Doç. Dr. Nurullah Gür
ABD ve Türkiye arasındaki toplam ticaret hacmi geçtiğimiz yıl 22-23 milyar dolar seviyesindeydi. Bu yıl da benzer bir rakamın gelmesi bekleniyor. Uzun vadeli hedef, ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkarmak. İddialı bir hedef olsa da bunun ekonomik ilişkileri geliştirmek adına her iki ülke cephesinde belli bir heyecan yarattığı da gerçek. ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross’un 5 gün gibi uzun bir süre kaldığı Türkiye ziyareti bu heyecanın en önemli göstergesi.
ABD’nin korumacı politikalar yoluyla Çin’den ithal ettiği ürünlerin bir kısmını kendi sınırlarında üreterek hem ticaret açığını kapatmak hem de ilave istihdam oluşturmak gibi bir hedefi var. Ancak ekonomik yapı, üretim kapasitesi ve maliyetler açısından bütün boşluğu Amerikan şirketlerinin dolduramayacağı da bir gerçek. ABD, ticaret savaşlarından dolayı Çin’den arta kalan piyasalarda kısa ve orta vadede boşluk oluşmaması ve dolayısıyla ekonominin bundan zarar görmemesi adına alternatif ülkelerle ticari diplomasisi gerçekleştiriyor. Türkiye de bu ülkelerden bir tanesi.
Önümüzdeki 20 yıllık süreçte bir anda 100 milyar dolarlık ticaret hacmini yakalamak zor olsa da bakanlıklar, şirketler ve sivil toplum kuruluşları cephelerinde gerekli adımlar atılabilirse 50-60 milyar dolarlık bir seviyeye çıkmak hayal değil.
Serbest Ticaret Anlaşması (STA) gündemde. Ancak STA imzalamak hem uzun bir süreç hem de sadece bizim ve ABD’nin elinde olan bir şey değil. Gümrük Birliği’nin elimizi bağlayan tarafları var. Bu açıdan Gümrük Birliği’nin revize edilmesinin ne derece kritik olduğu bir kez daha ortada. STA’dan ziyade ilk olarak yakın bir zamanda ABD’nin Türkiye’yi çıkarttığı Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi’nden kaynaklanan kayıpları telafi edecek çözümler üretmemiz gerekiyor.
Mevcut koşullarda otomotiv, tekstil, mobilya, beyaz eşya, mücevherat ve turizm, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri daha etkin bir şekilde besleyebileceğimiz sektörler. Bu sektörleri merkeze alan hedefler belirleyip çalışmaları buna göre yürüttüğümüz takdirde daha kalıcı sonuçlar elde edebiliriz.
Şirketlerimizin sadece ABD’deki resmi ve teknik düzenlemelere değil, Amerikan halkının tüketim alışkanlıklarına da kendilerini adapte etmeleri için çalışmalar yapmalılar. Bu adaptasyon farklı sektörlerde farklı şekillerde olacaktır. Örneğin, tekstil sektöründe şıklıktan ziyade rahatlığı daha fazla sunan modeller üzerinden ilerleyebiliriz. Beyaz eşyada ise çift kapılı buzdolapları ve derin dondurucular ön plana çıkabilir. Otomotivde ise ilk etapta yedek parça üzerinden ilerlemek daha kolay olabilir.
Amerikan piyasasında kendimizi göstermek adına halkla ilişkiler ve tanıtım çalışmaları yürütülmeli. Tanıtımları ilk aşamada parçalı bir yapıda değil bütüncül bir stratejiyle yapmalıyız. Özellikle sosyal medya reklamları ve spor müsabakalarına yönelik sponsorluklar bu amaç doğrultusunda kullanılabilecek etkin araçlar. Diğer taraftan Walmart ve Target gibi perakendecilerin yanı sıra Amazon gibi online alışveriş platformlarına giriş yapmak adına çalışmalara vakit kaybetmeden başlamak lazım.
Hem ABD’ye olan uzaklığımızı hem de ülkenin coğrafi genişliğini düşünecek olursak, lojistik sektörümüzün kapasitesinin arttırması da bir başka kritik husus olarak karşımıza çıkıyor.
Çoklu ticaret anlaşmalarından ziyade ikili ticaret diplomasinden daha fazla verim alınabildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu açıdan ABD ve Çin gibi ülkelerle ticareti geliştirmeye yönelik adımlar çok önem arz ediyor. Bir taraftan küresel ekonominin ağırlık merkezi Asya’ya kayıyor ancak bir taraftan da ABD halihazırda en zengin pazarlardan biri ve birçok teknolojide lider konumda. Dengesi oldukça hassas ayarlanmış bir dış politika anlayışı yürüterek dünyanın en büyük iki ekonomisinden pragmatik bir şekilde faydalanmamız gerekiyor. Bu iki devin ekonomi arenasında çarpıştığı bir ortamda bunu başarabilmek kolay olmamakla birlikte birçok özelliğiyle Türkiye bunu gerçekleştirmeye aday bir ülke konumunda.
20 Eylül 2019 Cuma