tatil-sepeti

Dünya hayvan varlığının yaklaşık yüzde 30’u Afrika’da… 1 milyar 250 milyon hayvanın bulunduğu kıta ülkelerinden Etiyopya, büyükbaş hayvan sayısı bakımından Brezilya, Hindistan, Çin ve ABD’den sonra beşinci sırada. Türkiye’nin 22. sırada yer aldığı dünya hayvan varlığı sıralamasındaki ilk 100 içinde 32 Afrika ülkesi bulunuyor.

Bunca hayvan varlığına rağmen geçtiğimiz 50 yılda Afrika ülkelerinin hayvana dayalı ürün ithalatında 15 kat artış oldu. Halen hayvandan elde edilen ürünler içinde Afrika’ya en çok ithal edileni süt tozu olup oran olarak diğerleri arasında yüzde 50’ye tekabül ediyor. Çünkü sütü işleyecek sanayi kurulabilmiş değil.

Prof. Dr. Ahmet Kavas

Afrika’yı diğer kıtalardan ayıran temel özellik, genelde hammadde kaynakları üzerine vurgu yapılmasıdır. Her geçen gün daha hızlı ilerleyen teknolojik gelişmeler de bunu gerekli kılıyor. Sadece ilgili sektörlerin yakından takip ettikleri her türlü zirai ürün ve hayvancılık, günümüz insanının beslenmesi için en temel ihtiyaç maddesi olup geçmişte ne kadar önemliyse gelecekte de ülkeler, hatta kıtalar arasında gerginliklerin çözümünü belirleyecek kadar etkiye sahip. Özellikle canlı hayvan ve bunlardan elde edilen ürünlerin dünya genelinde artan pazar imkânları, her 5-10 yılda katlanarak büyüyor. Uluslararası verilere çok eksik yansıyan Afrika’nın bu alandaki mevcut birikimi, her geçen gün biraz fazla keşfedildikçe BM Gıda ve Tarım Örgütü, Dünya Bankası ve hassaten Afrika Kalkınma Bankası başta olmak üzere çok sayıda kurum, önümüzdeki 20, hatta 30 yıl için sektör raporları hazırlıyor. Tarımda, 21. yüzyılda zirai ürünler için yapılan hamleler ile dünyada en yüksek üretim bu kıtada yaşanmış. Şimdiye kadar bundan yüzde 10’u bulmayan seviyesi ile en az payı alan hayvancılık da artık alınan yeni tedbirlerle benzeri bir gelişme yaşayacak.

YÜZDE 30’U AFRİKA’DA

Hayvancılık, bilhassa Batı ve Doğu Afrika’nın birçok ülkesinde merkezi bir konuma sahip. Milyonlarca aile geçimini bu alandaki faaliyetlerden kazanıyor. Sadece Batı Afrika’da 80 milyon insan geçimini hayvancılığa bağlı olarak devam ettiriyor. Bu, neredeyse toplam nüfus içinde üç kişiden biri demek. Tüm kıta söz konusu olduğunda ise 300 ila 400 milyondan fazla insanın hayatını bu sektör ilgilendiriyor. Ülkelere göre toplumlarının yüzde 30 ila yüzde 80’i arasında değişen kısmı bu alana doğrudan veya dolaylı katkı sağlıyor. Yeryüzündeki koyunların yüzde 17’si, keçilerin yüzde 31’i bu kıtada yaşıyor. Tüm büyükbaş ve küçükbaşlar dikkate alındığında dünya hayvan varlığının yaklaşık yüzde 30’u bu kıtada yetiştiriliyor.

Şimdilerde 1 milyar 250 milyon büyükbaş ve küçükbaş hayvanın kıtanın farklı ülkelerinde bulunduğu dile getiriliyor. Özellikle büyükbaşta Doğu Afrika, küçükbaşta ise Sahel ve Batı Afrika en fazla hayvana sahip. Ülkelerin en fazla uğraşılarından biri, sınırları içinde ne kadar hayvan yaşadığını tespit etmek. Çad, 2018 yılında ilk defa 1976 yılında yaptığı sayımı uluslararası kuruluşların destekleri ile güncelleyerek, tespit ettiği 113 milyon içinde 93 milyondan fazlasının büyükbaş ve küçükbaş olup geriye kalanının kanatlı hayvan olduğunu açıkladı. Etiyopya, büyükbaş hayvan sayısı bakımından Brezilya, Hindistan, Çin ve ABD’den sonra 5. sırada gelirken, 7. sırada Sudan, 11. sırada Tanzanya, 12. sırada Nijerya ve 15. sırada Kenya takip ediyor. Türkiye’nin 22. sırada yer aldığı dünya sıralamasındaki ilk 100 içinde 32 Afrika ülkesi bulunuyor.

Kıtanın batısında hayvancılık ve buna bağlı elde edilen ürünlerin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’ya katkısı sahil ülkelerinde en fazla yüzde 15 gibi düşük seviyede olsa da Sahel denilen iç kısımlardakilerde bu oran yüzde 40’lara kadar çıkıyor. Haliyle ziraatın yüzde 45’lik oranına yaklaşıyor. Mesela Mali’de GSYİH’ye yüzde 5’lik bir katkı sağlasa da bu haliyle bile milli gelire katkı bakımından altın ve pamuktan sonra üçüncü sırada yer alıyor. Ancak bu sektöre bağlı insanların oranı genel nüfusunun yüzde 69’unu meydana getiriyor.

40 YILDA İKİ KAT ARTTI

Afrika’da dikkatlerden kaçan bir husus ise fakirlikle mücadelede önemli etkenlerden birinin hep hayvancılık olması. Kıtadaki komşu ülkeler arasındaki ilişkilerde özellikle toplumlarının kaynaşmasında hayvan yetiştiriciliği önemli bir etken. Adeta günlük
hayatları birinin diğerine olan ihtiyacı ile şekilleniyor.

Tropikal iklime sahip Afrika’da 1974-2014 yılları arasında geçen 40 yıl içinde besi hayvancılığına ağırlık verilince diğer kıtalarda olduğu gibi burada da büyükbaş hayvanlarda iki kat, küçükbaşlarda ise üç kat artış sağlandı. Halen ülkelerin birçoğunda hayvanlardan elde edilen ürünler, birçok devletin en önemli ihracat kalemini oluşturuyor.

İstihdam bakımından kıtada genç nüfusun önemli bir kısmı hayvancılık alanında çalışıyor. Hatta dünya geneliyle mukayese edildiğinde bu alanla iştigal edenler ortalama 15-45 yaş arasında değişiyor. Her yıl 10 milyona yakın insan geçimini temin için bu alana yöneliyor. Özellikle de kadınlar için hayvana dayalı farklı kollar cazip fırsatlar sunuyor. 54 bağımsız ülke içinde tarım odaklı müstakil bakanlık az da olsa var. Sadece 22 devletin hükümetlerinde hayvancılık alanı tarım veya balıkçılık, hatta orman ve çevre gibi farklı alanlarla birleştirilerek tek bir bakanlık çatısı altında toplanmış.

ET VE SÜT SEKTÖRÜ

Dünyada et tüketimi için saniyede 2 bin hayvanın kesildiği, her yıl bu ihtiyacı karşılamak için 65 milyar hayvan gerektiği ve mevcudun ise 150 milyar civarında olduğu biliniyor. Tüm kıtalarda ortalama olarak 1969 yılında kişi başına et tüketimi 20 kg. iken, 2021’e gelindiğinde 43 kg. olarak ifade ediliyor. Ancak kıtalar arasında ciddi dengesizlik söz konusu. Avrupa ve Avustralya’da kişi başına et tüketimi yıllık 80 kg. ve Kuzey Amerika’da 110 kg. iken, maalesef bugün bazı Afrika ülkelerinde bu miktar 10 kg. kadar.

Afrika’da kişi başına et tüketimi, ancak 2020 yılında ortalama 19 kg. oldu. Bunun 2050’de 26 kg. olması bekleniyor. Süt tüketiminin de günümüzde kişi başına yıllık 44 kg. olup, 2050’de en fazla 60 kg. seviyesine ulaşması bekleniyor.

Et ve süt ürünlerinin pazar değeri çok az artsa da miktar bakımından talepler her geçen gün daha fazla yükseliyor. Ancak şimdiden gerekli tedbirler alınmazsa kıta hayvani ürünlerde önümüzdeki 30 yıl içinde yüzde 20 oranında ithalat yapmak zorunda kalacak.

Şehirleşmenin çok hızlı seyrettiği kıtada artan nüfus ve gelir seviyesinin iyileşmesi, gıda alışkanlıklarını da değiştiriyor ve buna bağlı talepler de artıyor. Hayvana dayalı ürünlere rağbetin fazlalığı, hayvanların üretimini artırmayı gerektiriyor. Kıtadaki gıda güvenliğini temin edecek olan başlıca etkinliğin hayvancılık olduğundan kimsenin şüphesi yok. Alınan tedbirler müspet neticeler veriyor. Mesela Uganda’da süt ürünleri konusunda yapılan düzenlemelerle yüzde 150 artış sağlandı. Et ürünlerine olan ihtiyaç, aşırı derecedeki şehirleşmenin yaygınlaşmasıyla her yıl en az iki kat artıyor.

TÜRK MÜTEŞEBBİSLERE FIRSATLAR VE TEKLİFLER

Afrika’nın geleneksel hayvan besiciliği birçok topluma sağladığı faydaları sebebiyle mutlaka yaşatılmalı. Yerleşik hayat ve modern hayvancılık gibi artık zorunlu teşebbüslerle bunun sonu getirilmemeli. İthal süt tozu karşısında yerel sütün pazardaki yerini korumak için üreticilere kolayca ulaşıp ekonomik değerini sağlayacak büyük ticari ağlar kurmak gerekiyor. Bunun farkında olan ülkeler 2015 yılında aralarında bir dayanışma başlattı. İç bölgelerde kalan ülkelerin mevcut kesim yerlerinin sayıca az olmaları bir yana çok eski teknolojilerle çalışıyorlar.

21. yüzyılda giderek artan et ve süt ihtiyacı için artık olmazsa olmaz gereksinim duyulan entegre tesislerin bir an evvel kurulup işletilmesi gerekiyor. Bu anlamda Türk müteşebbislerin kıta ülkelerine hem hayvan yetiştirilmesi hem de hayvana dayalı ürünlerin işlenmesi için teknoloji desteği ile yatırımlarını yöneltmeleri gelecekte ciddi yararlar sağlayabilir.

İTHAL ET VE SÜT 150 MİLYAR DOLARA GİDİYOR!

Geçtiğimiz 50 yılda Afrika ülkelerinin hayvana dayalı ürün ithalatında 15 kat artış oldu. 1970 yılında kıta dışından 47 bin ton civarında alım yapılırken şimdilerde milyonlarca tona ulaştı. Kıta ülkeleri, her yıl bunun için beş milyar dolar harcıyor. Buna karşılık kendi içindeki sektörün hacmi 50 milyar doların üzerinde olup 2050 yılı için sadece iç pazar büyümesine bağlı 150 milyar dolarlık bir büyüme bekleniyor.

Diğer kıtalar gibi Afrika ülkelerince Brezilya’dan başta et olmak üzere diğer hayvan ürünleri alınıyor. Yerli süt, bugün ithal süt tozunun ucuzluğu ve kolay temini karşısında sadece yüzde 5’lik vergiyle az da olsa korunuyor. Avrupa’dan kıtaya getirilen süt tozu kotası kaldırılacak olursa bununla rekabet daha da zorlaşacak.

05 Şubat 2021 Cuma

Etiketler : Köşe Yazısı

OSMAN ARIOĞLU



 

Geçtiğimiz hafta 2025-27 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program açıklandı. Programda enflasyon ve büyüme rakamlarında revizeler yapıldığını gördük. Geçen hafta sonu kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu B+’dan BB-‘ye çıkardı. 

 

Görünümü ise pozitiften durağana çevirdi.

 

FİTCH KREDİ NOTU

 

Öncelikle kredi notundan bahsedelim. Bu not artırımından sonra Türkiye’nin kredi notu Güney Afrika ile aynı seviyeye geldi. 

 

Önümüzdeki dönemde risk priminde de biraz daha iyileşme görebiliriz. Not artırımı zaten bekleniyordu. Kritik konu, görünümün durağana çevrilmesidir. Bir sonraki açıklamada kredi not artırımının biraz zora girmesi gibi görünse de kesin olarak böyle olur demek değildir. 

 

ENFLASYON VE BÜYÜME RAKAMLARINDA REVİZE

 

OVP ile 2024 yılı enflasyon hedefi yüzde 33’ten yüzde 41.5’e revize edildi. Aslında Merkez Bankası daha önce 2024 yılı enflasyon hedefini yüzde 38’e revize etmiş ve daha sonraki birkaç toplantısında da yüzde 38’de sabit tutmuştu. Merkez Bankası açıklamasında da 38-42 aralığında bir banttan bahsedildiğini dikkate alırsak yeni hedefin Merkez Bankası açıklamalarındaki üst bant civarı olduğunu ve tutturulabilir görüldüğünü belirtelim. 

 

Büyüme beklentisinde değişiklik yapılarak 2024 yılı büyüme hedefi yüzde 3.5, 2025 yılı hedefi de yüzde 4 olarak revize edildi. Orta Vadeli Program açıklaması sırasında konuyla ilgili tüm bakanlar masanın etrafında olduğu halde sadece ana başlıkların belirtilmiş olması, içerikle ilgili detaya girilmemesi, kamuoyu nezdinde bir hayli eleştiriye neden oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, OVP açıklaması sırasında konuya ilişkin detayların 25 Ekim’de açıklanacak 2025 yılı programında olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün unsurları ile yetki ve sorumluluğunun Cumhurbaşkanı makamına ait olması, bakanların programın yürütülmesinde yardımcı rol alan aktörler olarak değerlendirilmesi nedeniyle detaylandırmanın Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yıllık programı ile olması doğal karşılanabilir. 

 

OVP’de 2025 yılı büyüme hedefinin yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olarak açıklanması ile enflasyonla mücadele programında bir gevşemeye gidileceği yönünde değerlendirmeler ekonomideki yavaşlamanın 2025 yılı ilk yarısında da devam edeceği beklentisi ile uyumlu. Daralmanın 2025 yılının bütününe yayılması ise başka sorunları da beraberinde getirebilir. Genel olarak hükümetlerin en tedirgin olduğu konu, ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlaması veya durgunluk içerisine girilmesidir. Bu hem işsizliğin artması hem de ülke kalkınmasının ve dolayısıyla da kişi başı milli gelirin düşmesine neden olabileceğinden hassasiyet gösterilmesi doğaldır. Türkiye’de 2002- 2008 yılları arasında yine bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. 2001 yılı ekonomik krizi sonrası negatif büyüyen ülkede güven, kararlılık ve istikrarla enflasyonda ciddi bir iyileşme ile birlikte büyüme oranlarında da makul bir seviye izlenebilir olmuştu. 

 

PROGRAMDA KARARLILIK 

 

Enflasyonla mücadele programında en kritik konu, beklentilerin doğru yönetilmesi ve toplumun genelinde uygulanan enflasyonla mücadele programına inancın devam ediyor olmasıdır. Enflasyon katılaşmadan bu yılın ikinci yarısı ve 2025’in ilk yarısı biraz daha acı çekilecek dönem olarak kalması koşuluyla sonrasının daha yumuşak bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olabilir. Geçen 5-6 yıllık dönemde uygulanan programlar kişiler ile doğrudan bağlantılı hale geldi ve birbiriyle zıt uygulamalar yapıldı. Uygulanan programda da esas tedirgin eden bu noktadır. Bu program, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile endeksli görülüyor. Hazine ve Maliye Bakanı konusunda yapılan spekülasyonların programda ne denli hasara yol açabileceği birkaç hafta önceki asılsız dedikodular ile teyit edildi. Bu dedikoduları gidermek için Sayın Şimşek sosyal medya hesabından iki defa istifa ettiği yönündeki tevatürleri yalanlamak durumunda kaldı. 

 

Yüksek enflasyon, toplumu her yönüyle bozucu etkilere neden olur. Şu anda en kritik konu, henüz katılaşmamış olan enflasyonu indirmedeki kararlılığın korunmasıdır. Beklenti yönetimi doğru yapılabildiği ölçüde enflasyon ve büyüme hedefleri yakınsanabilir. Yapısal reformların realize edilmesinde de anlayışın değiştiğine yönelik kanaat omurgayı oluşturur. En az iki yıl daha seçim olmaması halen en büyük avantaj durumundadır.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon reyting büyüme Fitch kredi

PROF. DR. NURULLAH GÜR


ngur@medipol.com.tr

 

Türkiye’de enflasyon, yıllık bazda tek haneli rakamları en son Ekim 2019’da görmüştü. Salgın döneminde yüzde 10-20 bandında dolanan enflasyon oranı, Aralık 2021’den itibaren başka bir safhaya geçti. O tarihten bu yana ortalama enflasyon yüzde 57.5 seviyesinde gerçekleşti. Beklediğimiz dezenflasyon süreci, Haziran 2024 itibariyle nihayet başladı. Yıllık enflasyon, son üç ayda yüzde 75.45’ten yüzde 51.97’ye geriledi. Bu gerilemeye neden olan temel unsurları şöyle özetleyebiliriz:

 

* Geçen yılın yaz döneminde çok yüksek seviyelerde gerçekleşen aylık enflasyon rakamlarının Haziran-Ağustos 2024 döneminde devreden çıkması neticesinde baz etkisi oluştu. Bu matematiksel durum, yıllık enflasyonu otomatik olarak aşağıya çekti.  

 

* Sıkı para politikası ve ekonomi politikalarındaki artan öngörülebilirliğin bir sonucu olarak döviz kurları, daha istikrarlı bir aralıkta seyretmeye başladı. Hatta TL reel bazda değerlendi. Bu gelişme, ithalat fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisini sınırladı. 

 

* Sıkı para politikası, iç talebi yavaşlattı. 

 

n Küresel emtia fiyatlarının stabil bir seyir izlemesi ve asgari ücrete ara dönemde zam yapılmaması, reel sektör için maliyetleri hafifletti. Böylece, bazı şirketlerin fiyat artışlarında aşırıya kaçmaya yönelebilmeleri için gerekçeleri azalmış oldu. 

 

TAHMİNLER GÜNCELLENDİ

 

Enflasyonda düşüş trendi başlamış olmasına rağmen Merkez Bankası’nın yüzde 38’lik yıl sonu hedefinin tutması mümkün gözükmüyor. Zaten geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 41.5 olarak güncellendi. Önceki OVP’de 2024 yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 33 idi. Durum böyle olunca akıllara kritik bir soru geliyor: 

 

Neden enflasyon tahminleri tutmadı? Bu sorunun birkaç cevabı var: 

 

* Enflasyonu kontrol altına almak için para politikası sıkılaştırıldı. Bu gerekliydi. Ama para politikasını destekleyecek yapısal politikalar yeterince kapsamlı ve hızlı biçimde devreye giremedi. Önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadelenin ön koşulu olmakla birlikte yeterli koşulu değildir. 

 

* Para politikasının iletişim ayağı zayıf kaldı. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri yeterince iyi yönetilemedi. Bu durum, fiyatlama davranışları ve tüketim eğilimlerinin normalleşmesini geciktirdi. 

 

* Fiyatı kamu tarafından yönetilen ve yönlendirilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat ayarlamaları dezenflasyon sürecini yeterince desteklemedi.  

 

ÇÖZÜM NEREDE?

 

Peki, bundan sonra ne yapmalıyız? Para politikasının etki alanına girmeyen ama enflasyonu ilgilendiren alanlara dair diğer ekonomi politikalarını daha etkin çalıştırmamız lazım. Ekonominin planlama, üretim, teşvik, dağıtım ve aracılık faaliyetlerini ilgilendiren sorunlarına dair kalıcı çözümler üretmeliyiz. Enflasyonla mücadelenin her boyutunu vatandaşa ve şirketlere daha fazla dokunarak anlatmalıyız. Maliye politikalarını hem enflasyonla mücadeleyi destekleyecek hem de enflasyonla mücadelenin maliyetinin toplumda daha adil biçimde paylaşılmasını sağlayacak şekilde çalıştırmalıyız. 

 

Bunları yapmakta yetersiz kaldığımız durumda, sıkı para politikası daha uzun süre devrede kalabilir. Yani yüksek faiz, ekonomiyi gereğinden uzun süre yorabilir. Bu durum, reel sektörün üretim kapasitesine, yatırım iştahına ve rekabet gücüne zarar verir; sabit gelirli vatandaşların yaşam koşulları daha da zorlaşır. İşte bu yüzden enflasyonla mücadeleyi çok boyutlu bir strateji ve politika setiyle yürütmemiz gerekiyor. 

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon