek istiyor. AB ise enerjide Rusya’ya olan bağımlılığını azaltma derdinde. 

 

FIRSAT PENCERESİ 

 

Yaşanan değişim ve dönüşümleri iki paragrafa sığdırmak kolay olmadı. Şimdi gelelim Türkiye’nin pozisyonuna. Türkiye, küresel değişim ve dönüşümleri kendi lehine çevirebilir. Bu noktada kıymetli avantajlarımız var. Katma değer ve markalaşma gibi konularda sıkıntılarımız olduğu doğru. Ama Türkiye, üretim yelpazesi geniş bir ülke. Dolayısıyla, Batılı ülkelerin tedarik taleplerine cevap verebilecek potansiyelimiz var. Salgın döneminde reel sektörün fırsatlara verdiği hızlı ve akıllı reaksiyon, potansiyelimizin bir göstergesi. Salgın öncesine kıyasla Türkiye’de sanayinin ekonomiden aldığı pay 5 puan, toplam ihracat ise 73 milyar dolar artış kaydetti. 

 

Türkiye; limanlardan köprülere, demiryollarından karayollarına bütün altyapısını yeniledi. Modern altyapımız, ülkemizin coğrafi avantajlarını daha fazla ön plana çıkarmaya başladı. Beşeri sermayemizi de yabana atmamak lazım. Yıllarca enerjide dışa bağımlı olmanın sıkıntılarını yaşayan Türkiye, son yıllarda büyük bir atılım içerisinde. Yenilenebilir enerjinin payı son 12 yılda yüzde 26.4’ten yüzde 41.7’ye yükseldi. Bir taraftan da Mavi Vatan’da doğalgaz ve petrol arayışlarımız sürüyor. Türkiye yakın gelecekte reel sektörün üzerindeki yüksek enerji maliyetini rekabetçi seviyelere indirmeyi başaracak.

 

Tüm bu avantajlar dikkate alındığında, Türkiye’nin bölgesel bir üretim merkezi olma hedefinin boş bir hayal olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama bu hedef doğrultusunda ilerlerken yolumuzu zorlaştırabilecek bazı engellerin olduğu da bir gerçek. Bir sonraki yazıda da bu zorlukları el almak temennisiyle…

06 Şubat 2023 Pazartesi