tatil-sepeti

EĞİTİME TUTUNMAK VE DİLİ ÇÖZMEK

2012’de 14 bin 237 olarak başlayan Suriyeli nüfus 2018 itibariyle 3 milyon 554 bin 496’ya ulaşmış. Binlerden milyonlara gidiş var. Suriyeli nüfusun yoğunlaştığı şehirlerimiz ise İstanbul, Şanlıurfa, Gaziantep, Hatay, Kilis, Adana, Mersin, Konya, İzmir ve Bursa. Devlet olarak da Suriyeli kardeşlerimizin eğitimden meslek edinmeye ve çalışma hayatına kadar her türlü problemlerini çözmek için devlet ve sivil toplum imkânlarını seferber etmişiz. Genel fotoğraf bu. Şimdi, göçün toplumsal tarihinden iyi biliyoruz ki, tersine göç istisnaların dışında pek mümkün olmuyor. Bu durumda tek yapmamız gereken kalıcı olma durumlarını dikkate alarak eğitime sarılmak.

Eğitim boyutunu iyi anlayabilmek için rakamlar vererek başlayalım. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre 2017-18 eğitim öğretim yılında ülkemizdeki 5-17 yaş aralığındaki çağ nüfusu Suriyeli 976 bin 200. Bunların okullaşma oranı ise okul öncesinde yüzde 38, ilkokulda yüzde 97, ortaokulda yüzde 50 ve lisede ise yüzde 22.Görüldüğü üzere yaş büyüdükçe çeşitli kaygılarla eğitimden uzaklaşılıyor. Örgün eğitime erişim konusundaki rakamlar ise şöyle: Resmi okul ve geçici eğitim merkezine kayıtlı öğrenci sayısı 603 bin 929. Çağ nüfusuna (976 bin 200) oranı ise yüzde 61.87.

Geçici Eğitim Merkezleri’nde (GEM) Suriyeli öğrencilerin kendi dillerinde destek amaçlı eğitim öğretim çalışmaları yürütülürken aynı zamanda Türkçe öğrenmelerini sağlamak üzere müfredata 15 saat Türkçe ders saati eklendi. Bunda amaç, akademik temelli derslerle birlikte Türkçe’yi iyi öğreterek MEB okullarına kademeli olarak geçişi sağlamak. Ülkemizde 318 GEM bulunuyor. Bu merkezlerin en yoğun olduğu şehirler Hatay 77, İstanbul 53, Antep 50 ve Urfa 42.

Bilindiği üzere göç edenler dil problemi ile karşılaşıyorlarsa orada ciddi bir durum var demek. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanlığı uyum süreci ve sosyal hayata katılım engelini aşmak için ayrı yaş seviyelerinde Türkçe öğretimi modülleri geliştirdi. Örgün eğitimin yanında Halk Eğitim Merkezleri’nde Suriyelilere yönelik başta Türkçe öğretimi olmak üzere yaygın eğitim faaliyetleri kapsamında kurslar düzenleniyor. Bu kapsamda kayıtlı Suriyeli sayısı mesleki ve genel eğitim olmak üzere yaklaşık 300 bin kişi.

CERABLUS’A MESLEK YÜKSEKOKULU

Tüm bunlarla birlikte Fırat Kalkanı Operasyonu ile birlikte bölgenin terör unsurlarından temizlenmesiyle bölge insanının sağlık, altyapı, sosyal ve psikolojik destek, tarım, hayvancılık ve temel ihtiyaçların karşılanmasının yanında aslolan eğitim işinin yola koyulması. Tüm yollar eğitimle anlamlı hale gelir ve netice elde edilir. Bu amaçla 4 bin öğretmene eğitim verilmiş ve bölgedeki okullara yerleştirilmiş. Bu bölgede 162 bin 648 öğrenci eğitim görüyor. Bunun yanında bin 132 kişi de Halk Eğitim kurslarına devam ediyor. Bunlar bölgenin zor koşulları dikkate alındığında gerçekten Milli Eğitim Bakanlığı aracılığı ile ülkemizin başarı hanesine yazılacak neticeler.

Diğer önemli husus ise ülkemizde yükseköğrenim gören Suriyeliler. Ülkemizin farklı üniversitelerinde YÖK ve özellikle YTB’nin katkıları ile bin 762’si lisansüstü olmak üzere toplam 20 bin 625 Suriyeli yükseköğrenim görüyor. Bu rakam gerçekten ciddiye alınmalı. Ve ülkemizin Suriye ile ilişkilerin geleceği açısından iyi değerlendirilmesi gereken bir potansiyel.

En önemli gelişme ise Gaziantep Üniversitesi’ne bağlı olarak Cerablus’ta meslek yüksekokulu açılması girişiminin YÖK’den geçerek Bakanlık’tan Başbakanlığa arz edilmiş olması. Bu girişim çok yerinde ve ihtiyaç olarak bilinen bir husus. Zira Suriyeli gençlerin yerinde meslek edindirilmesi hem de üniversite bünyesinde olması çok değerli olmuş. Görüldüğü gibi eğitime sarılmak uzun vadeli hem bireysel hem de toplumsal bir kazanım. İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerimizdeki Suriyeliler ancak eğitimle gündelik hayata entegre olabilir. Onun için eğitimle tutunmaktan başka da çaremiz yok.

09 Nisan 2018 Pazartesi

Etiketler : Köşe Yazısı

OSMAN ARIOĞLU



 

Geçtiğimiz hafta 2025-27 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program açıklandı. Programda enflasyon ve büyüme rakamlarında revizeler yapıldığını gördük. Geçen hafta sonu kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu B+’dan BB-‘ye çıkardı. 

 

Görünümü ise pozitiften durağana çevirdi.

 

FİTCH KREDİ NOTU

 

Öncelikle kredi notundan bahsedelim. Bu not artırımından sonra Türkiye’nin kredi notu Güney Afrika ile aynı seviyeye geldi. 

 

Önümüzdeki dönemde risk priminde de biraz daha iyileşme görebiliriz. Not artırımı zaten bekleniyordu. Kritik konu, görünümün durağana çevrilmesidir. Bir sonraki açıklamada kredi not artırımının biraz zora girmesi gibi görünse de kesin olarak böyle olur demek değildir. 

 

ENFLASYON VE BÜYÜME RAKAMLARINDA REVİZE

 

OVP ile 2024 yılı enflasyon hedefi yüzde 33’ten yüzde 41.5’e revize edildi. Aslında Merkez Bankası daha önce 2024 yılı enflasyon hedefini yüzde 38’e revize etmiş ve daha sonraki birkaç toplantısında da yüzde 38’de sabit tutmuştu. Merkez Bankası açıklamasında da 38-42 aralığında bir banttan bahsedildiğini dikkate alırsak yeni hedefin Merkez Bankası açıklamalarındaki üst bant civarı olduğunu ve tutturulabilir görüldüğünü belirtelim. 

 

Büyüme beklentisinde değişiklik yapılarak 2024 yılı büyüme hedefi yüzde 3.5, 2025 yılı hedefi de yüzde 4 olarak revize edildi. Orta Vadeli Program açıklaması sırasında konuyla ilgili tüm bakanlar masanın etrafında olduğu halde sadece ana başlıkların belirtilmiş olması, içerikle ilgili detaya girilmemesi, kamuoyu nezdinde bir hayli eleştiriye neden oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, OVP açıklaması sırasında konuya ilişkin detayların 25 Ekim’de açıklanacak 2025 yılı programında olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün unsurları ile yetki ve sorumluluğunun Cumhurbaşkanı makamına ait olması, bakanların programın yürütülmesinde yardımcı rol alan aktörler olarak değerlendirilmesi nedeniyle detaylandırmanın Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yıllık programı ile olması doğal karşılanabilir. 

 

OVP’de 2025 yılı büyüme hedefinin yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olarak açıklanması ile enflasyonla mücadele programında bir gevşemeye gidileceği yönünde değerlendirmeler ekonomideki yavaşlamanın 2025 yılı ilk yarısında da devam edeceği beklentisi ile uyumlu. Daralmanın 2025 yılının bütününe yayılması ise başka sorunları da beraberinde getirebilir. Genel olarak hükümetlerin en tedirgin olduğu konu, ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlaması veya durgunluk içerisine girilmesidir. Bu hem işsizliğin artması hem de ülke kalkınmasının ve dolayısıyla da kişi başı milli gelirin düşmesine neden olabileceğinden hassasiyet gösterilmesi doğaldır. Türkiye’de 2002- 2008 yılları arasında yine bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. 2001 yılı ekonomik krizi sonrası negatif büyüyen ülkede güven, kararlılık ve istikrarla enflasyonda ciddi bir iyileşme ile birlikte büyüme oranlarında da makul bir seviye izlenebilir olmuştu. 

 

PROGRAMDA KARARLILIK 

 

Enflasyonla mücadele programında en kritik konu, beklentilerin doğru yönetilmesi ve toplumun genelinde uygulanan enflasyonla mücadele programına inancın devam ediyor olmasıdır. Enflasyon katılaşmadan bu yılın ikinci yarısı ve 2025’in ilk yarısı biraz daha acı çekilecek dönem olarak kalması koşuluyla sonrasının daha yumuşak bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olabilir. Geçen 5-6 yıllık dönemde uygulanan programlar kişiler ile doğrudan bağlantılı hale geldi ve birbiriyle zıt uygulamalar yapıldı. Uygulanan programda da esas tedirgin eden bu noktadır. Bu program, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile endeksli görülüyor. Hazine ve Maliye Bakanı konusunda yapılan spekülasyonların programda ne denli hasara yol açabileceği birkaç hafta önceki asılsız dedikodular ile teyit edildi. Bu dedikoduları gidermek için Sayın Şimşek sosyal medya hesabından iki defa istifa ettiği yönündeki tevatürleri yalanlamak durumunda kaldı. 

