tatil-sepeti

Neden patent, patent, patent?

Çünkü patent üretimi, ülkelerin gelişmişlik ölçümlemesinde birinci sırada yer alıyor.

Çünkü çok konuştuğumuz ama bir türlü gereken ilerlemeyi gösteremediğimiz konuların başında geliyor.

Çünkü başvuru sayımızda artış olsa da patent liginde hâlâ üçüncü liglerde geziniyoruz.

Peki, neden patent konusunda bırakın birinci ligi, ikinci lige dahi çıkamıyor, çıkmanın yolunu bir türlü bulamıyoruz?

Çünkü patent oluşumunu sağlayacak dinamikleri geliştiremiyor ve potansiyel güçleri domine edemiyoruz.

Örnek verelim; dünyada inovasyon kaynaklarının başında birinci olarak çalışanlar, ikinci iş ortakları ve sonra da müşteriler geliyor.

Bizde ise inovasyon kaynaklarının başında önce müşteriler, sonra rakipler ve üçüncü olarak da iş ortakları geliyor.

Yani dünya firmalarının birinci inovasyon kaynağı çalışanları. Onlar, çalışanlarının zekâlarından yararlanmayı becermiş ve inovasyon yapmasını sağlayacak sistemleri geliştirmeyi başarabilmişler.

Bizim firmalarımız ise inovasyon kaynağı olarak çalışanlarından yararlanmayı başaramamış, bu kaynağı değerlendirememiş.

Bunun birçok sebebi olmakla birlikte asıl sebep, çalışanlara bu konuda gereken önemi vermemiş, verse de nasıl inovasyon yapacaklarına dair uygun sistemi geliştirememiş olmamız.

Diyeceğim, patent için çalışanların yaratıcı zekâsından yararlanmayı öğrenmek zorundayız.

Öğreneceğimiz yerler varsa da ki, mutlaka vardır; onları da yakın takibe almamız elzem.

Bu konuda model alınabilecek birçok firma var. Bunlardan bazıları çalışanlarını patente özendirmek için patent teşvik sistemi uyguluyor. Örneğin Sony, şirkete katkı sağlayan,değerli patentler geliştiren çalışanlarına 200 bin dolara kadar ödül veriyor.

Takeda Kimya Endüstrisi firması, satılabilir bir ilaç patenti geliştiren çalışanına 5 yıllık sürede 68 bin dolar ile 455 bin dolar para vererek, onları patent yapmaya teşvik ediyor.

Patentte iyi olan firmalar, sadece bu işi kendi başlarına yapmazlar; rakiplerinin patent bilgilerini ve süreçlerini de yakından izler ve kendi Ar-Ge çalışmalarını ona göre yapılandırırlar.

Bu açıdan rakiplerin izlenmesi de patent konusunda ayrıca çok daha fazla önem kazanmaya başladı.

Patent artık büyük bir güç aracı haline gelmiş durumda. Çünkü patentleri izlemek aynı zamanda, firmaların Ar-Ge yaparken, başka firmalar tarafından patentlenmiş ürünleri ve yöntemler üzerinde çalışma yapmaları engellenerek Ar-Ge harcamalarının kontrollü bir şekilde yapılmasına imkân sağlamış olur.

Bir patentin esas değeri, diğer şirketlerin aynı teknolojiyi üretmek için o patenti kullanmaktan başka çaresi kalmamalarında gizli.

1995 İLE 2016 ARASI 136 BİN 103 PATENT BAŞVURUSU

Patent üretiminde ülkemizin durumuna yakından bakalım. Resim şu: Türkiye’nin 1995-2016 yılları arası toplam 136 bin 103 patent başvurusu var. Bunu karşılaştırdığımızda ABD 2011 ağustosta 8 milyonuncu patentini vermiş. Güney Kore’nin patent sayısı toplamda 2.5 milyonu bulmuş. Çin, sadece 2011’de 500 bin patent almış, 2017’de de 2 milyonun üstünde patent sayısına ulaşmayı hedefliyor. Türkiye’nin, Osmanlı’dan günümüze toplam patent sayısı 200 bin bile değilken, Güney Kore, Türkiye’nin 128 yılda yaptığı patenti bir yılda yapıyor.

EN FAZLA BAŞVURU BİLGİSAYAR TEKNOLOJİSİNDE

En çok patent başvurusu yapılan alanlar arasında bilgisayar teknolojisi, dijital iletişim, elektrikli makineler ve tıbbi teknoloji alanları öne çıkıyor. Çok zaman geçmeden bu alanlara yönelik ciddi atraksiyonlar yapmamız şart.

İLK 5 ÜLKENİN 2016 BAŞVURU SAYISI
ABD 61.492
Japonya 42.459
Çin 25.539
Almanya 18.008
Güney Kore 13.151
Kaynak: www.turkpatent.gov.tr

ASYA ÜLKELERİ DAHA ETKİLİ OLMAYA BAŞLADI

2006-2011 yılları arası sadece Toyota’nın patent başvurusu sayısı 85 bin. Aynı yıllar arası Mitsubishi firmasının patent başvuru sayısı ise 90 bin bulmuş.

IBM’in toplam patent sayısı 180 bin 418. Sadece 2011’de ürettiği patent sayısı ise 6 bin 180.

Hitachi’nin toplam patent sayısı 122 bin 763’e ulaşmış.

Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) raporuna göre Türkiye, en çok patent başvurusu yapılan ülkeler sıralamasında 21’inci sırada yer alıyor. Rapora göre ilk 10’da ABD’yi Avrupa’dan 6, Uzak Asya’dan 3 ülke takip ediyor. WIPO raporu, patent sayısı artışında, toplam başvuruların yüzde 43’ünü gerçekleştiren Asya ülkelerinin diğer ülkelere göre daha etkili olmaya başladığını işaret ediyor. Rekabet kızışıyor.

17 Ekim 2017 Salı

Etiketler : Köşe Yazısı

OSMAN ARIOĞLU



 

Geçtiğimiz hafta 2025-27 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program açıklandı. Programda enflasyon ve büyüme rakamlarında revizeler yapıldığını gördük. Geçen hafta sonu kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu B+’dan BB-‘ye çıkardı. 

 

Görünümü ise pozitiften durağana çevirdi.

 

FİTCH KREDİ NOTU

 

Öncelikle kredi notundan bahsedelim. Bu not artırımından sonra Türkiye’nin kredi notu Güney Afrika ile aynı seviyeye geldi. 

 

Önümüzdeki dönemde risk priminde de biraz daha iyileşme görebiliriz. Not artırımı zaten bekleniyordu. Kritik konu, görünümün durağana çevrilmesidir. Bir sonraki açıklamada kredi not artırımının biraz zora girmesi gibi görünse de kesin olarak böyle olur demek değildir. 

 

ENFLASYON VE BÜYÜME RAKAMLARINDA REVİZE

 

OVP ile 2024 yılı enflasyon hedefi yüzde 33’ten yüzde 41.5’e revize edildi. Aslında Merkez Bankası daha önce 2024 yılı enflasyon hedefini yüzde 38’e revize etmiş ve daha sonraki birkaç toplantısında da yüzde 38’de sabit tutmuştu. Merkez Bankası açıklamasında da 38-42 aralığında bir banttan bahsedildiğini dikkate alırsak yeni hedefin Merkez Bankası açıklamalarındaki üst bant civarı olduğunu ve tutturulabilir görüldüğünü belirtelim. 

 

Büyüme beklentisinde değişiklik yapılarak 2024 yılı büyüme hedefi yüzde 3.5, 2025 yılı hedefi de yüzde 4 olarak revize edildi. Orta Vadeli Program açıklaması sırasında konuyla ilgili tüm bakanlar masanın etrafında olduğu halde sadece ana başlıkların belirtilmiş olması, içerikle ilgili detaya girilmemesi, kamuoyu nezdinde bir hayli eleştiriye neden oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, OVP açıklaması sırasında konuya ilişkin detayların 25 Ekim’de açıklanacak 2025 yılı programında olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün unsurları ile yetki ve sorumluluğunun Cumhurbaşkanı makamına ait olması, bakanların programın yürütülmesinde yardımcı rol alan aktörler olarak değerlendirilmesi nedeniyle detaylandırmanın Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yıllık programı ile olması doğal karşılanabilir. 

 

OVP’de 2025 yılı büyüme hedefinin yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olarak açıklanması ile enflasyonla mücadele programında bir gevşemeye gidileceği yönünde değerlendirmeler ekonomideki yavaşlamanın 2025 yılı ilk yarısında da devam edeceği beklentisi ile uyumlu. Daralmanın 2025 yılının bütününe yayılması ise başka sorunları da beraberinde getirebilir. Genel olarak hükümetlerin en tedirgin olduğu konu, ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlaması veya durgunluk içerisine girilmesidir. Bu hem işsizliğin artması hem de ülke kalkınmasının ve dolayısıyla da kişi başı milli gelirin düşmesine neden olabileceğinden hassasiyet gösterilmesi doğaldır. Türkiye’de 2002- 2008 yılları arasında yine bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. 2001 yılı ekonomik krizi sonrası negatif büyüyen ülkede güven, kararlılık ve istikrarla enflasyonda ciddi bir iyileşme ile birlikte büyüme oranlarında da makul bir seviye izlenebilir olmuştu. 

 

PROGRAMDA KARARLILIK 

 

Enflasyonla mücadele programında en kritik konu, beklentilerin doğru yönetilmesi ve toplumun genelinde uygulanan enflasyonla mücadele programına inancın devam ediyor olmasıdır. Enflasyon katılaşmadan bu yılın ikinci yarısı ve 2025’in ilk yarısı biraz daha acı çekilecek dönem olarak kalması koşuluyla sonrasının daha yumuşak bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olabilir. Geçen 5-6 yıllık dönemde uygulanan programlar kişiler ile doğrudan bağlantılı hale geldi ve birbiriyle zıt uygulamalar yapıldı. Uygulanan programda da esas tedirgin eden bu noktadır. Bu program, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile endeksli görülüyor. Hazine ve Maliye Bakanı konusunda yapılan spekülasyonların programda ne denli hasara yol açabileceği birkaç hafta önceki asılsız dedikodular ile teyit edildi. Bu dedikoduları gidermek için Sayın Şimşek sosyal medya hesabından iki defa istifa ettiği yönündeki tevatürleri yalanlamak durumunda kaldı. 

 

Yüksek enflasyon, toplumu her yönüyle bozucu etkilere neden olur. Şu anda en kritik konu, henüz katılaşmamış olan enflasyonu indirmedeki kararlılığın korunmasıdır. Beklenti yönetimi doğru yapılabildiği ölçüde enflasyon ve büyüme hedefleri yakınsanabilir. Yapısal reformların realize edilmesinde de anlayışın değiştiğine yönelik kanaat omurgayı oluşturur. En az iki yıl daha seçim olmaması halen en büyük avantaj durumundadır.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon reyting büyüme Fitch kredi

PROF. DR. NURULLAH GÜR


ngur@medipol.com.tr

 

Türkiye’de enflasyon, yıllık bazda tek haneli rakamları en son Ekim 2019’da görmüştü. Salgın döneminde yüzde 10-20 bandında dolanan enflasyon oranı, Aralık 2021’den itibaren başka bir safhaya geçti. O tarihten bu yana ortalama enflasyon yüzde 57.5 seviyesinde gerçekleşti. Beklediğimiz dezenflasyon süreci, Haziran 2024 itibariyle nihayet başladı. Yıllık enflasyon, son üç ayda yüzde 75.45’ten yüzde 51.97’ye geriledi. Bu gerilemeye neden olan temel unsurları şöyle özetleyebiliriz:

 

* Geçen yılın yaz döneminde çok yüksek seviyelerde gerçekleşen aylık enflasyon rakamlarının Haziran-Ağustos 2024 döneminde devreden çıkması neticesinde baz etkisi oluştu. Bu matematiksel durum, yıllık enflasyonu otomatik olarak aşağıya çekti.  

 

* Sıkı para politikası ve ekonomi politikalarındaki artan öngörülebilirliğin bir sonucu olarak döviz kurları, daha istikrarlı bir aralıkta seyretmeye başladı. Hatta TL reel bazda değerlendi. Bu gelişme, ithalat fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisini sınırladı. 

 

* Sıkı para politikası, iç talebi yavaşlattı. 

 

n Küresel emtia fiyatlarının stabil bir seyir izlemesi ve asgari ücrete ara dönemde zam yapılmaması, reel sektör için maliyetleri hafifletti. Böylece, bazı şirketlerin fiyat artışlarında aşırıya kaçmaya yönelebilmeleri için gerekçeleri azalmış oldu. 

 

TAHMİNLER GÜNCELLENDİ

 

Enflasyonda düşüş trendi başlamış olmasına rağmen Merkez Bankası’nın yüzde 38’lik yıl sonu hedefinin tutması mümkün gözükmüyor. Zaten geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 41.5 olarak güncellendi. Önceki OVP’de 2024 yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 33 idi. Durum böyle olunca akıllara kritik bir soru geliyor: 

 

Neden enflasyon tahminleri tutmadı? Bu sorunun birkaç cevabı var: 

 

* Enflasyonu kontrol altına almak için para politikası sıkılaştırıldı. Bu gerekliydi. Ama para politikasını destekleyecek yapısal politikalar yeterince kapsamlı ve hızlı biçimde devreye giremedi. Önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadelenin ön koşulu olmakla birlikte yeterli koşulu değildir. 

 

* Para politikasının iletişim ayağı zayıf kaldı. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri yeterince iyi yönetilemedi. Bu durum, fiyatlama davranışları ve tüketim eğilimlerinin normalleşmesini geciktirdi. 

 

* Fiyatı kamu tarafından yönetilen ve yönlendirilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat ayarlamaları dezenflasyon sürecini yeterince desteklemedi.  

 

ÇÖZÜM NEREDE?

 

Peki, bundan sonra ne yapmalıyız? Para politikasının etki alanına girmeyen ama enflasyonu ilgilendiren alanlara dair diğer ekonomi politikalarını daha etkin çalıştırmamız lazım. Ekonominin planlama, üretim, teşvik, dağıtım ve aracılık faaliyetlerini ilgilendiren sorunlarına dair kalıcı çözümler üretmeliyiz. Enflasyonla mücadelenin her boyutunu vatandaşa ve şirketlere daha fazla dokunarak anlatmalıyız. Maliye politikalarını hem enflasyonla mücadeleyi destekleyecek hem de enflasyonla mücadelenin maliyetinin toplumda daha adil biçimde paylaşılmasını sağlayacak şekilde çalıştırmalıyız. 

 

Bunları yapmakta yetersiz kaldığımız durumda, sıkı para politikası daha uzun süre devrede kalabilir. Yani yüksek faiz, ekonomiyi gereğinden uzun süre yorabilir. Bu durum, reel sektörün üretim kapasitesine, yatırım iştahına ve rekabet gücüne zarar verir; sabit gelirli vatandaşların yaşam koşulları daha da zorlaşır. İşte bu yüzden enflasyonla mücadeleyi çok boyutlu bir strateji ve politika setiyle yürütmemiz gerekiyor. 

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon