tatil-sepeti

Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili

Bilindiği üzere Ahmet Haluk Dursun Hoca, 19 Ağustos’ta Van Erciş civarında devlet görevini ifa ederken geçirdiği bir trafik kazası esnasında emri hak vaki olarak şehitler kervanına katıldı. Onun son yıllarında ağırlıklı olarak görevini ifa ettiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri için söylediği şu sözü hepimiz hatırlıyoruz: Dicle’nin kuzularını çakallara kaptırmayacağız. Yine hatırladığımız gibi bu söz, Hoca’nın cenaze töreninde bizatihi Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri ile devlet yeminine dönüşmüştü.

ÖNCE SEFER, SONRA ZAFER

Diğer yandan ağustos ayının Türkler için ‘zafer’ kavramı bağlamında çok önemli bir konumunun bulunduğunu biliyoruz. Türk tarihinin büyük zaferlerinin neredeyse tamamı ağustos kökenli. Bunlardan dolayı da Zafer Bayramı bu ay içinde kutlanılır. Elbette bu durum bir tesadüfler zinciri değil. Bunu gerektiren birçok faktör bulunur. Tüm bu nedenlerle Türkler için ağustos ayının sosyolojisi büyük önem taşır. Elbette büyük zaferler destansı mücadelelerle elde edilmiş fakat aynı zamanda büyük kayıplar ve acılar da yaşanmıştır. Bizde ağustos, önce ‘sefer’, ardından ‘zafer’ ayı olarak bilinir.

Haluk Hoca’nın ağustos ayı içinde vefat etmesi, bunun ömrünün son yıllarını geçirdiği, çeşitli etkinlikler ve projelerle hemhal olduğu bölgede vuku bulması aslında çok hikmetli. Tuna ile Dicle ve Fırat’ı ilişkilendirmesi ve bir misyon yüklemesinin derin manası var. Bilindiği gibi Hoca, bu bölgeye yönelik kültürel ve eğitim projeleri yürütmüş ve geleceğin gençlerde olduğunu bildiği için onlarla hemhal olmuştu. Gittiği şehirlerde özellikle öğretmenler ve öğrencilerle buluşmaya özel bir önem vermişti. Aynı zamanda şehrin yöneticileri ve eşrafını da ihmal etmemişti.

Son yıllarda Malazgirt konusunun yoğun olarak gündemde olmasında Hoca’nın fikri ağırlığı önemli idi. Konuşmalarında bu hususu hep canlı tuttu. Türklerin Anadolu’ya giriş güzergâhında çok önemli olan Ahlat, adeta Hoca’nın kalp atışları idi. Burayı anlatırken Hoca’yı özel bir heyecan basardı. Malazgirt’i anmak önemli idi ama bu ancak Ahlat’ı dahil ederek derin bir anlam kazanabilirdi. Malazgirt ve Ahlat, ziyaret ve diriliş açısından Çanakkale olabilirdi ve olmalıydı.

Bu nedenle de bu bölgeye gerçekçi bir şekilde sahip çıkmalı, yoğunluğu artırmalıyız. Bu çerçevede Hoca’nın Türk Tarih Kurumu sahipliğinde yürüttüğü ve bizatihi özel olarak ilgilendiği ‘Anadolu Tarih ve Kültür Birliği’ projesi aynı aşk ve heyecanla devam ettirilmeli.

MALAZGİRT RUHUNU YAŞATMAK

Diğer taraftan ağustos ayının ‘zafer’ kavramı etrafında şekillenen sosyolojisi ve mahiyeti önem taşır. Zafer kavramı ile eş anlamlı hale gelmesi ve bu algıyı oluşturan, sonu zafere çıkan kahramanlık dolu savaşlarımız var. Ağustosta yapılan ve hepsi birer destan olan zaferlerden halkın da en çok hatırladığı ünlü Malazgirt muharebesi ve büyük komutan Alparslan’dır. Onun Anadolu’nun kapılarını Türkler’e açmış olması ve aynı zamanda dünya siyasi tarihinin bizim lehimize olan sürecinin de başlangıcı olması büyük önem taşıyor. Bununla birlikte Mustafa Kemal Atatürk’ün 26-30 Ağustos 1922 tarihindeki stratejik Büyük Taarruz emri, kazanılan zafer ve bu vesile ile kutlanmaya başlanılan 30 Ağustos Zafer Bayramı tamamlayıcı bir mahiyet teşkil etmiştir.

Bu çerçevede Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın artık her yıl yapılan ve haftaya da yapılacak olan Malazgirt kutlamalarında; ‘nasıl her yıl Çanakkale’ye gidiliyorsa Malazgirt’e de gidilmesi gerekir’ ifadesi, ağustosa devlet bakışını güçlendirecek bir yaklaşımdır. Öncelikle Cumhurbaşkanımızın bu adımı ve yarattığı heyecan, milletimiz açısından son derece anlamlı. Geç kaldığımız güzel bir başlangıçtır. Ağustos ayında okullar kapalı da olsa bölgenin terörden temizlenmesini de değerlendirerek katılımı ve coşkuyu artırmalı ve ülkenin her tarafına yaygınlaştırmalıyız. Bu yılın tek dezavantajı, pandeminin varlığını sürdürüyor olmasıdır. Bu açığı da dijitale önem vererek kapatmalıyız.

Bilmemiz gerekir ki Malazgirt ruhunu yaşatmayı ne kadar başarırsak, Hoca’nın ruhu da o kadar şad olacak. Yaptıkları, yazdıkları ve en önemlisi yetiştirdikleri rahmet olsun diyelim.

14 Ağustos 2020 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

OSMAN ARIOĞLU



 

Geçtiğimiz hafta 2025-27 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program açıklandı. Programda enflasyon ve büyüme rakamlarında revizeler yapıldığını gördük. Geçen hafta sonu kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu B+’dan BB-‘ye çıkardı. 

 

Görünümü ise pozitiften durağana çevirdi.

 

FİTCH KREDİ NOTU

 

Öncelikle kredi notundan bahsedelim. Bu not artırımından sonra Türkiye’nin kredi notu Güney Afrika ile aynı seviyeye geldi. 

 

Önümüzdeki dönemde risk priminde de biraz daha iyileşme görebiliriz. Not artırımı zaten bekleniyordu. Kritik konu, görünümün durağana çevrilmesidir. Bir sonraki açıklamada kredi not artırımının biraz zora girmesi gibi görünse de kesin olarak böyle olur demek değildir. 

 

ENFLASYON VE BÜYÜME RAKAMLARINDA REVİZE

 

OVP ile 2024 yılı enflasyon hedefi yüzde 33’ten yüzde 41.5’e revize edildi. Aslında Merkez Bankası daha önce 2024 yılı enflasyon hedefini yüzde 38’e revize etmiş ve daha sonraki birkaç toplantısında da yüzde 38’de sabit tutmuştu. Merkez Bankası açıklamasında da 38-42 aralığında bir banttan bahsedildiğini dikkate alırsak yeni hedefin Merkez Bankası açıklamalarındaki üst bant civarı olduğunu ve tutturulabilir görüldüğünü belirtelim. 

 

Büyüme beklentisinde değişiklik yapılarak 2024 yılı büyüme hedefi yüzde 3.5, 2025 yılı hedefi de yüzde 4 olarak revize edildi. Orta Vadeli Program açıklaması sırasında konuyla ilgili tüm bakanlar masanın etrafında olduğu halde sadece ana başlıkların belirtilmiş olması, içerikle ilgili detaya girilmemesi, kamuoyu nezdinde bir hayli eleştiriye neden oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, OVP açıklaması sırasında konuya ilişkin detayların 25 Ekim’de açıklanacak 2025 yılı programında olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün unsurları ile yetki ve sorumluluğunun Cumhurbaşkanı makamına ait olması, bakanların programın yürütülmesinde yardımcı rol alan aktörler olarak değerlendirilmesi nedeniyle detaylandırmanın Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yıllık programı ile olması doğal karşılanabilir. 

 

OVP’de 2025 yılı büyüme hedefinin yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olarak açıklanması ile enflasyonla mücadele programında bir gevşemeye gidileceği yönünde değerlendirmeler ekonomideki yavaşlamanın 2025 yılı ilk yarısında da devam edeceği beklentisi ile uyumlu. Daralmanın 2025 yılının bütününe yayılması ise başka sorunları da beraberinde getirebilir. Genel olarak hükümetlerin en tedirgin olduğu konu, ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlaması veya durgunluk içerisine girilmesidir. Bu hem işsizliğin artması hem de ülke kalkınmasının ve dolayısıyla da kişi başı milli gelirin düşmesine neden olabileceğinden hassasiyet gösterilmesi doğaldır. Türkiye’de 2002- 2008 yılları arasında yine bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. 2001 yılı ekonomik krizi sonrası negatif büyüyen ülkede güven, kararlılık ve istikrarla enflasyonda ciddi bir iyileşme ile birlikte büyüme oranlarında da makul bir seviye izlenebilir olmuştu. 

 

PROGRAMDA KARARLILIK 

 

Enflasyonla mücadele programında en kritik konu, beklentilerin doğru yönetilmesi ve toplumun genelinde uygulanan enflasyonla mücadele programına inancın devam ediyor olmasıdır. Enflasyon katılaşmadan bu yılın ikinci yarısı ve 2025’in ilk yarısı biraz daha acı çekilecek dönem olarak kalması koşuluyla sonrasının daha yumuşak bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olabilir. Geçen 5-6 yıllık dönemde uygulanan programlar kişiler ile doğrudan bağlantılı hale geldi ve birbiriyle zıt uygulamalar yapıldı. Uygulanan programda da esas tedirgin eden bu noktadır. Bu program, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile endeksli görülüyor. Hazine ve Maliye Bakanı konusunda yapılan spekülasyonların programda ne denli hasara yol açabileceği birkaç hafta önceki asılsız dedikodular ile teyit edildi. Bu dedikoduları gidermek için Sayın Şimşek sosyal medya hesabından iki defa istifa ettiği yönündeki tevatürleri yalanlamak durumunda kaldı. 

 

Yüksek enflasyon, toplumu her yönüyle bozucu etkilere neden olur. Şu anda en kritik konu, henüz katılaşmamış olan enflasyonu indirmedeki kararlılığın korunmasıdır. Beklenti yönetimi doğru yapılabildiği ölçüde enflasyon ve büyüme hedefleri yakınsanabilir. Yapısal reformların realize edilmesinde de anlayışın değiştiğine yönelik kanaat omurgayı oluşturur. En az iki yıl daha seçim olmaması halen en büyük avantaj durumundadır.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon reyting büyüme Fitch kredi

PROF. DR. NURULLAH GÜR



Türkiye’de enflasyon, yıllık bazda tek haneli rakamları en son Ekim 2019’da görmüştü. Salgın döneminde yüzde 10-20 bandında dolanan enflasyon oranı, Aralık 2021’den itibaren başka bir safhaya geçti. O tarihten bu yana ortalama enflasyon yüzde 57.5 seviyesinde gerçekleşti. Beklediğimiz dezenflasyon süreci, Haziran 2024 itibariyle nihayet başladı. Yıllık enflasyon, son üç ayda yüzde 75.45’ten yüzde 51.97’ye geriledi. Bu gerilemeye neden olan temel unsurları şöyle özetleyebiliriz:

 

* Geçen yılın yaz döneminde çok yüksek seviyelerde gerçekleşen aylık enflasyon rakamlarının Haziran-Ağustos 2024 döneminde devreden çıkması neticesinde baz etkisi oluştu. Bu matematiksel durum, yıllık enflasyonu otomatik olarak aşağıya çekti.  

 

* Sıkı para politikası ve ekonomi politikalarındaki artan öngörülebilirliğin bir sonucu olarak döviz kurları, daha istikrarlı bir aralıkta seyretmeye başladı. Hatta TL reel bazda değerlendi. Bu gelişme, ithalat fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisini sınırladı. 

 

* Sıkı para politikası, iç talebi yavaşlattı. 

 

n Küresel emtia fiyatlarının stabil bir seyir izlemesi ve asgari ücrete ara dönemde zam yapılmaması, reel sektör için maliyetleri hafifletti. Böylece, bazı şirketlerin fiyat artışlarında aşırıya kaçmaya yönelebilmeleri için gerekçeleri azalmış oldu. 

 

TAHMİNLER GÜNCELLENDİ

 

Enflasyonda düşüş trendi başlamış olmasına rağmen Merkez Bankası’nın yüzde 38’lik yıl sonu hedefinin tutması mümkün gözükmüyor. Zaten geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 41.5 olarak güncellendi. Önceki OVP’de 2024 yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 33 idi. Durum böyle olunca akıllara kritik bir soru geliyor: 

 

Neden enflasyon tahminleri tutmadı? Bu sorunun birkaç cevabı var: 

 

* Enflasyonu kontrol altına almak için para politikası sıkılaştırıldı. Bu gerekliydi. Ama para politikasını destekleyecek yapısal politikalar yeterince kapsamlı ve hızlı biçimde devreye giremedi. Önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadelenin ön koşulu olmakla birlikte yeterli koşulu değildir. 

 

* Para politikasının iletişim ayağı zayıf kaldı. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri yeterince iyi yönetilemedi. Bu durum, fiyatlama davranışları ve tüketim eğilimlerinin normalleşmesini geciktirdi. 

 

* Fiyatı kamu tarafından yönetilen ve yönlendirilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat ayarlamaları dezenflasyon sürecini yeterince desteklemedi.  

 

ÇÖZÜM NEREDE?

 

Peki, bundan sonra ne yapmalıyız? Para politikasının etki alanına girmeyen ama enflasyonu ilgilendiren alanlara dair diğer ekonomi politikalarını daha etkin çalıştırmamız lazım. Ekonominin planlama, üretim, teşvik, dağıtım ve aracılık faaliyetlerini ilgilendiren sorunlarına dair kalıcı çözümler üretmeliyiz. Enflasyonla mücadelenin her boyutunu vatandaşa ve şirketlere daha fazla dokunarak anlatmalıyız. Maliye politikalarını hem enflasyonla mücadeleyi destekleyecek hem de enflasyonla mücadelenin maliyetinin toplumda daha adil biçimde paylaşılmasını sağlayacak şekilde çalıştırmalıyız. 

 

Bunları yapmakta yetersiz kaldığımız durumda, sıkı para politikası daha uzun süre devrede kalabilir. Yani yüksek faiz, ekonomiyi gereğinden uzun süre yorabilir. Bu durum, reel sektörün üretim kapasitesine, yatırım iştahına ve rekabet gücüne zarar verir; sabit gelirli vatandaşların yaşam koşulları daha da zorlaşır. İşte bu yüzden enflasyonla mücadeleyi çok boyutlu bir strateji ve politika setiyle yürütmemiz gerekiyor. 

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon