Hakan Güldağ
Hep dilimizde: “Türkiye’nin yeni bir hikayeye ihtiyacı var!” Yeni hikayeden ne kastedildiği belli: Ekonomide yeni bir gelişme heyecanı yaratacak bir büyüme stratejisinin oluşturulması...
Bu hikaye, yani yeni büyüme stratejisi ne olabilir? Soruya çok farklı cevaplar verilebilir tabii... Ancak aklın yolu birse, Türkiye’ye yeni bir başarı öyküsü yazdıracak hikaye ancak ve ancak ekonomiyi sıçratacak ve üretim kabiliyetlerimizde ‘upgrading’ sağlayacak bir teknoloji atılımı olabilir. Çünkü ekonomik gelişme çeşitli yollarla sağlanabilir ama ekonomik kalkınmanın temelini teknolojideki değişiklik ve gelişmeler oluşturur.
Çok fazla örneğe de, söze de gerek yok. Eğri oturalım, doğru konuşalım. Teknoloji düzeyinin sürekli yükseltilmesi sayesinde Güney Kore, son 40 yılın kalkınma yarışında Türkiye’ye tur bindirdi.
Bizde ise ticaret ve sanayiden elde edilen sermaye birikiminin önemli bir bölümü lüks konut inşaatına ve AVM yapımına aktı. Oysa kalkınmanın dinamikleri sır değil: Ekonominin tümü dikkate alındığında belirli bir sektördeki sermaye birikiminin, teknolojisi daha yoğun yeni sektörlere akması büyüme ivmesini güçlendiriyor.
***
Türkiye bu konuda elini kolunu bağladı, hiçbir şey yapmadı, seyretti demek doğru değil.
90’lı yılların başından itibaren teknoloji alanında atılım planları yapıldı. TÜBİTAK, Cumhuriyetimizin 100’üncü yılını hedefleyerek 2003’te, 20 yıllık bir yol haritası hazırladı. Hükümet bu yol haritasını bir atılıma dönüştürmek için kolları sıvadı. ‘2023 vizyonu’ ortaya konuldu. Türkiye’nin büyük üniversitelerinde teknoparklar ve teknoloji merkezleri kuruldu. Araştırma-geliştirme merkezlerinin sayısı bini aştı.
Bakanlık verilerine göre 2019’da Türkiye’de 83 teknopark var. Teknopark bulunan şehir sayısı ise 55. Araştırma-geliştirme ve inovasyon kararlılığı yurt sathına yayıldı. Bütün bunlar olumlu...
Şimdi bu yolculuğun aksayan yönlerine daha fazla odaklanmak gerekiyor. Örneğin bu yolculuktaki deneyimlerimizle ortaya çıktı ki, parasal kaynakların ve insan zenginliğinin çok sayıda kuruma ve merkeze bölünmesi teknolojik atılımın tam anlamı ile gerçekleştirilmesini geciktiriyor.
***
Söylemeye çalıştığım, yepyeni beyaz bir sayfa açmak değil. Bugüne kadar inşa ettiğimiz kapasite önemli. Şimdi, mevcut teknoparklar ve teknoloji merkezleri çalışmasına devam ederken, uygun bir kentte iddialı, geniş araştırma ve laboratuvar imkanlarına sahip tek bir merkez kurulabilir.
Benzer girişimler dış ülkelerde denendi. Teknoloji, bilgi ve inovasyon kentleri oluşturuldu.
Örneğin, Güney Kore’de kurulmasına daha 1973’te başlanan Daedeok Innopolis’de bugün 7 bini doktora derecesi sahibi 20 bin araştırmacı çalışıyor.
Teknoloji yarışında son dönemde göreceli olarak geriye düşmüş görünen Fransa’nın Antibes kentinde kurulan Sophia Antipolis’de şimdi çok sayıda bilim insanı ve teknik eleman araştırma ve üretim yapıyor.
Hollanda’nın Eindhoven kenti yakınlarında kurulan Brainport da bu alandaki önemli örneklerden. ‘Beyin Limanı’ binlerce teknik elemanın araştırmalar yaptığı bir merkez olarak dikkat çekiyor. Brainport’un üç büyük laboratuvarında, araştırmacılar serbestçe deney yapabiliyor. Yeni oluşturulan ticarileştirme mühendisliği bölümü ise yeniliklerin pazara sunulması konusunda yol gösteriyor.
Son dönemde Ay’ın karanlık yüzüne uzay aracı indirecek denli yüksek teknoloji kapasitesi inşa etmiş olan Çin’den eğitimi teknolojik atılımı için müthiş bir sıçrama tahtası haline dönüştürmüş olan Finlandiya’ya, yeni yükselen güç Hindistan’dan Brezilya’ya kadar her iddialı ülkede benzer kurum ve kuruluşlar belirli bölgelerde ve kentlerde faaliyet gösteriyor.
ABD’deki Silicon Valley belki de bu alandaki en çarpıcı örneklerden biri. İyiyi taklit etmekte bir yanlış yok, ancak Türkiye’de Silicon Valley ve diğer başarılı örnekleri taklit etmek yerine kendi koşullarımıza uygun bir ‘mega teknoloji merkezi’ kurulması, kaynakların altyapı projeleri yerine artık teknolojiye yöneltilmesi, yapısal değişim yolunda çok önemli bir adım olabilir.
Bu hafta Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanını kutluyoruz. 2019 yılı, Cumhuriyetimizin ilanının 96’ncı yılı. 100’üncü yılımıza Türkiye’ye yeni bir başarı öyküsü yazdıracak bu adımı atmış olarak girmek, ülkemizin geleceğine olan güveni bir üst seviyeye taşıyacaktır.
Türkiye’nin yeni bir hikayeye ihtiyacı, ancak teknolojide büyük atılımla giderilecek.
ÜRETİM KAPASİTEMİZ ZENGİN
Cumhuriyeti kuran kadroların sonuç odaklı çalışkanlığını sürekli hatırlamamızda fayda var. Belki de Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıflatan o dönemin büyük güçlerinin neler yaptıklarının ilk elden şahidi olmanın getirdiği bilinçle, iktisaden güçlü olmayı ön planda tutmuşlardır. “Üç beyazlar” hamlesi de o yaklaşımın sonucudur. Yok canla, un, şeker, bez gibi temel ihtiyaç maddelerini üretecek fabrikalar kurulmuştur.
Türkiye’nin 1970’li yıllarda hızlanan sanayileşmesini ve 1980’deki dönüşümü mümkün kılan koşullar da Cumhuriyetin başlangıç yıllarındaki o kapasite inşası ile yakından ilgilidir. O yıllardan gelen kapasite inşası nedeniyledir ki, bugün Türkiye kendi bölgesinin önemli bir üretim ve ticaret ülkesidir. İşte bugün Avrupa’da satılan her 4 televizyondan, her 5 beyaz eşyadan biri Türkiye’de üretiliyor. Sadece televizyon ve beyaz eşya da değil. İtalya’dan Çin Seddi’ne uzanan bölgede Türkiye en modern ve çeşitli üretim kapasitesine sahip ülke olarak geleceğe umutla bakıyor.
YENİ SANAYİ DEVRİMİ TÜRKİYE İÇİN FIRSAT
İş dünyasından toplumun çeşitli kesimlerine yansıyan ‘yeni başarı hikayesi’ arzusu, Türkiye’nin bugüne kadar yaptıklarını yaparak daha ileriye gidemeyeceğinin kabulünü gerektiriyor. Şimdi Türkiye’nin teknolojik bir atılımla, küresel değer zinciri içindeki payını yükseltmesi gerekiyor.
İyi de nasıl? Bunun için nasıl bir yol izlenmeli? Teşvikler bu ihtiyaca göre nasıl kurgulanmalı?
Son dönemde bu konuya kafa yoranlar şu saptamayı yapıyor: “Türkiye’nin büyüyebilmesi için tüm sektörlerde aynı anda verimlilik artışlarını getirecek bir teknolojik yenilenmeye ihtiyaç var.” Ve hemen arkasından ekliyorlar: “Dünyada hız kazanan yeni sanayi devriminin teknolojik altyapısı Türkiye için fırsattır.”
Yani diyorlar ki, bugün dünyadaki durum, koşullar, dahası zamanın ruhu da buna uygundur. “Yeni sanayi devriminin gündeme getirdiği yeni teknolojiler ile Türkiye ekonomisinin teknolojik yenilenme gereği birbiri ile örtüşüyor.”
Kastettikleri, biyoteknoloji, nanoteknoloji, kent teknolojileri ile yapay zeka ve blockchain teknolojisi dahil bilgi ve iletişim teknolojileri... Bu teknoloji platformları tüm sektörleri aynı anda dönüştürme kabiliyetine sahip yeni teknolojiler.
Bu yaklaşımı destekleyen çok önemli bir tespit de şu: “Çağımız artık sektör ya da proje değil, teknoloji seçme çağıdır.”
Öyleyse, Türkiye elindeki imkanlar setiyle hangi teknolojiler vasıtasıyla ne tür sektörlerle sıçrayabileceğini hesap edip, doğru adımları atmalı.
Cumhuriyetin 100’üncü yılına 4 kala memleketin yapısal reform gündemi net görünüyor.
YALNIZ TEŞVİKLE OLMUYOR
Türkiye’de teknolojik yoğunluğu yükseltmenin önemi çok açık.
Peki, bu görevi kim üstlenecek? Ve nasıl?
Uygulanan çok sayıda teşvik paketine rağmen yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi üretimi ve ihracatı içindeki payı resmi istatistiklere göre yüzde 3.2 gibi çok düşük bir düzeyde. Ortanın üstü teknolojili ürünlerde ise üretim ve ihracat açısından artış giderek zorlaşıyor.
Cari açığın azaltılması, sanayideki teknolojik düzeyin yükseltilmesine bağlı. Altyapı projeleri çok önemli. Ancak o alanda belli bir yere de gelindi. Şimdi imalat sanayi sektörlerine öncelik verilmesi gerekiyor.
Bu konuda devlete belki de Cumhuriyetin ilk döneminde olduğu gibi ‘aktif bir rol’ düşüyor. Devlet gerektiğinde sermaye de koyarak kritik ve stratejik sektörlere yatırım yapabilir. Özel sektör ve dış ülkelerdeki büyük teknoloji şirketleri ile ‘ortak girişim’ kurabilir. Bu ortaklıklara yap-işlet-devret modelinden farklı olarak devlet sermaye de koyabilir.
10. Beş Yıllık Plan, yapılabilecekler konusunda bir hayli ipuçları içeriyordu. Örneğin Eti Maden, THY örnek alınıp yeni tür bir KİT geliştirilebilir veya ASELSAN ve HAVELSAN tipi yapılanmalara, teknolojiyi çevre şirketlere de yayacak uygulamalara gidilebilir.
25 Ekim 2019 Cuma