 

Yüksek enflasyon, toplumu her yönüyle bozucu etkilere neden olur. Şu anda en kritik konu, henüz katılaşmamış olan enflasyonu indirmedeki kararlılığın korunmasıdır. Beklenti yönetimi doğru yapılabildiği ölçüde enflasyon ve büyüme hedefleri yakınsanabilir. Yapısal reformların realize edilmesinde de anlayışın değiştiğine yönelik kanaat omurgayı oluşturur. En az iki yıl daha seçim olmaması halen en büyük avantaj durumundadır.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon reyting büyüme Fitch kredi

PROF. DR. NURULLAH GÜR



Türkiye’de enflasyon, yıllık bazda tek haneli rakamları en son Ekim 2019’da görmüştü. Salgın döneminde yüzde 10-20 bandında dolanan enflasyon oranı, Aralık 2021’den itibaren başka bir safhaya geçti. O tarihten bu yana ortalama enflasyon yüzde 57.5 seviyesinde gerçekleşti. Beklediğimiz dezenflasyon süreci, Haziran 2024 itibariyle nihayet başladı. Yıllık enflasyon, son üç ayda yüzde 75.45’ten yüzde 51.97’ye geriledi. Bu gerilemeye neden olan temel unsurları şöyle özetleyebiliriz:

 

* Geçen yılın yaz döneminde çok yüksek seviyelerde gerçekleşen aylık enflasyon rakamlarının Haziran-Ağustos 2024 döneminde devreden çıkması neticesinde baz etkisi oluştu. Bu matematiksel durum, yıllık enflasyonu otomatik olarak aşağıya çekti.  

 

* Sıkı para politikası ve ekonomi politikalarındaki artan öngörülebilirliğin bir sonucu olarak döviz kurları, daha istikrarlı bir aralıkta seyretmeye başladı. Hatta TL reel bazda değerlendi. Bu gelişme, ithalat fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisini sınırladı. 

 

* Sıkı para politikası, iç talebi yavaşlattı. 

 

n Küresel emtia fiyatlarının stabil bir seyir izlemesi ve asgari ücrete ara dönemde zam yapılmaması, reel sektör için maliyetleri hafifletti. Böylece, bazı şirketlerin fiyat artışlarında aşırıya kaçmaya yönelebilmeleri için gerekçeleri azalmış oldu. 

 

TAHMİNLER GÜNCELLENDİ

 

Enflasyonda düşüş trendi başlamış olmasına rağmen Merkez Bankası’nın yüzde 38’lik yıl sonu hedefinin tutması mümkün gözükmüyor. Zaten geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 41.5 olarak güncellendi. Önceki OVP’de 2024 yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 33 idi. Durum böyle olunca akıllara kritik bir soru geliyor: 

 

Neden enflasyon tahminleri tutmadı? Bu sorunun birkaç cevabı var: 

 

* Enflasyonu kontrol altına almak için para politikası sıkılaştırıldı. Bu gerekliydi. Ama para politikasını destekleyecek yapısal politikalar yeterince kapsamlı ve hızlı biçimde devreye giremedi. Önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadelenin ön koşulu olmakla birlikte yeterli koşulu değildir. 

 

* Para politikasının iletişim ayağı zayıf kaldı. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri yeterince iyi yönetilemedi. Bu durum, fiyatlama davranışları ve tüketim eğilimlerinin normalleşmesini geciktirdi. 

 

* Fiyatı kamu tarafından yönetilen ve yönlendirilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat ayarlamaları dezenflasyon sürecini yeterince desteklemedi.  

 

ÇÖZÜM NEREDE?

 

Peki, bundan sonra ne yapmalıyız? Para politikasının etki alanına girmeyen ama enflasyonu ilgilendiren alanlara dair diğer ekonomi politikalarını daha etkin çalıştırmamız lazım. Ekonominin planlama, üretim, teşvik, dağıtım ve aracılık faaliyetlerini ilgilendiren sorunlarına dair kalıcı çözümler üretmeliyiz. Enflasyonla mücadelenin her boyutunu vatandaşa ve şirketlere daha fazla dokunarak anlatmalıyız. Maliye politikalarını hem enflasyonla mücadeleyi destekleyecek hem de enflasyonla mücadelenin maliyetinin toplumda daha adil biçimde paylaşılmasını sağlayacak şekilde çalıştırmalıyız. 

 

Bunları yapmakta yetersiz kaldığımız durumda, sıkı para politikası daha uzun süre devrede kalabilir. Yani yüksek faiz, ekonomiyi gereğinden uzun süre yorabilir. Bu durum, reel sektörün üretim kapasitesine, yatırım iştahına ve rekabet gücüne zarar verir; sabit gelirli vatandaşların yaşam koşulları daha da zorlaşır. İşte bu yüzden enflasyonla mücadeleyi çok boyutlu bir strateji ve politika setiyle yürütmemiz gerekiyor. 

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon