Fatih Oktay
Bu yazı yazılırken Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf olan 200’e yakın ülkenin temsilcileri dünyanın karşı karşıya olduğu büyük iklim krizi konusunda yapılacakları tartışmak üzere Madrid’de toplantıdalar. Çin, bu toplantıda günümüzde bu sorunun hem derinleşmesine en çok katkı yapan hem de çözümü için başı çeken ülkelerden birisi olarak yer alıyor.
Birleşmiş Milletler bünyesinde oluşturulmuş Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin konu ile ilgili bilimsel çalışmaları bir araya getiren raporlarına göre dünyanın ortalama ısısı, 1800’lerin ortalarından bu yana giderek artan bir hızla ısınıyor. Bu da dünya ikliminde giderek arttığına şahit olduğumuz aşırı iklim olaylarına yol açıyor. İklimdeki bu değişim, buzulların erimesi, deniz suyu seviyelerinin yükselmesi gibi sonuçlara yol açarak insanlığı gıda üretiminde azalmadan, bitki ve hayvan türlerinde hızlı yok oluşa, kıyı bölgelerinin su altında kalmasına, çok ciddi sonuçlarla karşı karşıya bırakacak. Yine bu raporlara göre bu olumsuz durumu ortaya çıkaran, insan kaynaklı faaliyetlerin yol açtığı karbondioksit ve benzeri sera gazları.
Çin, hemen her konuda olduğu gibi çok gerilerden gelip karbondioksit salımında da diğer ülkeleri teker teker geçip dünyada birinci sıraya oturmuş bulunuyor. 2018’de Çin ekonomisi dünyaya 10 milyar ton karbondioksit salarken, yakın zamana kadar bu konuda bir numara olan ABD ekonomisi bunun yarısı kadar salınıma kaynaklık ediyor; AB ise 3.5 milyar ton ile 3. geliyordu.
Şunu da belirtmek gerekir ki, toplamda birinci sırada olsa da kişi başına salınımda ABD 16 ton ile yine birinci konumda. Çin ve AB ise 7 ton ile ikinciliği paylaşıyor. Karbondioksit bir kere atmosfere salındı mı yüzyıllarca orada kalıyor; dolayısıyla atmosferde bu gün soruna yol açan karbondioksit son 150 yılın birikimi. Birikimin yarısı, Avrupa ve ABD’nin geçmiş salımlarından kaynaklanıyor.
Bu nedenle son zamanlara kadar Çin, krizin sorumluluğunun bugünün gelişmiş ülkelerinde olduğu gerekçesi ile çözüm konusunda yükümlülük almama yaklaşımındaydı. Yaklaşım 2014’te değişti. O yıl Pekin’de ABD ve Çin’in devlet başkanları Barack Obama ve Xi Jinping, dünyanın en çok karbon salımı gerçekleştiren iki ülkesinin başkanları olarak iklim değişimi sorunu konusunda yapacakları ile ilgili taahhütleri bir ortak bildiri ile açıkladı. Bu, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf ülkelerin 2015 sonunda Paris’te gerçekleştirdikleri 21. yıllık toplantıda sorunun çözümüne yönelik büyük bir adım olan Paris Anlaşması’na giden çok önemli bir adımdı.
Yıllardır bu konuda yüklenimlerde bulunmayı reddeden Çin, iklim sorununu çözme konusunda başı çeken ülkelerden biri olma konumuna gelivermişti. Obama sonrasında göreve gelen Trump’ın ilk işlerinden biri olarak ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekileceğini açıklamasıyla da Çin çözümün en önemli aktörü haline geldi.
Ülke yönetiminin iklim politikasındaki bu büyük değişimde kuşkusuz çevre kirliliğinin büyük boyutlara ulaşmış olmasının ve toplumun buna artan tepkisinin önemli bir rolü bulunuyor. Ancak bunda, ülke yönetiminin çevre korumayı artık ekonomik gelişmeyi engelleyici değil, tersine destekleyici olarak görmeye başlaması daha da önemli bir rol oynuyor. Ülke yönetiminin 2010’da açıkladığı, desteklenecek öncelikli 7 sektörden enerji verimliliği-çevre koruma teknolojileri ile yeni enerji taşıt araçları olmak üzere 2’si, yeşil sanayi kapsamına giriyordu. Bu politikaların da katkısıyla Çin 2010’lu yıllarda güneş ve rüzgâr kaynaklı enerji üretim ürünlerinin dünyadaki hem en büyük yatırımcısı, üreticisi, kullanıcısı; dünyanın en büyük elektrikli araç üreticisi konumuna geldi.
Çevre konularında liderlik ve yeşil sanayi konularında ülkeler arasında bir rekabet başlaması dünyanın bu krizi çözmek için en büyük şansı olabilir.
06 Aralık 2019 Cuma