tatil-sepeti

Bu zamana kadar hep bir adım daha öne geçmenin, en yenilikçi olmanın ve inovasyonda lider olmak için neler yapılması gerektiğinin üzerine yazdık. Hâlâ yazıyoruz ve yazılıyor… Bu yazımızda konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşıp ‘inovasyoda geri kalmak için gerekli olan bileşenler’i ele alalım, bakalım heybemizden neler çıkacak…

  • Firmaların çatısı altında ne kadar aykırı zekâ varsa hepsi bir güzel disipline edilmeli, yaptıkları her ne ise o işten başka tarafa bakmaktan men edilmeli.
  • Asıl marifetin ‘rakipler ne yapıyorsa tıpkısını en kısa sürede yapmak’ olduğu iyi bilinmeli.
  • Artık sektörlerde rekabeti teknolojik yenilikler belirliyormuş. ‘Varsın olsun, biz maliyet avantajımızla her zaman önde olmasını biliriz’ düşüncesi yaygınlaşmalı.
  • Akıl sermayesi daha da önemli hale gelecek diyorlar. Her firmada ‘diyorlar ama aslında en önemli şey, liderlik. İyi bir lidersen, gözün de karaysa çok da akıllı olmaya gerek yok; uçururuz ekibi’ anlayışı hakim olmalı.
  • Sorunların hası firmaların içinde, kazan içeride kaynıyor ama bunları çözmek için kurulacak denklemin bilinmeyen bir tarafı yok; problemlerin konuşulması sağlansa yeter. (Yine de ne olur ne olmaz, riske girilmemeli; bi’ konuşulmaya başlanırsa neler çıkar ortaya kim bilir neler...)
  • Toplantı yönetimi değişmeliymiş, en verimli toplantılar çok daha kısa süren ve ayakta yapılanlarmış. Falan filan… Bunlar geçilmeli. Toplantılar, bilindik hâliyle, bilindik düzende yapılmaya devam etmeli. (Aksini savunanlara, gerekirse, ‘ayar’ verilmeli.)
  • Sektörde inovasyon yapan firmaları örnek almak üzerine kurulu bir tez mevcut. Doğruluğu ‘check’ edilmemiş bir tez olduğu kesin… Çünkü şu kesin ki yenilik her zaman, hatta çoğu zaman avantaj getirmez. Başarısız bir yenilik girişimi, yılların birikimini heba edebilir, firmaların ayağını kaydırabilir. Onun için yenilikçi düşünceler savuşturulmalı, inovasyon yarışından çekilmeli, en iyi bilinen iş yapılmaya devam edilmeli. Yani maksimum istikrar için minimum risk alınmalı.
  • Atak yapma kültürü Doğu toplumlarına has değil. Hatta piyasa bilgimiz de buna uygun oluşmadı. Bu nedenle de iş dünyamızın duayenleri, stabil kalıp minik adımlarla yukarılara tırmanmayı daha doğru bulmaktan vazgeçmemeli, bu düşünceleri doğrultusunda hiçbir şeyden taviz vermemeli.

(Açalım: Sıçramalı hareketler kesinlikle çok tehlikeli olarak görülür ve üzerinde düşünülmez bile. Bu bakış açısı kısmen doğru da olsa da bu şekilde bir ‘sıçrama’ bilgisini asla elde edemiyoruz. Yani, atlayamacağımızı düşündüğümüz bir yükseklik için atlama idmanları dahi yapmazken bu durum bizi, hep vasata razı olmaya itiyor. Hiçbir zaman bulunduğumuz yerden daha uzağa zıplayamıyoruz ve tabii durum böyleyken -kalıpları değiştirmek, deveye hendek atlatmaktan daha zorken- asla sıçramaya falan kalkışılmamalı!)

***

İnovasyonda geri kalmak için mutlaka yapılması gerekenler listesini daha da geliştirebiliriz. Hatta bunların birçoğunun gerçekte ‘haklı’ bulunan karşılığı da olabilir ancak asıl konu, haklı olunup olunmaması değil, piyasa neyi gerektiriyorsa firmaların kendilerini o şekilde hazırlaması gerektiğidir. Firmalar olarak her şeyi olduğu gibi inovasyon konusunu da maalesef tek boyutlu ele alıyoruz.

