tatil-sepeti

64. Hükümet ülkemize, milletimize hayırlı olsun. Başbakan Yardımcısı olarak isimlerini açıklanan değerli siyasetçilerin hangi konuları üstlendikleri genellikle ilk Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası açıklanıyor. Bununla birlikte, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in, önceki Maliye Bakanı olarak, tecrübesi ile ekonominin koordinasyondan sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevini üstlendiğini tahmin edebiliyoruz. Ekonomi Yönetimi'nde, Kalkınma Bakanı olarak Cevdet Yılmaz'ın da görevini sürdürmesi, Mehmet Şimşek gibi, önemli bir birikimi temsil eden 'kurumsal hafıza'nın devamlılığı açısından önemli.

Yine, tecrübesi, becerisi ve birikimi ile, Ulaştırma Bakanlığı görevini yeniden üstlenen Binali Yıldırım'ın katkıları aynı şevkle devam edecek. AK Parti'nin teşkilat çalışmalarına ciddi katkı sağlamış olan Süleyman Soylu, Çalışma Bakanı olarak, asgari ücret ve kıdem tazminatı gibi metanetli konuları yönetecek. Keza, Tarım Bakanı olarak Faruk Çelik ve Orman Bakanı olarak Veysel Eroğlu tecrübelerini fazlasıyla konuşturacaklar. Berat Albayrak ise, entelektüel birikimi ve iş hayatında tecrübe kazandığı alan itibariyle, Enerji Bakanlığı'nda önemli işler gerçekleştirecektir.

64. Hükümet'in programında, merkez bankası araç bağımsızlığı, kamu mali disiplini, fiyat istikrarı ve benzeri konular öncelikli. Yani, AK Parti 13 yıllık ekonomi yönetimindeki bakış açısını aynen koruyor. Buna rağmen, merkez bankası araç bağımsızlığını ifade eden cümle yeni hükümet programında değiştirildi diye, bir yaygara, bir itham. Türkiye ucuz muhalifliği, ucuz karşıtlığı nasıl ortadan kaldıracak, bilemiyorum. Ama, ekonominin çarklarının güçlendirilmesine acilen odaklanmamız gerekiyor ve bu polemikleri acilen ortadan kaldırmamız gerekmekte. Bu noktada, bizim de 'çorbada bir tutam tuz'umuz olsun, niyetiyle, ilk 100 gün için önerilerimizi paylaşalım, istedim.

'PİYASA GÜVENİ' MUTLAKA GÜÇLENDİRİLMELİ

İlk 100 gün için, kritik konulardan birisini, hane halkının ve reel sektörünün ekonomiye olan güvenini yeniden güçlendirmek ve perçinlemek oluşturuyor. Sadece 1 Kasım milletvekili genel seçimlerinden çıkan '4 yıllık tek başına iktidar' sonucuyla dahi, tüketici güveni bir anda sıçradı. Bir yandan, Türk halkının çarşı-pazar boyutunda, 'hayat pahalılığı' ile ilgili algısını iyileştirecek, bir yandan da reel sektörün yeniden yatırımlara yönelmesini sağlayacak teşvik edici düzenlemelerin hayat bulması gerekiyor. Türk halkının ekonomiye olan güvenini arttıracak önlemlerin bir boyutu, hane halkının gelirini arttırıcı ve borç yükünü azaltıcı, seri olarak hayata geçirilebilecek tedbirlerden; bir başka boyutu da enflasyonun 'boynunu kırarak', enflasyonun yüksek seyretmesine sebep olan gerekçeleri ortadan kaldırmaktan geçiyor. Özel sektör yatırımlarının ve ihracatın finansmanı yönelik acil tedbirlerin hayata geçirilmesi de, Türk ekonomisinin büyüme hızına müspet yönde katkı sağlayacaktır.

TASARRUFLAR DA ÖZENDİRİLMELİ

Hiç şüphesiz, 7-8 milyon sabit ücretle çalışan kesimin ücretlerinde yüzde 15 ile 30 arasındaki iyileşmenin, hane halkı gelirleri açısından doping etkisi olabilir. Ancak, bu gelir artışının tümünün tüketim harcamalarına dönüşmesi, Türkiye'nin iyileştirmek zorunda olduğu tasarruf oranları açısından fırsatın kaçması demektir. Bu nedenle, çalışanların, kanuni düzenleme ile emeklilerin maaş ve ücretleri iyileştirildiğinde, ilk 100 günde tasarrufları özendirici önlemler de alınmak suretiyle, gelir artışının bir bölümünün tasarruflara yönelmesinin sağlanması yararlı olacaktır. Gençlerin 'genel sağlık sigortası' borçlarının silinmesi de, yine hane halkının sürece adaptasyonu açısından önemli. Bu tür yeni sistemler otururken, hane halkına çıkarılacak kabarık borçların sebep olabileceği moralsizlik de, ekonomik aktiviteyi etkiler. Keza, terörle mücadele eden emniyet mensuplarının özlük haklarında iyileştirme, er ve erbaşların harçlıklarının artırılması, muhtarlara zam, çiftçiye KDV desteği, esnafa vergi kolaylığı gibi adımlar da, yine hane halkının moralini yükselerek, ekonomik aktiviteyi olumlu yönde etkileyecektir. Taşeron işçilerin kadroya alınması konusunda ise, önceki hükümetler döneminde büyük ölçüde tamamlanmış çalışmanın ilk 100 günde hayat bulması da, yukarıdaki adımların tuzu, biberi olur.

YATIRIMLARIN CAZİBESİ ARTIRILMALI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaklaşık iki yıldır, Türkiye'de faizlerin yüksek olduğundan ne zaman söz etse, kimi çevreler garip bir tutumla, konuyu hep Merkez Bankası para politikası faiz oranına getirdiler ve 'TCMB üzerinde siyasi baskı oluşturuluyor' iddiaları ile, konu ne yazık ki başka noktalara çekildi. Oysa, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bahsettiği husus, Türkiye'de reel sektörün, yatırım amaçlı ve işletme sermayesi amaçlı olarak, çok ağır bir maliyetle kaynak kullandığıydı. Bu nedenle, ilk 100 günde, reel sektörün finansman imkanlarının maliyetlerini aşağı çekecek tedbirler, kısmen kamu yükleri, kısmen de bankalarca uygulanan kimi harç ve giderlerde anlamlı indirimler yapılması gerekiyor. İlk 100 günün içinde, teşviklerin yeniden yapılandırılması adına atılacak adımlar ise, sonraki 300 ve 500 gün için anlamlı olacaktır.

'ASGARİ ÜCRET'İN İYİ YÖNETİLMESİ GEREKİYOR

Hane halkının ekonomiye duyduğu güveni perçinleyecek, çarşı-pazardaki alışverişi makul ölçüde canlandıracak tedbirlerin bir boyutu, hane halkının gelirini arttırmaktan geçiyor. Burada, çalışanların, emeklilerin, hatta eğitim gören gençlerinin gelirini düzeltmeye yönelik, ilk 100 günde atılabilecek adımlar var. Çalışanları ilgilendiren en kritik konu, asgari ücretin 1.300 TL'ye yükseltilmesi. Bu konu, sadece asgari ücretle sınırlı değil ve asgari ücretin üzerinde ücretle çalışan kesimler dahil, tahmin edilenden daha büyük bir çalışan grubunu ilgilendiriyor. Bu nedenle, düşük gelirle çalışanların durumlarının yasal olarak daha düzenli hale getirilebilmesi, aynı zamanda işverenlerin istihdam maliyetlerinin de azaltılması adına, asgari ücretin yüzde 120’sine kadar maaş ödeyen işverenlerin SGK prim tutarlarının asgari ücretle aynı olmasına yönelik bir düzenleme yapılması, reel sektörde bu konu gündeme geldiğinden beri gözlenen tartışmaları yatıştırabilir.

29 Kasım 2015 Pazar

Etiketler : Köşe Yazısı

OSMAN ARIOĞLU



 

Geçtiğimiz hafta 2025-27 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program açıklandı. Programda enflasyon ve büyüme rakamlarında revizeler yapıldığını gördük. Geçen hafta sonu kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu B+’dan BB-‘ye çıkardı. 

 

Görünümü ise pozitiften durağana çevirdi.

 

FİTCH KREDİ NOTU

 

Öncelikle kredi notundan bahsedelim. Bu not artırımından sonra Türkiye’nin kredi notu Güney Afrika ile aynı seviyeye geldi. 

 

Önümüzdeki dönemde risk priminde de biraz daha iyileşme görebiliriz. Not artırımı zaten bekleniyordu. Kritik konu, görünümün durağana çevrilmesidir. Bir sonraki açıklamada kredi not artırımının biraz zora girmesi gibi görünse de kesin olarak böyle olur demek değildir. 

 

ENFLASYON VE BÜYÜME RAKAMLARINDA REVİZE

 

OVP ile 2024 yılı enflasyon hedefi yüzde 33’ten yüzde 41.5’e revize edildi. Aslında Merkez Bankası daha önce 2024 yılı enflasyon hedefini yüzde 38’e revize etmiş ve daha sonraki birkaç toplantısında da yüzde 38’de sabit tutmuştu. Merkez Bankası açıklamasında da 38-42 aralığında bir banttan bahsedildiğini dikkate alırsak yeni hedefin Merkez Bankası açıklamalarındaki üst bant civarı olduğunu ve tutturulabilir görüldüğünü belirtelim. 

 

Büyüme beklentisinde değişiklik yapılarak 2024 yılı büyüme hedefi yüzde 3.5, 2025 yılı hedefi de yüzde 4 olarak revize edildi. Orta Vadeli Program açıklaması sırasında konuyla ilgili tüm bakanlar masanın etrafında olduğu halde sadece ana başlıkların belirtilmiş olması, içerikle ilgili detaya girilmemesi, kamuoyu nezdinde bir hayli eleştiriye neden oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, OVP açıklaması sırasında konuya ilişkin detayların 25 Ekim’de açıklanacak 2025 yılı programında olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün unsurları ile yetki ve sorumluluğunun Cumhurbaşkanı makamına ait olması, bakanların programın yürütülmesinde yardımcı rol alan aktörler olarak değerlendirilmesi nedeniyle detaylandırmanın Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yıllık programı ile olması doğal karşılanabilir. 

 

OVP’de 2025 yılı büyüme hedefinin yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olarak açıklanması ile enflasyonla mücadele programında bir gevşemeye gidileceği yönünde değerlendirmeler ekonomideki yavaşlamanın 2025 yılı ilk yarısında da devam edeceği beklentisi ile uyumlu. Daralmanın 2025 yılının bütününe yayılması ise başka sorunları da beraberinde getirebilir. Genel olarak hükümetlerin en tedirgin olduğu konu, ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlaması veya durgunluk içerisine girilmesidir. Bu hem işsizliğin artması hem de ülke kalkınmasının ve dolayısıyla da kişi başı milli gelirin düşmesine neden olabileceğinden hassasiyet gösterilmesi doğaldır. Türkiye’de 2002- 2008 yılları arasında yine bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. 2001 yılı ekonomik krizi sonrası negatif büyüyen ülkede güven, kararlılık ve istikrarla enflasyonda ciddi bir iyileşme ile birlikte büyüme oranlarında da makul bir seviye izlenebilir olmuştu. 

 

PROGRAMDA KARARLILIK 

 

Enflasyonla mücadele programında en kritik konu, beklentilerin doğru yönetilmesi ve toplumun genelinde uygulanan enflasyonla mücadele programına inancın devam ediyor olmasıdır. Enflasyon katılaşmadan bu yılın ikinci yarısı ve 2025’in ilk yarısı biraz daha acı çekilecek dönem olarak kalması koşuluyla sonrasının daha yumuşak bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olabilir. Geçen 5-6 yıllık dönemde uygulanan programlar kişiler ile doğrudan bağlantılı hale geldi ve birbiriyle zıt uygulamalar yapıldı. Uygulanan programda da esas tedirgin eden bu noktadır. Bu program, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile endeksli görülüyor. Hazine ve Maliye Bakanı konusunda yapılan spekülasyonların programda ne denli hasara yol açabileceği birkaç hafta önceki asılsız dedikodular ile teyit edildi. Bu dedikoduları gidermek için Sayın Şimşek sosyal medya hesabından iki defa istifa ettiği yönündeki tevatürleri yalanlamak durumunda kaldı. 

 

Yüksek enflasyon, toplumu her yönüyle bozucu etkilere neden olur. Şu anda en kritik konu, henüz katılaşmamış olan enflasyonu indirmedeki kararlılığın korunmasıdır. Beklenti yönetimi doğru yapılabildiği ölçüde enflasyon ve büyüme hedefleri yakınsanabilir. Yapısal reformların realize edilmesinde de anlayışın değiştiğine yönelik kanaat omurgayı oluşturur. En az iki yıl daha seçim olmaması halen en büyük avantaj durumundadır.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon reyting büyüme Fitch kredi

PROF. DR. NURULLAH GÜR



Türkiye’de enflasyon, yıllık bazda tek haneli rakamları en son Ekim 2019’da görmüştü. Salgın döneminde yüzde 10-20 bandında dolanan enflasyon oranı, Aralık 2021’den itibaren başka bir safhaya geçti. O tarihten bu yana ortalama enflasyon yüzde 57.5 seviyesinde gerçekleşti. Beklediğimiz dezenflasyon süreci, Haziran 2024 itibariyle nihayet başladı. Yıllık enflasyon, son üç ayda yüzde 75.45’ten yüzde 51.97’ye geriledi. Bu gerilemeye neden olan temel unsurları şöyle özetleyebiliriz:

 

* Geçen yılın yaz döneminde çok yüksek seviyelerde gerçekleşen aylık enflasyon rakamlarının Haziran-Ağustos 2024 döneminde devreden çıkması neticesinde baz etkisi oluştu. Bu matematiksel durum, yıllık enflasyonu otomatik olarak aşağıya çekti.  

 

* Sıkı para politikası ve ekonomi politikalarındaki artan öngörülebilirliğin bir sonucu olarak döviz kurları, daha istikrarlı bir aralıkta seyretmeye başladı. Hatta TL reel bazda değerlendi. Bu gelişme, ithalat fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisini sınırladı. 

 

* Sıkı para politikası, iç talebi yavaşlattı. 

 

n Küresel emtia fiyatlarının stabil bir seyir izlemesi ve asgari ücrete ara dönemde zam yapılmaması, reel sektör için maliyetleri hafifletti. Böylece, bazı şirketlerin fiyat artışlarında aşırıya kaçmaya yönelebilmeleri için gerekçeleri azalmış oldu. 

 

TAHMİNLER GÜNCELLENDİ

 

Enflasyonda düşüş trendi başlamış olmasına rağmen Merkez Bankası’nın yüzde 38’lik yıl sonu hedefinin tutması mümkün gözükmüyor. Zaten geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 41.5 olarak güncellendi. Önceki OVP’de 2024 yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 33 idi. Durum böyle olunca akıllara kritik bir soru geliyor: 

 

Neden enflasyon tahminleri tutmadı? Bu sorunun birkaç cevabı var: 

 

* Enflasyonu kontrol altına almak için para politikası sıkılaştırıldı. Bu gerekliydi. Ama para politikasını destekleyecek yapısal politikalar yeterince kapsamlı ve hızlı biçimde devreye giremedi. Önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadelenin ön koşulu olmakla birlikte yeterli koşulu değildir. 

 

* Para politikasının iletişim ayağı zayıf kaldı. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri yeterince iyi yönetilemedi. Bu durum, fiyatlama davranışları ve tüketim eğilimlerinin normalleşmesini geciktirdi. 

 

* Fiyatı kamu tarafından yönetilen ve yönlendirilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat ayarlamaları dezenflasyon sürecini yeterince desteklemedi.  

 

ÇÖZÜM NEREDE?

 

Peki, bundan sonra ne yapmalıyız? Para politikasının etki alanına girmeyen ama enflasyonu ilgilendiren alanlara dair diğer ekonomi politikalarını daha etkin çalıştırmamız lazım. Ekonominin planlama, üretim, teşvik, dağıtım ve aracılık faaliyetlerini ilgilendiren sorunlarına dair kalıcı çözümler üretmeliyiz. Enflasyonla mücadelenin her boyutunu vatandaşa ve şirketlere daha fazla dokunarak anlatmalıyız. Maliye politikalarını hem enflasyonla mücadeleyi destekleyecek hem de enflasyonla mücadelenin maliyetinin toplumda daha adil biçimde paylaşılmasını sağlayacak şekilde çalıştırmalıyız. 

 

Bunları yapmakta yetersiz kaldığımız durumda, sıkı para politikası daha uzun süre devrede kalabilir. Yani yüksek faiz, ekonomiyi gereğinden uzun süre yorabilir. Bu durum, reel sektörün üretim kapasitesine, yatırım iştahına ve rekabet gücüne zarar verir; sabit gelirli vatandaşların yaşam koşulları daha da zorlaşır. İşte bu yüzden enflasyonla mücadeleyi çok boyutlu bir strateji ve politika setiyle yürütmemiz gerekiyor. 

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon