HAKAN GÜLDAĞ
Bu aralar sık sık dikkat çekmeye çabalıyorum: İçine girdiğimiz bu 10 yıl, kritik bir 10 yıl. Muhtemelen tarihçiler bu 10 yılı ‘yeni bir dönem’ olarak adlandıracak. Çünkü bu dönem, 10 yılda olacakların 10 ayda olduğu bir dönem.
İnanmazsanız e-ticaretteki gelişmelere şöyle bir bakın. Dünya e-ticaret hacmi, 10 ayda 2 trilyon dolardan 3.5 trilyon dolara ulaştı. Tüm dünya mal ticaretinin 18 trilyon dolar olduğu düşünülürse dev adımlarla gelen bir değişimden bahsetmek herhalde yanlış olmaz.
Her neyse... Sözün kısası, biz değişim ile ilgilenmesek bile değişim bizimle ilgileniyor. Geçen Eko-Mercek’te şu ya da bu nedenle değişimi ıskalayan örnekleri paylaşmıştık. En yetkili, en tecrübeli isimlerin geleceğe ilişkin ‘karavana’ atışlarından kesitler vermiştik bol bol.
Bu yazımızda ise söz verdiğimiz gibi tecrübeli yöneticilerin, uyanık girişimcilerin bile çevresindeki olayların farkına varamaması veya bunları algıladığı halde gerekli önlemleri alamamasının nedenlerine değinmeye çalışacağız. Tabii yerimiz elverdiği kadar. Olmadı, kaldığımız yerden bir sonraki Eko-Mercek’te devam ederiz. Zira konu önemli...
Veli toplantısında Einstein’ın babasına, “Ne yaparsa yapsın, bu çocuk adam olmaz” diyen ilkokul öğretmeninin konumuna düşmemek için, çevremizde olup bitenlerin farkına neden varamadığımızın, dahası farkına varmamıza rağmen neden burun kıvırdığımızın arka planını iyice kavramamız gerekiyor. Müsaadenizle hemen başlayalım...
***
Önde gelen nedenlerinden biri, hiç şüphesiz içine sıklıkla düştüğümüz ‘zihniyet tuzağı’... Geçmişin tecrübelerinin şekillendirdiği, ezberlerin derinlere kazındığı zihinler yeni görüşlere umutsuzca direniyor. Kendi mesleğimden örneklendireyim. Tarihler de öyle çok uzak değil. Alın şimdilerde dilimizden düşürmediğimiz interneti... Ortaya çıktığı 1994 sonlarında ünlü Time dergisi, yaptığı geniş analizde, internetin bir ana akıma dönüşmeyeceğini açıklıyordu. Milyonlar satan dergiye göre internet, “ticarete uygun tasarlanmamıştı ve yeni rakiplere incelikle kucak açmıyordu.”
Newsweek durur mu? 1995 Şubat ayında attığı başlığa bakın: “İnternet mi? Pöh!” Bu başlıkla yayımlanan yazıyı kaleme alan astrofizikçi ve network uzmanı Cliff Stoll’du. Online alışveriş ve online toplulukların sağduyuya ihanet eden, gerçeklikten uzak birer fantezi olduğunu iddia ettikten sonra Stoll, “Gerçek şu ki, bir online veri tabanı gazetenizin yerine geçmeyecek. Oysa MIT Media Lab’ın Müdürü Nicholas Negroponte, kısa bir süre içinde internet üzerinden kitap ve gazete satın almaya başlayacağımızı öngörüyor” diyor ve cümlesinin sonunu ‘veciz’ biçimde şöyle getiriyordu: “Heee, tabii...”
Hikayenin devamını okumak isterseniz THY Yayınları’ndan çıkan ‘Büyük Teknolojik Dönüşüm’ kitabına bir göz atın. Wired dergisinin eski editörü Kevin Kelly’nin kaleminden ‘geleceğimizi şekillendirecek 12 teknolojik kuvvetin’ anlatıldığı bu kitaptan çok faydalanacaksınız...
***
Devam edelim...
İş modelinizi mutlaka gözden geçirmeniz lazım. Velev ki, sizi başarıya ulaştırmış bir modele sahip olun. KOBİ sahibi de olsanız, bir holding patronu da... Hiç fark etmez. Sizi ve şirketinizi başarıya ulaştıran eski iş modeline takılıp kaldığınızda, yeniliklerin önemini kavramak mümkün olmuyor.
Onun için, bilgisayarınızı günceller gibi işinizi de kendinizi de güncelleyin. Güncellenmeyi ertelemeyin. “Hele şimdi bir dursun” ya da “Nasıl olsa böyle de çalışıyoruz, niye değiştireyim ki” diye bu güncellenme işini ihmal ederseniz, biriken değişiklikler sizi gerçekten yoracak boyutlara varabilir.
Hele ki, bu güncellemeler teknoloji alanındaysa... Hem kişiler hem şirketler, üretim platformları ve hatta ekonomiler için teknolojik yoğunluğun yükseltilmesi bu 10 yılda daha büyük önem kazanacak. Bilgisayar meraklısı gençlerin kısaca ‘upgrading’ olarak tanımladıkları bu seviye yükseltme işlevini, sürekliliğin bir nevi ön şartı olarak görmek gerekiyor.
Tedarik zincirinden değer zincirine... Fason üretimden markalı ürüne... Tekstilden teknik veya akıllı tekstile... Geleneksel üretimden siber fiziksel sistemlere dönüşüm sağlanamadığı takdirde yeni dönemde ayakta kalmak çok zor olacak.
***
Görüleceği üzere, olup bitenin farkına varmak, kavramak ve gerekli önlemleri almak kolay değil. Çevremizdeki gerçekleri görmek, sezmek gerekiyor. Dikkatsiz ve ihtiyatsız olmamak gerekiyor.
Üstelik şu ana kadar vurgulamaya çalıştığımız konulardan daha başka şeylerin de ayrıtına varmamız lazım. Neyse... Çok uzatmayayım şimdilik. Zaten ‘yahu kardeşlik, dur bir huzur ver’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama maalesef huzursuzluğun olmadığı bir dünya bir ütopya...
Söylemedi demeyin: Yalnız mevcudu korumayı ve ‘durumu idare etmeyi’ amaçlayanlar tasfiye olacak. ‘Patronum ne dediyse yaptım’ diyen gölge yöneticiler de öyle...
Böylesi tarihin adeta hızlandığı dönemlerde biraz stres iyidir. Sizi gerçeklerden koparmaz, geleceğin risklerine karşı da korur.
Devam edeceğiz...
Sağlıcakla kalın.
KATI HİYERARŞİ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ ENGELLİYOR
Sadece teknolojiler üzerine yoğunlaşan bir yönetim tarzı, insanların davranış ve hayat tarzlarındaki değişimin algılanmasını zorlaştırır.
Keza, yöneticilerin belirli bir konuda uzmanlaşması da uzmanlaştığı konu dışındaki gelişmeleri ve olguları gözden kaçırmasına yol açabiliyor. Tablonun bütününe bakmayanların önlemlerinin yetersiz kalması riski her zaman yüksek.
Gaflete düşmenin bir başka nedeni katı hiyerarşi... Özellikle şirket içi demokrasi sığ olduğunda değişimi bizzat yaşayan genç kuşak önerilerini karar vericilere iletemiyor. Bu da akıp giden hayat ile şirketin bağlantılarını kesiyor.
Değişimi yakalayarak başarıya koşmada esneklik de çok önemli. Gelecek yıllarda nano-teknoloji biyo-teknoloji, genetik ve yapay zeka gibi görece yeni bilim dalları ve teknolojiler, sanayinin gelişen rotasında ani ve sert virajlar, dik rampalar ortaya çıkaracak.
Aslına bakarsanız, ‘cak’ vurgusu gereksiz. Şimdiden çıkarmaya başladı bile...
En iyisi şöyle söyleyelim: Bu 10 yılda yöneticiler, şirket içi sorunlar kadar küreselleşme, salgın hastalıklar ve örneğin elektronik cihazların kalite kontrolü konularında ortaya çıkan risklere de kafa yoracak.
Katı hiyerarşi sürdürülebilirliği de engelliyor. Oysa, yeni dönemde ayakta kalmak ve gelişmek, ancak sürekliliğe ve sürdürülebilirliğe öncelik vermekle mümkün olabilecek. İster bir fabrikada olsun, ister bir lokantada, duvarların içinde yönetimin mutlak egemenliği yerine, yönetişim kavramını hayata geçirmek hayati önemde. İşi yönetirken, çalışanları, çevreyi korumayı, bölgedeki insanların sağlığını ve de iyiliğini hesaba katmak gerekecek. Sürekliliği sağlamak, ancak uzun vadeli önlemlerle mümkün olacak.
15 Ocak 2021 Cuma