MESELA

Ülkemizde yapılan bir araştırmada ‘inovasyonu nasıl görüyorsunuz, neye benzetiyoruz?’ sorusuna genellikle somut benzetmelerle (genellikle denize ve ampule) cevap verilmiş. Bu da bizim inovasyona tek açıdan ve kısıtlı baktığımızın göstergesi. Halbuki benzetmeler soyut olabilseydi onu daha çok içselleştirebilir, ulaşılması kolay bir şey gibi algılayabilirdik. Böylelikle, inovasyon daha çok beynin sağ lobunun konusu haline gelirdi, hayallerimizle bezenerek hayatımıza inen ürün ve hizmetlere kolayca dönüşebilirdi.

Ve yine, ‘günlük hayatımızda zorluk çektiğimiz herhangi bir sorunu daha farklı şekilde nasıl çözeriz?’ sorusunu yanıtlama peşine düşüp sürekli beyin jimnastiği yaparak pratik fikirler üretseydik o zaman zihnimiz ve hayallerimizle daha yükseğe çıkabilirdik.

‘Tek boyutluluk’ hayatı anlamlandırma şeklimizi ve yenilikçiliğimizi direkt olarak olumsuz etkileyen bir durum olduğundan anılan konuların inovasyon eğitimi verenler tarafından ele alınması ve toplumsal belleğin inovasyon yapma üzerinde çalıştırılması gerekiyor.

İnovasyona ulaşmak için illaki mucit zekâsına sahip olmamız gerekmiyor. Bu işin bir metodolojisi var ve bunu öğrenmek, geçmişe göre de daha kolay.

Batı dünyası, inovasyonu çok eskiden beridir, neredeyse iki yüzyıldır tanıyor. 20 yıldan biraz fazla bir zamandır tanıyan bizim ülkemiz gibi ülkelere kıyasla Batı, oldukça avantajlı konumda.

Peki, Batı’nın bu avantajlı konumuna erişmek için aradaki yılları katetmemiz mi gerekiyor, yoksa daha kısa bir yol bulabilir miyiz?

Esasen kısa bir yol var ve bu kısa yol, belki de sadece bu yüzyıla ait bir avantaj sayılır.

ÇÜNKÜ

Düne kadar ulaşmanın çok zor ve zahmetli olduğu bilgi, bugün kimsenin tekelinde değil. Aranan bilgiye kısa sürede ulaşmak mümkün ve bilgiye erişmenin maliyeti de çok yüksek sayılmaz.

Dolayısıyla ülke olarak tüm kurumlarımızla iki yüzyıllık bir inovasyon birikimini gözden geçirip kısa sürede nasıl hazmedebileceğimizi konuşmamız gerekiyor.

Şu bilinmelidir ki, bir firmayı iflasa sürükleyen en kuvvetli yol, harcamaları kısmaktan başka bir düşüncenin ortada var olmamasıdır. Halbuki yapılması gereken, kazanç getiren harcamaları kazanç getirmeyenlerden ayırmak. Yani ‘mevcut parayı kâr elde edebilecek şekilde nasıl harcayabilirim?’ şeklinde düşünme becerisini elde etmektir. Parayı getirecek olan ise ancak fırsat alanları olabilir. Fırsat alanları da farklı mesajlar içeren, inovatif ürün ve hizmetlerden meydana gelmektedir. Kurum olarak fırsat alanlarına yatırım yapmak, risk yaratan bir durum değildir; tam tersine gelecekte var olmanın tek yoludur.

23 Ağustos 2019 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

OSMAN ARIOĞLU



 

Geçtiğimiz hafta 2025-27 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program açıklandı. Programda enflasyon ve büyüme rakamlarında revizeler yapıldığını gördük. Geçen hafta sonu kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu B+’dan BB-‘ye çıkardı. 

 

Görünümü ise pozitiften durağana çevirdi.

 

FİTCH KREDİ NOTU

 

Öncelikle kredi notundan bahsedelim. Bu not artırımından sonra Türkiye’nin kredi notu Güney Afrika ile aynı seviyeye geldi. 

 

Önümüzdeki dönemde risk priminde de biraz daha iyileşme görebiliriz. Not artırımı zaten bekleniyordu. Kritik konu, görünümün durağana çevrilmesidir. Bir sonraki açıklamada kredi not artırımının biraz zora girmesi gibi görünse de kesin olarak böyle olur demek değildir. 

 

ENFLASYON VE BÜYÜME RAKAMLARINDA REVİZE

 

OVP ile 2024 yılı enflasyon hedefi yüzde 33’ten yüzde 41.5’e revize edildi. Aslında Merkez Bankası daha önce 2024 yılı enflasyon hedefini yüzde 38’e revize etmiş ve daha sonraki birkaç toplantısında da yüzde 38’de sabit tutmuştu. Merkez Bankası açıklamasında da 38-42 aralığında bir banttan bahsedildiğini dikkate alırsak yeni hedefin Merkez Bankası açıklamalarındaki üst bant civarı olduğunu ve tutturulabilir görüldüğünü belirtelim. 

 

Büyüme beklentisinde değişiklik yapılarak 2024 yılı büyüme hedefi yüzde 3.5, 2025 yılı hedefi de yüzde 4 olarak revize edildi. Orta Vadeli Program açıklaması sırasında konuyla ilgili tüm bakanlar masanın etrafında olduğu halde sadece ana başlıkların belirtilmiş olması, içerikle ilgili detaya girilmemesi, kamuoyu nezdinde bir hayli eleştiriye neden oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, OVP açıklaması sırasında konuya ilişkin detayların 25 Ekim’de açıklanacak 2025 yılı programında olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün unsurları ile yetki ve sorumluluğunun Cumhurbaşkanı makamına ait olması, bakanların programın yürütülmesinde yardımcı rol alan aktörler olarak değerlendirilmesi nedeniyle detaylandırmanın Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yıllık programı ile olması doğal karşılanabilir. 

 

OVP’de 2025 yılı büyüme hedefinin yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olarak açıklanması ile enflasyonla mücadele programında bir gevşemeye gidileceği yönünde değerlendirmeler ekonomideki yavaşlamanın 2025 yılı ilk yarısında da devam edeceği beklentisi ile uyumlu. Daralmanın 2025 yılının bütününe yayılması ise başka sorunları da beraberinde getirebilir. Genel olarak hükümetlerin en tedirgin olduğu konu, ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlaması veya durgunluk içerisine girilmesidir. Bu hem işsizliğin artması hem de ülke kalkınmasının ve dolayısıyla da kişi başı milli gelirin düşmesine neden olabileceğinden hassasiyet gösterilmesi doğaldır. Türkiye’de 2002- 2008 yılları arasında yine bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. 2001 yılı ekonomik krizi sonrası negatif büyüyen ülkede güven, kararlılık ve istikrarla enflasyonda ciddi bir iyileşme ile birlikte büyüme oranlarında da makul bir seviye izlenebilir olmuştu. 

 

PROGRAMDA KARARLILIK 

 

Enflasyonla mücadele programında en kritik konu, beklentilerin doğru yönetilmesi ve toplumun genelinde uygulanan enflasyonla mücadele programına inancın devam ediyor olmasıdır. Enflasyon katılaşmadan bu yılın ikinci yarısı ve 2025’in ilk yarısı biraz daha acı çekilecek dönem olarak kalması koşuluyla sonrasının daha yumuşak bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olabilir. Geçen 5-6 yıllık dönemde uygulanan programlar kişiler ile doğrudan bağlantılı hale geldi ve birbiriyle zıt uygulamalar yapıldı. Uygulanan programda da esas tedirgin eden bu noktadır. Bu program, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile endeksli görülüyor. Hazine ve Maliye Bakanı konusunda yapılan spekülasyonların programda ne denli hasara yol açabileceği birkaç hafta önceki asılsız dedikodular ile teyit edildi. Bu dedikoduları gidermek için Sayın Şimşek sosyal medya hesabından iki defa istifa ettiği yönündeki tevatürleri yalanlamak durumunda kaldı. 

