tatil-sepeti

Prof. Dr. Kerem Alkin

Bir ülkenin dünya ekonomi-politiğinde iddiası ‘tam bağımsız’ bir ‘milli ekonomi’ inşasını başarıyla yürütmesi ve bunu ‘sürdürülebilir’ kılmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Dünyanın ekonomi, diplomasi, teknoloji, üretim ve küresel ticaret ‘güç’ merkezi konumundaki ülkelerin bütünü, bu alandaki başarılarının temeli olan iki alanı asla ihmal etmemişlerdir; bunlardan ilki enerjide kendi kendine yetebilen ülke olma becerisi; ikincisi ise savunma ve milli güvenlik alanında kendi kendine yetebilen ülke olma becerisi. G7 dediğimiz ülkeleri bu alanda kararlı adımlar atarken, durmaksızın süregelen bu mücadele bugün G20 ülkeleri arasında tırmanışını sürdürmektedir.

***

NATO ülkeleri başta olmak üzere, dünyanın saygın ülkeleri, Türkiye’nin İHA ve SİHA hava unsurlarıyla, kendi füze sistemleriyle, MİLGEM projesiyle ortaya koyduğu başarıları ve bunun Suriye, Libya, Irak, terörle amansız mücadele gibi alanlarda, sahada verdiği sonuçları takdirle takip ediyorlar. Bu başarının 2106’dan beri yükseliş göstermesinde, hiç şüphesiz, Atlantik İttifakı’nın karanlık güçlerinin maşası FETÖ’nün sivil ve askeri bürokrasiden büyük ölçüde temizlenmiş olmasının etkisi göz ardı edilmemeli. Nitekim, aynı ‘karanlık’ ve ‘tehlikeli’ terör yapısının 15 Temmuz sonrası çökertilmesiyle hayat bulan ‘Mavi Vatan’ stratejisi, Türkiye’yi denizlerde kendi ‘hidrokarbon’ haklarına yönelik ‘tarihi’ açıklamaların yapılacağı bir noktaya getirdi.

***

Kalyon Holding’in ‘devrimsel’ nitelikteki güneş enerjisi hamlesi de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vizyoner liderliğinde, sürecin mimarı konumundaki Bakan Albayrak’ın belirttiği gibi, yenilene-bilir kaynaklarımız ve ürettiğimiz enerjimizle, Türkiye’nin perçinlenen ekonomik bağımsızlığını dünyaya göste-riyor. Kalyon’un yatırımı, Türkiye’yi poli-silisyumdan ingotu Avrupa ve Orta-doğu’da üreten ilk fabrikaya kavuşturu-yor. Küresel ticarette sonraki 10 yıl ‘düşük karbon’ rekabetine sahne olacak. Türkiye’nin yenilenebilir enerji teknoloji ve kaynaklarına yönelik ‘tarihi’ ve ‘devrimsel’ adımları, başta AB pazarı, küresel ticarette mal ihracatımızın katlanmasını ve 2023’de 220 milyar dolarların üstünü konuşmamızı sağlayabilir.

2. ÇEYREK BÜYÜME YÜZDE -8,6

Sektörlerin önemli bir kısmının ‘Kovid-19’ küresel virüs salgını nedeniyle ne ölçüde bir üretim kaybı yaşadıklarını, ne ölçüde zararları olduğunu henüz netleştirememiş olsak da, imalat sanayi ve toplam sanayi üzerinden yapabileceğimiz kaba bir tahmin, tarım sektörünün de büyük bir kırılma yaşamaması koşulu ile 2020’nin 2. çeyreğinde Türkiye ekonomisinin yüzde 70 olasılıkla, yüzde -8.6’lık bir daralma yaşamış olabileceğine işaret ediyor.

Mevsimsellikten arındırılmış olan bir önceki yılın aynı çeyreğine göre, tüm Avrupa Birliği’nde daralma yüzde -14.1’e, Euro Bölgesi’nde ise yüzde -15’e ulaşmış durumda. Aynı oran, İspanya için yüzde -22.1, İngiltere için yüzde -21.7, Fransa için yüzde -19, İtalya için yüzde -17.3, Almanya için ise yüzde -11.7 düzeyinde. Amerika kıtasına gittiğimizde ise, Meksika’nın yüzde -19, Kanada’nın yüzde -13.5, ABD’nin ise yüzde -9.5’lik bir daralma yaşadıkları görülüyor.

Ülkeler ve küresel şirketler, bundan sonra asla eskisi gibi Çin ve Asya’dan aynı oranda bir tedarik yapmamakta kararlılar. Bu durum, daha yoğun siparişlerle, Türkiye’nin ihracat verilerine artan bir tempoda artış olarak yansıyacak. Apple ve Dell gibi pek çok teknoloji devinin kilit tedarikçisi konumundaki Hon Hal Precision (Foxconn) Industry’nin yönetim kurulu başkanı Young Liu, ticaret savaşları nedeniyle, Çin’in dünyanın fabrikası olma becerisini artık devam ettirmenin imkansız olduğuna işaret etmekte.

Liu, bundan sonra dünyanın farklı noktalarında yeni üretim ekosistemlerinin yükselme döneminin hız kazanacağına işaret etmiş. Türkiye olarak, küresel üretim ekosistemimizdeki rolümüzü, yenilenebilir enerji, yeşil üretim, düşük karbon ayak izi, güçlü maliyet yönetimi ve rekabetçi kur düzeyiyle perçinleyelim.

21 Ağustos 2020 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

OSMAN ARIOĞLU



 

Geçtiğimiz hafta 2025-27 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program açıklandı. Programda enflasyon ve büyüme rakamlarında revizeler yapıldığını gördük. Geçen hafta sonu kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu B+’dan BB-‘ye çıkardı. 

 

Görünümü ise pozitiften durağana çevirdi.

 

FİTCH KREDİ NOTU

 

Öncelikle kredi notundan bahsedelim. Bu not artırımından sonra Türkiye’nin kredi notu Güney Afrika ile aynı seviyeye geldi. 

 

Önümüzdeki dönemde risk priminde de biraz daha iyileşme görebiliriz. Not artırımı zaten bekleniyordu. Kritik konu, görünümün durağana çevrilmesidir. Bir sonraki açıklamada kredi not artırımının biraz zora girmesi gibi görünse de kesin olarak böyle olur demek değildir. 

 

ENFLASYON VE BÜYÜME RAKAMLARINDA REVİZE

 

OVP ile 2024 yılı enflasyon hedefi yüzde 33’ten yüzde 41.5’e revize edildi. Aslında Merkez Bankası daha önce 2024 yılı enflasyon hedefini yüzde 38’e revize etmiş ve daha sonraki birkaç toplantısında da yüzde 38’de sabit tutmuştu. Merkez Bankası açıklamasında da 38-42 aralığında bir banttan bahsedildiğini dikkate alırsak yeni hedefin Merkez Bankası açıklamalarındaki üst bant civarı olduğunu ve tutturulabilir görüldüğünü belirtelim. 

 

Büyüme beklentisinde değişiklik yapılarak 2024 yılı büyüme hedefi yüzde 3.5, 2025 yılı hedefi de yüzde 4 olarak revize edildi. Orta Vadeli Program açıklaması sırasında konuyla ilgili tüm bakanlar masanın etrafında olduğu halde sadece ana başlıkların belirtilmiş olması, içerikle ilgili detaya girilmemesi, kamuoyu nezdinde bir hayli eleştiriye neden oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, OVP açıklaması sırasında konuya ilişkin detayların 25 Ekim’de açıklanacak 2025 yılı programında olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün unsurları ile yetki ve sorumluluğunun Cumhurbaşkanı makamına ait olması, bakanların programın yürütülmesinde yardımcı rol alan aktörler olarak değerlendirilmesi nedeniyle detaylandırmanın Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yıllık programı ile olması doğal karşılanabilir. 

 

OVP’de 2025 yılı büyüme hedefinin yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olarak açıklanması ile enflasyonla mücadele programında bir gevşemeye gidileceği yönünde değerlendirmeler ekonomideki yavaşlamanın 2025 yılı ilk yarısında da devam edeceği beklentisi ile uyumlu. Daralmanın 2025 yılının bütününe yayılması ise başka sorunları da beraberinde getirebilir. Genel olarak hükümetlerin en tedirgin olduğu konu, ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlaması veya durgunluk içerisine girilmesidir. Bu hem işsizliğin artması hem de ülke kalkınmasının ve dolayısıyla da kişi başı milli gelirin düşmesine neden olabileceğinden hassasiyet gösterilmesi doğaldır. Türkiye’de 2002- 2008 yılları arasında yine bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. 2001 yılı ekonomik krizi sonrası negatif büyüyen ülkede güven, kararlılık ve istikrarla enflasyonda ciddi bir iyileşme ile birlikte büyüme oranlarında da makul bir seviye izlenebilir olmuştu. 

 

PROGRAMDA KARARLILIK 

 

Enflasyonla mücadele programında en kritik konu, beklentilerin doğru yönetilmesi ve toplumun genelinde uygulanan enflasyonla mücadele programına inancın devam ediyor olmasıdır. Enflasyon katılaşmadan bu yılın ikinci yarısı ve 2025’in ilk yarısı biraz daha acı çekilecek dönem olarak kalması koşuluyla sonrasının daha yumuşak bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olabilir. Geçen 5-6 yıllık dönemde uygulanan programlar kişiler ile doğrudan bağlantılı hale geldi ve birbiriyle zıt uygulamalar yapıldı. Uygulanan programda da esas tedirgin eden bu noktadır. Bu program, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile endeksli görülüyor. Hazine ve Maliye Bakanı konusunda yapılan spekülasyonların programda ne denli hasara yol açabileceği birkaç hafta önceki asılsız dedikodular ile teyit edildi. Bu dedikoduları gidermek için Sayın Şimşek sosyal medya hesabından iki defa istifa ettiği yönündeki tevatürleri yalanlamak durumunda kaldı. 

 

Yüksek enflasyon, toplumu her yönüyle bozucu etkilere neden olur. Şu anda en kritik konu, henüz katılaşmamış olan enflasyonu indirmedeki kararlılığın korunmasıdır. Beklenti yönetimi doğru yapılabildiği ölçüde enflasyon ve büyüme hedefleri yakınsanabilir. Yapısal reformların realize edilmesinde de anlayışın değiştiğine yönelik kanaat omurgayı oluşturur. En az iki yıl daha seçim olmaması halen en büyük avantaj durumundadır.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon reyting büyüme Fitch kredi

PROF. DR. NURULLAH GÜR



Türkiye’de enflasyon, yıllık bazda tek haneli rakamları en son Ekim 2019’da görmüştü. Salgın döneminde yüzde 10-20 bandında dolanan enflasyon oranı, Aralık 2021’den itibaren başka bir safhaya geçti. O tarihten bu yana ortalama enflasyon yüzde 57.5 seviyesinde gerçekleşti. Beklediğimiz dezenflasyon süreci, Haziran 2024 itibariyle nihayet başladı. Yıllık enflasyon, son üç ayda yüzde 75.45’ten yüzde 51.97’ye geriledi. Bu gerilemeye neden olan temel unsurları şöyle özetleyebiliriz:

 

* Geçen yılın yaz döneminde çok yüksek seviyelerde gerçekleşen aylık enflasyon rakamlarının Haziran-Ağustos 2024 döneminde devreden çıkması neticesinde baz etkisi oluştu. Bu matematiksel durum, yıllık enflasyonu otomatik olarak aşağıya çekti.  

 

* Sıkı para politikası ve ekonomi politikalarındaki artan öngörülebilirliğin bir sonucu olarak döviz kurları, daha istikrarlı bir aralıkta seyretmeye başladı. Hatta TL reel bazda değerlendi. Bu gelişme, ithalat fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisini sınırladı. 

 

* Sıkı para politikası, iç talebi yavaşlattı. 

 

n Küresel emtia fiyatlarının stabil bir seyir izlemesi ve asgari ücrete ara dönemde zam yapılmaması, reel sektör için maliyetleri hafifletti. Böylece, bazı şirketlerin fiyat artışlarında aşırıya kaçmaya yönelebilmeleri için gerekçeleri azalmış oldu. 

 

TAHMİNLER GÜNCELLENDİ

 

Enflasyonda düşüş trendi başlamış olmasına rağmen Merkez Bankası’nın yüzde 38’lik yıl sonu hedefinin tutması mümkün gözükmüyor. Zaten geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 41.5 olarak güncellendi. Önceki OVP’de 2024 yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 33 idi. Durum böyle olunca akıllara kritik bir soru geliyor: 

 

Neden enflasyon tahminleri tutmadı? Bu sorunun birkaç cevabı var: 

 

* Enflasyonu kontrol altına almak için para politikası sıkılaştırıldı. Bu gerekliydi. Ama para politikasını destekleyecek yapısal politikalar yeterince kapsamlı ve hızlı biçimde devreye giremedi. Önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadelenin ön koşulu olmakla birlikte yeterli koşulu değildir. 

 

* Para politikasının iletişim ayağı zayıf kaldı. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri yeterince iyi yönetilemedi. Bu durum, fiyatlama davranışları ve tüketim eğilimlerinin normalleşmesini geciktirdi. 

 

* Fiyatı kamu tarafından yönetilen ve yönlendirilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat ayarlamaları dezenflasyon sürecini yeterince desteklemedi.  

 

ÇÖZÜM NEREDE?

 

Peki, bundan sonra ne yapmalıyız? Para politikasının etki alanına girmeyen ama enflasyonu ilgilendiren alanlara dair diğer ekonomi politikalarını daha etkin çalıştırmamız lazım. Ekonominin planlama, üretim, teşvik, dağıtım ve aracılık faaliyetlerini ilgilendiren sorunlarına dair kalıcı çözümler üretmeliyiz. Enflasyonla mücadelenin her boyutunu vatandaşa ve şirketlere daha fazla dokunarak anlatmalıyız. Maliye politikalarını hem enflasyonla mücadeleyi destekleyecek hem de enflasyonla mücadelenin maliyetinin toplumda daha adil biçimde paylaşılmasını sağlayacak şekilde çalıştırmalıyız. 

 

Bunları yapmakta yetersiz kaldığımız durumda, sıkı para politikası daha uzun süre devrede kalabilir. Yani yüksek faiz, ekonomiyi gereğinden uzun süre yorabilir. Bu durum, reel sektörün üretim kapasitesine, yatırım iştahına ve rekabet gücüne zarar verir; sabit gelirli vatandaşların yaşam koşulları daha da zorlaşır. İşte bu yüzden enflasyonla mücadeleyi çok boyutlu bir strateji ve politika setiyle yürütmemiz gerekiyor. 

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon