Doç. Dr. Nurullah Gür
Devletin ekonomideki rolü, iktisadın en çok tartışılan konularının başında gelir. Liberaller, devletin hareket alanının mümkün olduğunca daraltılması gerektiğini savunurlar. Kalkınmacı devlet anlayışı ise piyasa başarısızlıklarını giderme ve piyasaları doğru alanlara yönlendirme konusunda kamunun daha aktif rol oynaması gerektiğini öne sürer.
1980’lerden 2008’deki küresel finans krizine kadar geçen süre zarfında dünya genelinde liberal anlayış ekonomi politikalarına hakim oldu. Ancak, krizden sonra sanayiden dış ticarete, teknolojiden finansa birçok alanda kamunun etki alanını genişlettiği bir döneme girdik.
Bazı küçük ada ülkelerinin ve doğal kaynak zengini ülkelerin istisnai durumlarını göz ardı edecek olursak, düzgün işleyen bürokratik sistemin ve etkili kamu politikalarının ekonomik gelişmeyi yakalamış büyük ülkelerin başarı hikayesinde kritik roller oynadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum, liberal ekonominin beşiği olarak kabul edilen İngiltere ve ABD için dahi geçerlidir.
Peki, devlet ekonomide nasıl etkin bir rol oynayabilir?
Bu konuda öncelikle altı çizilmesi gereken noktalardan biri, devletin özel şirketlerle rekabet eden değil, onların daha verimli çalışması için uygun ortamı ve desteği sunan taraf olması gerektiğidir. Kamu, öngörülebilir politikalar uygulayarak ve gereksiz bürokratik düzenlemelerden kaçınarak özel şirketler için düzgün işleyen bir iş ortamı sağlamalıdır. Haksız rekabetin önüne geçerek çürük oyuncuları piyasaların dışına itmelidir. İşini hakkıyla yapanların ise önünü açmalıdır.
Güçlü ortaklıkların ve iş ilişkilerinin kurulması, mülkiyet haklarının gözetilmesi, sözleşmelere riayet edilmesi, çalışan ve işveren haklarının adilane bir şekilde korunması ve ekonominin dünyadaki değişen koşullara daha kolay adapte olması için etkin ve hızlı işleyen bir hukuk sistemi tesis edilmelidir.
Kritik öneme sahip ara mallarına uygun fiyatlardan erişim, şirketlerin yurtdışında rekabet edebilmeleri için oldukça belirleyici bir faktördür. Devlet, kendi sınırları içerisinde çıkmayan enerji kaynaklarının ve hammaddelerin yurtdışından ucuza temin edilmesi için ticaret diplomasisini sonuna kadar kullanmalıdır. Yüksek teknolojili ara mallarının üretimi için ise seçici teşvik politikaları uygulanmalıdır.
Yatırım süresi uzun, başlangıç maliyetleri ve pozitif dışsallıkların ise yüksek olmasından dolayı şirketlerin girmeye cesaret edemediği alanlarda devlet, özel sektörü cesaretlendirmeli ve desteklemelidir. Türkiye’de devletin yerli otomobil projesinde göstermiş olduğu koordine edici ve destekleyici performans bu duruma güzel bir örnektir.
Yüksek teknolojili ürünlerin üretilip ihraç edilebilir hale gelmesi için ölçek ekonomisini yakalamak gerekiyor. Bu ürün gruplarında iç piyasada belli bir üretim ölçeğine ulaşmak için kamu alım garantileri belli bir süre devreye girmelidir. Devlet, ürünler ihraç aşamasına geldiğinde ise ticaret diplomasisini kullanarak dış pazarlara açılmada özel sektöre yardımcı olmalıdır.
Devlet, verdiği teşviklerin ne derece etkin kullanıldığını yakından takip etmelidir. Eğer destekler bazı şirketler tarafından suistimal ediliyorsa, bunlara yönelik piyasa koşulları içerisinde cezai müeyyidelerin (belli bir süre bu şirketlerin yeni teşviklerden yararlanmaması ve kamu ihalelerine alınmaması gibi) uygulanması düşünülebilir.
Öngörülü kamu kurumları, ekonomik istikrarı korumak için makro ihtiyati politikalar uygular.
Bu sayede ekonominin mevcut kırılganlıkları azaltılarak ilerleyen zamanlarda karşılaşılabilecek dış şoklara karşı ekonominin direnci artmış olur.
Bütün bunlarla birlikte, devletin gelir dağılımını düzeltmek ve fırsat eşitliği sağlamaya yönelik olarak da politikalar uygulaması elzemdir. Piyasa koşullarında oluşan gelir dağılımını düzeltmek için dolaysız vergilerin payının daha yüksek olduğu bir vergi sistemi oluşturulmaya çalışılmalıdır. Fırsat eşitliği için gençlerin kaliteli eğitime erişimi garanti altına alınmalıdır. Batılı gelişmiş ülkelerde popülist partilerin ve liderlerin son yıllarda yükselişe geçmesinin altında yatan en büyük faktörlerden biri, kamunun 1980’lerden sonra uzun bir süre gelir dağılımı ve fırsat eşitliği gibi konuları göz ardı etmesinin ortaya çıkardığı sosyal tansiyondur.
Ekonomi büyüdükçe ve dönemin şartları değiştikçe devlet mekanizmasının işleyişini iyileştirecek yeni reform ihtiyaçları ortaya çıkıyor. Bu, ekonomik gelişimin göz ardı edilemeyecek bir gerçeği ve gereksinimidir.
10 Ocak 2020 Cuma