 

Yüksek enflasyon, toplumu her yönüyle bozucu etkilere neden olur. Şu anda en kritik konu, henüz katılaşmamış olan enflasyonu indirmedeki kararlılığın korunmasıdır. Beklenti yönetimi doğru yapılabildiği ölçüde enflasyon ve büyüme hedefleri yakınsanabilir. Yapısal reformların realize edilmesinde de anlayışın değiştiğine yönelik kanaat omurgayı oluşturur. En az iki yıl daha seçim olmaması halen en büyük avantaj durumundadır.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon reyting büyüme Fitch kredi

PROF. DR. NURULLAH GÜR



Türkiye’de enflasyon, yıllık bazda tek haneli rakamları en son Ekim 2019’da görmüştü. Salgın döneminde yüzde 10-20 bandında dolanan enflasyon oranı, Aralık 2021’den itibaren başka bir safhaya geçti. O tarihten bu yana ortalama enflasyon yüzde 57.5 seviyesinde gerçekleşti. Beklediğimiz dezenflasyon süreci, Haziran 2024 itibariyle nihayet başladı. Yıllık enflasyon, son üç ayda yüzde 75.45’ten yüzde 51.97’ye geriledi. Bu gerilemeye neden olan temel unsurları şöyle özetleyebiliriz:

 

* Geçen yılın yaz döneminde çok yüksek seviyelerde gerçekleşen aylık enflasyon rakamlarının Haziran-Ağustos 2024 döneminde devreden çıkması neticesinde baz etkisi oluştu. Bu matematiksel durum, yıllık enflasyonu otomatik olarak aşağıya çekti.  

 

* Sıkı para politikası ve ekonomi politikalarındaki artan öngörülebilirliğin bir sonucu olarak döviz kurları, daha istikrarlı bir aralıkta seyretmeye başladı. Hatta TL reel bazda değerlendi. Bu gelişme, ithalat fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisini sınırladı. 

 

* Sıkı para politikası, iç talebi yavaşlattı. 

 

n Küresel emtia fiyatlarının stabil bir seyir izlemesi ve asgari ücrete ara dönemde zam yapılmaması, reel sektör için maliyetleri hafifletti. Böylece, bazı şirketlerin fiyat artışlarında aşırıya kaçmaya yönelebilmeleri için gerekçeleri azalmış oldu. 

 

TAHMİNLER GÜNCELLENDİ

 

Enflasyonda düşüş trendi başlamış olmasına rağmen Merkez Bankası’nın yüzde 38’lik yıl sonu hedefinin tutması mümkün gözükmüyor. Zaten geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 41.5 olarak güncellendi. Önceki OVP’de 2024 yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 33 idi. Durum böyle olunca akıllara kritik bir soru geliyor: 

 

Neden enflasyon tahminleri tutmadı? Bu sorunun birkaç cevabı var: 

 

* Enflasyonu kontrol altına almak için para politikası sıkılaştırıldı. Bu gerekliydi. Ama para politikasını destekleyecek yapısal politikalar yeterince kapsamlı ve hızlı biçimde devreye giremedi. Önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadelenin ön koşulu olmakla birlikte yeterli koşulu değildir. 

 

* Para politikasının iletişim ayağı zayıf kaldı. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri yeterince iyi yönetilemedi. Bu durum, fiyatlama davranışları ve tüketim eğilimlerinin normalleşmesini geciktirdi. 

 

* Fiyatı kamu tarafından yönetilen ve yönlendirilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat ayarlamaları dezenflasyon sürecini yeterince desteklemedi.  

 

ÇÖZÜM NEREDE?

 

Peki, bundan sonra ne yapmalıyız? Para politikasının etki alanına girmeyen ama enflasyonu ilgilendiren alanlara dair diğer ekonomi politikalarını daha etkin çalıştırmamız lazım. Ekonominin planlama, üretim, teşvik, dağıtım ve aracılık faaliyetlerini ilgilendiren sorunlarına dair kalıcı çözümler üretmeliyiz. Enflasyonla mücadelenin her boyutunu vatandaşa ve şirketlere daha fazla dokunarak anlatmalıyız. Maliye politikalarını hem enflasyonla mücadeleyi destekleyecek hem de enflasyonla mücadelenin maliyetinin toplumda daha adil biçimde paylaşılmasını sağlayacak şekilde çalıştırmalıyız. 

 

Bunları yapmakta yetersiz kaldığımız durumda, sıkı para politikası daha uzun süre devrede kalabilir. Yani yüksek faiz, ekonomiyi gereğinden uzun süre yorabilir. Bu durum, reel sektörün üretim kapasitesine, yatırım iştahına ve rekabet gücüne zarar verir; sabit gelirli vatandaşların yaşam koşulları daha da zorlaşır. İşte bu yüzden enflasyonla mücadeleyi çok boyutlu bir strateji ve politika setiyle yürütmemiz gerekiyor. 

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon