Hakan  GÜLDAĞ

Hakan GÜLDAĞ

Diğer Yazıları

Hakan Güldağ

Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 15’e çekmesinin yankıları ve etkileri sürüyor. Merkez Bankası, faizi bu düzeye 4.75 puanlık ya da para piyasalarında tercih edilen tabirle 475 baz puanlık artışla çekti.

Merkez Bankası’nın faizi artırması taktiktir. Taktikler önemlidir. Doğru taktikler size mücadelede üstünlük sağlar. Öte yandan, taktik bir stratejiye bağlı olarak kullanılıyor ise anlamlı ve işlevseldir.
Bir önceki Eko-Mercek’ten hatırlayacaksınız... Ne diyordu, açık ara dünyanın en çok okunan iş-yönetim kitaplarından biri haline gelen Savaş Sanatı’nın yazarı Çinli general Sun Tzu?
2 bin 500 yıl öncesinden, “Taktiği olmayan strateji, zafere giden en uzak yoldur” diye sesleniyordu. Hemen ardından da vurguluyordu: “Bir stratejiye bağlı olmayan taktik ise yenilgiden önceki gürültüdür.”

***

Bunları tekrarlamamın bir nedeni var. Anlatacağım.

Ama müsaadenizle, önce şu ‘strateji-taktik’ meselesiyle ilgili uzmanlardan da yararlanarak, biraz daha arka plan bilgi aktarayım. Kavramları birbiriyle bağlantıları içerisinde sıraya sokmakta fayda var.
Strateji, vizyon ve hedeften sonra ama taktikten önce gelir. Önce bir strateji ortaya konulur, sonra politika, plan ve projeler belirlenir.

İster küçük bir işletme, isterse bir ülke olsun, her tür yönetim sürecinin ruhu ve itici gücü vizyondur. Vizyon beyindeki gözdür. Zihindeki radardır. Bugünden yarınlara uzanır.

Görüş mesafesinin kısa olduğu ve belirsizlik sisinin etrafı kapladığı bir ortamda, ufkun arkasındaki aydınlık bir geleceğin varlığına olan inanç, insanları umutlandırır ve heyecanlandırır. Umut ve heyecan ise her alanda performansı yükseltir. Mesela, temel vizyon, Türkiye için gelişmiş ülkelere yetişmek, bir şirket için ise dünya standartlarında üretim yapmak olarak belirlendiğinde, beyinde canlanan tablo, tüm yönetim sürecine hayat verir, tempo kazandırır.

Vizyon, somut ve sayısal hedeflere tercüme edildiğinde ortaya çıkan hedefler, yol haritasının çizilmesini kolaylaştırır.

Uzak gelecek ile ilgili vizyon ve hedefler bir anlamda yeryüzüne ‘strateji’ ile iner. Bugünkü durum ile vizyon arasındaki zaman boşluğunu, gerçekçi strateji ve politikalar ile doldurur.

Vizyon yardımıyla belirlenen hedeflere ulaşmanın en kısa ve etkin yolu olarak tanımlanan ‘politika’, stratejinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Göreceli olarak daha soyut olan stratejiyi, uygulamaya yönelik olarak somutlaştıran politikalar, yapılacak iş ile ilgili genel ilke ve kuralları içerir.

Plan ve programa gelince... Son yıllarda bu iki kavram biraz birbirine karıştı ama yapılan işlerin uzun vadeli vizyon ve strateji ile uyumunu orta vadeli planlar sağlar. Üç veya beş yıllık planlarda, alınacak somut önlemlerin takvimi de bulunur.

Çoğunlukla bir yıllık bir süre için hazırlanan programlarda, işlerin ne zaman ve nasıl yapılacağı ile ilgili ayrıntılar yer alır. Zamanında bitirilmeyen işler, sonraki dönemde hızlandırılarak planlardaki aksamalar önlenebilir.

Stratejilerin, işin belli bölümlerinde ve aşamalarında nasıl hayata geçirileceğini uygulanan taktikleri belirler. Vizyon ve stratejinin ruhuna uygun olarak hazırlanmış projeler, hedeflere ulaşmanın en somut aracıdır. Projelerin bilimsel ve gerçekçi olması gelişmeleri hızlandırır.

Program ve projelerin uygulanması sırasında ortaya çıkan sorunların izlenerek değerlendirilmesi, temel strateji ve politikaların yenilenmesine imkan verir. Uygulanan program ve projeler, temel hedeflere uygun sonuçlar vermediği takdirde stratejinin gözden geçirilmesi gündeme gelir.

***

Sürecin diğer halkalarıyla uyumlu bir strateji, küçük bir işletmenin yönetiminden ülke yönetimine kadar her alanda başarının olmazsa olmazı.

Bu tespiti Merkez Bankası’nın son hamlesiyle birlikte niye gündeme getirdiğime gelince...

Ekonomimiz uzun zamandır tekrar tekrar aynı kapılardan geçiyor. Adeta bir sarmal yaşıyoruz. Basitçe şöyle işliyor bu sarmal:

Dövizin fiyatı artıyor. Bu ürün ve hizmetlerin maliyetlerine yansıyor. Maliyet artışı enflasyonu yükseltiyor. Gelirler iyi-kötü enflasyona göre ayarlandığı için ücret-fiyat sarmalı başlıyor. Enflasyon hızla yükseliyor. Fiyatlardaki hızlı yükselişi kontrol altına almak için faiz silahı devreye sokuluyor. Yüksek faiz ‘sıcak para’ girişini tetikliyor. Gelen sıcak para dövizi bollaştırıyor. Döviz bollaşınca, dövizde fiyat artışı duruyor, aksine düşmeye başlıyor. Döviz karşısında Türk Lirası değer kazanmaya başlıyor. Ucuzlayan döviz, ithalatı artırıyor, cari açığı büyütüyor. Bol ithalat, dövizi kıtlaştırıyor. Ve dövizin fiyatı tekrar artmaya başlıyor.

Bazen arkadaki sahneler, zaman zaman aktörler değişse de, uzun yıllardır üç aşağı beş yukarı, hep aynı filmin hem oyuncusu hem seyircisiyiz.

İktisat 101 dersidir: Bir malın arzı azalır, talebi artarsa fiyatı yükselir. Tabii tersi de doğrudur: Arzı artar, talebi düşerse o malın fiyatı düşer.

Bu, Merkez Bankası’nın hamlesi yanlıştı demek değil. Aksine doğru bir adım atıldığını düşünüyorum. Merkez Bankası, gerektiğinde faizleri taktik olarak artırabilir. Ama yüksek faiz sürdürülebilir bir strateji değildir. Asıl üzerine odaklanmamız gereken doğru budur.

Yıllar yılı uyguladığımız politikalar, cari açığı kalıcı olarak cari fazlaya dönüştüremediği için aynı kısır döngüyü yaşıyoruz.

Uzun lafın kısası, “Aynı şeyi tekrar tekrar yaparak farklı sonuç beklemekten” vazgeçmemiz gerekiyor.
Neleri farklı yapabileceğimizi bir sonraki Eko-Mercek’te ele alalım izninizle...

TEMEL STRATEJİ, CARİ AÇIK VERMEDEN BÜYÜME OLACAK

Çaresiz değiliz. Bu sarmaldan çıkmanın yolu var...

Döviz kazandıran ekonomik faaliyetleri büyüteceğiz, döviz harcatan ekonomik faaliyeti azaltacağız. Temel strateji, cari açık vermeden büyüme olacak. Planımız, programımız, taktiğimiz hep bu stratejiye uygun olacak.

Çünkü ancak böyle bir strateji, Türkiye’yi dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olma hedefine yaklaştırır. “Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak” vizyonumuza hizmet eder.

27 Kasım 2020 Cuma