tatil-sepeti

HÜSEYİN ÖZTÜRK

“Göçmenler, sınır aşan sular gibidir. Sınır aşan sularda ülkenin toprağındaki verimlilik, diğer ülkeye nasıl geçerse, faydalar ve zararlar da gelir ve geçer. İnsani değerler çerçevesinde politika oluşturanlar, minimum zarar görür; faydası ise bunun çok fevkindedir.”

Yukarıdaki tespit, hudutlarımızın içinde ve dışında insani yardım ve buna ilişkin muhtelif operasyonların başarılı temsilcisi Kızılay Genel Müdürü İbrahim Altan’a ait ve İstanbul Ticaret Odası yayını olan ‘İstanbul Ekonomisinde Suriyeli Girişimciler’ isimli kitapta yer alıyor.

Dünyada kırılmaların şiddetli yaşandığı bir süreçteyiz. Tüm yaşanılanlar; ekonomik krizler, bozulan tedarik zincirleri, üretim yetersizlikleri, toplumsal problemler, sınıfsal kutuplaşmalar, sosyal dengesizlikler, iç savaş ve zorunlu göçler olarak nitelendiriliyor.

Kâinatta her şeyin yaratılma sebebi olarak merkezde konumlandırılmış olan insanoğlu, tarihten bu yana pek çok şeyi bugününe taşıdı fakat hiçbiri, ‘göç’ olgusu kadar uzun soluklu ve gerçekliğini hissettirir boyutta olmadı.

İşte bu hususa İTO el atmış ve Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ile Doç. Dr. Faik Tanrıkulu’nun editörlüklerinde ‘İstanbul Ekonomisinde Suriyeli Girişimciler’ isimli kitabı hazırlatmış.

Türkiye’nin bu meşakkatli gündemini her yönüyle ele alan bir eser olmasıyla dikkat çeken kitap, sığınmacı politikalarına birtakım değişiklikler önermekle birlikte, insanımıza da asli hüviyetini hatırlatmayı ihmal etmemiş. İnsanlığın kaybı, çıkmaz sokağa girmektir, demiş.

***

Anadolumuz, kadim dönemlerden beri göçün hem yolu hem hedefi olmuştur. Bu vesileyle ticaret yollarının ortak noktası olarak tarih boyunca insanlığın gündeminden düşmemiş, uğruna nice savaşlar, nice işgaller görmüş ve nice anlaşmalara gidilmiştir.

Haliyle böyle bir coğrafyada yaşamanın gerektirdiği bazı sorumluluklar ve görevler elbet olacaktır ve olmuştur. Bunlar, insanlık medeniyetimizin kodları arasında yer alan; ‘merhamet, kucaklayıcılık, yardımlaşma’ gibi hasletlerle vücut bulmuştur.

Bu anlamda İstanbul Ticaret Odası, Türkiye’nin, kurulan dengelerin bir aracı olmaktan çıkıp; denge kurduğu bir döneme gelmesine katkı sağladığı gibi ayrıca bu desteği kitaplaştırarak, bugüne ve yarına yol gösterici bir belge sunuyor.

İstanbul ekonomisinde Suriyeli girişimcilerle ilgili yapılan bu çalışma, Türkiye’nin muazzam bir potansiyelden çok az istifade edebildiğini gösteriyor. Bu raporun ortaya koyduğu hakikat şudur: İktisat bilgisi olmasa bile iyi bir gözlem yetisine sahip herkesin görebileceği gerçek, sığınmacıların sanıldığı gibi ülke kaynaklarını tüketen kalabalıklar değil; üretim, tüketim, istihdam ve yatırım gibi ticari hayatın hemen her safhasında çalışan ve çok boyutlu roller oynayan aktörler olarak, iktisadi hayatın dinamik bir parçasını tamamlıyorlar.

Bu meselenin gündelik siyasi mülahazalardan çıkartılarak devlet aklının gerektirdiği önlemlerle birlikte daha sağlıklı bir ‘sığınmacı politikası’ temeline oturtulması elzemdir.

***

Merhamet toplumu olmamız hasebiyle Türkiye, savaşın eşiğinde ölüm ile hayat arasında sıkışmış olan insanlara belki de kendisinden başka hiçbir ülkenin yapamayacağı şekilde sahip çıktı ve taşıdığı mirasın gereğince tarihe geçecek bir tercihi benimsedi.

Göçün sosyal ve hukuki boyutlarıyla insani boyutunu, güvenlik boyutuyla hak boyutunu birbirinden ayırmayan entegre bir göç yönetiminin tesis edilmesi, Anadolu’nun kadim kucak açma geleneğine ve insan haklarına yaraşır şekilde acilen temin edilecek göç politikalarıyla sürecin yönetilmesi, yalnızca karşı çıkanlara baktığınızda bile Türkiye’nin lehine olacağı ve olduğu açıktır. Sözü kitaptan bir ifadeyle nihayetlendirelim.

“Türkiye’nin çok boyutlu bir göç politikası ve krizleri çözmeye yönelik önlemlerden ziyade, kalıcı ve uzun vadeli entegre programlara dayalı bir göç yönetimine ihtiyacı vardır.”

14 Ekim 2022 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

OSMAN ARIOĞLU



 

Geçtiğimiz hafta 2025-27 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program açıklandı. Programda enflasyon ve büyüme rakamlarında revizeler yapıldığını gördük. Geçen hafta sonu kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu B+’dan BB-‘ye çıkardı. 

 

Görünümü ise pozitiften durağana çevirdi.

 

FİTCH KREDİ NOTU

 

Öncelikle kredi notundan bahsedelim. Bu not artırımından sonra Türkiye’nin kredi notu Güney Afrika ile aynı seviyeye geldi. 

 

Önümüzdeki dönemde risk priminde de biraz daha iyileşme görebiliriz. Not artırımı zaten bekleniyordu. Kritik konu, görünümün durağana çevrilmesidir. Bir sonraki açıklamada kredi not artırımının biraz zora girmesi gibi görünse de kesin olarak böyle olur demek değildir. 

 

ENFLASYON VE BÜYÜME RAKAMLARINDA REVİZE

 

OVP ile 2024 yılı enflasyon hedefi yüzde 33’ten yüzde 41.5’e revize edildi. Aslında Merkez Bankası daha önce 2024 yılı enflasyon hedefini yüzde 38’e revize etmiş ve daha sonraki birkaç toplantısında da yüzde 38’de sabit tutmuştu. Merkez Bankası açıklamasında da 38-42 aralığında bir banttan bahsedildiğini dikkate alırsak yeni hedefin Merkez Bankası açıklamalarındaki üst bant civarı olduğunu ve tutturulabilir görüldüğünü belirtelim. 

 

Büyüme beklentisinde değişiklik yapılarak 2024 yılı büyüme hedefi yüzde 3.5, 2025 yılı hedefi de yüzde 4 olarak revize edildi. Orta Vadeli Program açıklaması sırasında konuyla ilgili tüm bakanlar masanın etrafında olduğu halde sadece ana başlıkların belirtilmiş olması, içerikle ilgili detaya girilmemesi, kamuoyu nezdinde bir hayli eleştiriye neden oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, OVP açıklaması sırasında konuya ilişkin detayların 25 Ekim’de açıklanacak 2025 yılı programında olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün unsurları ile yetki ve sorumluluğunun Cumhurbaşkanı makamına ait olması, bakanların programın yürütülmesinde yardımcı rol alan aktörler olarak değerlendirilmesi nedeniyle detaylandırmanın Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yıllık programı ile olması doğal karşılanabilir. 

 

OVP’de 2025 yılı büyüme hedefinin yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olarak açıklanması ile enflasyonla mücadele programında bir gevşemeye gidileceği yönünde değerlendirmeler ekonomideki yavaşlamanın 2025 yılı ilk yarısında da devam edeceği beklentisi ile uyumlu. Daralmanın 2025 yılının bütününe yayılması ise başka sorunları da beraberinde getirebilir. Genel olarak hükümetlerin en tedirgin olduğu konu, ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlaması veya durgunluk içerisine girilmesidir. Bu hem işsizliğin artması hem de ülke kalkınmasının ve dolayısıyla da kişi başı milli gelirin düşmesine neden olabileceğinden hassasiyet gösterilmesi doğaldır. Türkiye’de 2002- 2008 yılları arasında yine bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. 2001 yılı ekonomik krizi sonrası negatif büyüyen ülkede güven, kararlılık ve istikrarla enflasyonda ciddi bir iyileşme ile birlikte büyüme oranlarında da makul bir seviye izlenebilir olmuştu. 

 

PROGRAMDA KARARLILIK 

 

Enflasyonla mücadele programında en kritik konu, beklentilerin doğru yönetilmesi ve toplumun genelinde uygulanan enflasyonla mücadele programına inancın devam ediyor olmasıdır. Enflasyon katılaşmadan bu yılın ikinci yarısı ve 2025’in ilk yarısı biraz daha acı çekilecek dönem olarak kalması koşuluyla sonrasının daha yumuşak bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olabilir. Geçen 5-6 yıllık dönemde uygulanan programlar kişiler ile doğrudan bağlantılı hale geldi ve birbiriyle zıt uygulamalar yapıldı. Uygulanan programda da esas tedirgin eden bu noktadır. Bu program, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile endeksli görülüyor. Hazine ve Maliye Bakanı konusunda yapılan spekülasyonların programda ne denli hasara yol açabileceği birkaç hafta önceki asılsız dedikodular ile teyit edildi. Bu dedikoduları gidermek için Sayın Şimşek sosyal medya hesabından iki defa istifa ettiği yönündeki tevatürleri yalanlamak durumunda kaldı. 

 

Yüksek enflasyon, toplumu her yönüyle bozucu etkilere neden olur. Şu anda en kritik konu, henüz katılaşmamış olan enflasyonu indirmedeki kararlılığın korunmasıdır. Beklenti yönetimi doğru yapılabildiği ölçüde enflasyon ve büyüme hedefleri yakınsanabilir. Yapısal reformların realize edilmesinde de anlayışın değiştiğine yönelik kanaat omurgayı oluşturur. En az iki yıl daha seçim olmaması halen en büyük avantaj durumundadır.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon reyting büyüme Fitch kredi

PROF. DR. NURULLAH GÜR



Türkiye’de enflasyon, yıllık bazda tek haneli rakamları en son Ekim 2019’da görmüştü. Salgın döneminde yüzde 10-20 bandında dolanan enflasyon oranı, Aralık 2021’den itibaren başka bir safhaya geçti. O tarihten bu yana ortalama enflasyon yüzde 57.5 seviyesinde gerçekleşti. Beklediğimiz dezenflasyon süreci, Haziran 2024 itibariyle nihayet başladı. Yıllık enflasyon, son üç ayda yüzde 75.45’ten yüzde 51.97’ye geriledi. Bu gerilemeye neden olan temel unsurları şöyle özetleyebiliriz:

 

* Geçen yılın yaz döneminde çok yüksek seviyelerde gerçekleşen aylık enflasyon rakamlarının Haziran-Ağustos 2024 döneminde devreden çıkması neticesinde baz etkisi oluştu. Bu matematiksel durum, yıllık enflasyonu otomatik olarak aşağıya çekti.  

 

* Sıkı para politikası ve ekonomi politikalarındaki artan öngörülebilirliğin bir sonucu olarak döviz kurları, daha istikrarlı bir aralıkta seyretmeye başladı. Hatta TL reel bazda değerlendi. Bu gelişme, ithalat fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisini sınırladı. 

 

* Sıkı para politikası, iç talebi yavaşlattı. 

 

n Küresel emtia fiyatlarının stabil bir seyir izlemesi ve asgari ücrete ara dönemde zam yapılmaması, reel sektör için maliyetleri hafifletti. Böylece, bazı şirketlerin fiyat artışlarında aşırıya kaçmaya yönelebilmeleri için gerekçeleri azalmış oldu. 

 

TAHMİNLER GÜNCELLENDİ

 

Enflasyonda düşüş trendi başlamış olmasına rağmen Merkez Bankası’nın yüzde 38’lik yıl sonu hedefinin tutması mümkün gözükmüyor. Zaten geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 41.5 olarak güncellendi. Önceki OVP’de 2024 yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 33 idi. Durum böyle olunca akıllara kritik bir soru geliyor: 

 

Neden enflasyon tahminleri tutmadı? Bu sorunun birkaç cevabı var: 

 

* Enflasyonu kontrol altına almak için para politikası sıkılaştırıldı. Bu gerekliydi. Ama para politikasını destekleyecek yapısal politikalar yeterince kapsamlı ve hızlı biçimde devreye giremedi. Önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadelenin ön koşulu olmakla birlikte yeterli koşulu değildir. 

 

* Para politikasının iletişim ayağı zayıf kaldı. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri yeterince iyi yönetilemedi. Bu durum, fiyatlama davranışları ve tüketim eğilimlerinin normalleşmesini geciktirdi. 

 

* Fiyatı kamu tarafından yönetilen ve yönlendirilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat ayarlamaları dezenflasyon sürecini yeterince desteklemedi.  

 

ÇÖZÜM NEREDE?

 

Peki, bundan sonra ne yapmalıyız? Para politikasının etki alanına girmeyen ama enflasyonu ilgilendiren alanlara dair diğer ekonomi politikalarını daha etkin çalıştırmamız lazım. Ekonominin planlama, üretim, teşvik, dağıtım ve aracılık faaliyetlerini ilgilendiren sorunlarına dair kalıcı çözümler üretmeliyiz. Enflasyonla mücadelenin her boyutunu vatandaşa ve şirketlere daha fazla dokunarak anlatmalıyız. Maliye politikalarını hem enflasyonla mücadeleyi destekleyecek hem de enflasyonla mücadelenin maliyetinin toplumda daha adil biçimde paylaşılmasını sağlayacak şekilde çalıştırmalıyız. 

 

Bunları yapmakta yetersiz kaldığımız durumda, sıkı para politikası daha uzun süre devrede kalabilir. Yani yüksek faiz, ekonomiyi gereğinden uzun süre yorabilir. Bu durum, reel sektörün üretim kapasitesine, yatırım iştahına ve rekabet gücüne zarar verir; sabit gelirli vatandaşların yaşam koşulları daha da zorlaşır. İşte bu yüzden enflasyonla mücadeleyi çok boyutlu bir strateji ve politika setiyle yürütmemiz gerekiyor. 

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon