FATİH OKTAY

AB liderleri, 2019’un sonlarında AB ülkelerinin 2050 yılına kadar atmosfere karbondioksit gazı salımlarını sıfırlama kararlarını açıkladılar. Bunun ardından da Avrupa Komisyonu’nun bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik Green Deal- Yeşil Anlaşma çerçeve planı geldi.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping de geçtiğimiz yılın eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Çin’in 2060 yılına kadar karbon salımlarını sıfırlayacağını açıkladı. Ardından Japonya’dan 2050 hedefi açıklaması geldi. İngiltere 2050 hedefini açıklamış ve yasalaştırmıştı. Büyük olasılıkla yakında Biden yönetimi de ABD için benzer hedef ve planlar açıklayacak.

2060’A KADAR SIFIRLAMA TAAHHÜDÜ

Nedir bu dünyanın önde gelen ekonomilerini ardı ardına bu hedefleri koymaya ve açıklamaya iten?

En başta, dünyanın büyük bir felakete doğru gidiyor olması. Sanayileşme ve nüfus artışına bağlı olarak dünya atmosferindeki karbondioksit yoğunluğu 1800’lerin ortalarından bu yana, giderek artan hızda artıyor. Bu da bizi hızla, olağandışı iklim olaylarının olağanlaştığı, deniz seviyelerinin yükseldiği, gıda üretimi krizlerinin yaşandığı, bitki ve hayvan türlerinin yok olduğu bir dünyaya doğru götürüyor. Bu felaketi önlemek, bu hedefleri koymak için yeterli bir neden. Ama başka nedenler de var.

Çin yakın zamana kadar iklim sorununu ortaya çıkartanın günümüzün sanayisi gelişmiş ülkeleri olduğunu, çözümün yükünün de onların üzerinde olmasını savunuyor, bu konuda yükümlülük altına girmeye yanaşmıyordu. Ancak bu tavır, 2000’lerde değişmeye başladı; ülke yönetimi çevre ve iklim konusunda giderek daha iddialı hedefler belirlemeye başladı, bunlar da gerçekleştirildi. Bu yeni rotada Çin, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf olan 200’e yakın ülkenin temsilcilerinin 2015 yılında Paris’te yaptıkları toplantıda karbon salımlarını 2030 yılına kalmadan düşürmeye başlama taahhüdünü açıkladı. Xi Jinping’in ülke salımlarını 2060’a kadar sıfırlama açıklamasıyla Çin, çok daha büyük bir taahhüt altına giriyor.

YEŞİL TEKNOLOJİ İLE GÜÇLÜ REKABET

Ülke yönetiminin politikalarındaki bu büyük değişim, dünyanın bir iklim krizine çok yaklaşmış olmasının yanında, çevre korumayı ekonomik gelişmeyi engelleyici değil, tersine destekleyici olarak görmeye başlamasından kaynaklanıyor. Çevre ve iklim dostu ekonomik politikalar, artık ülkenin enerjide dışa bağımlılığının sınırlanması ve ülke ekonomisinin yeni yeşil sanayi sektöründe rekabet gücünün arttırılmasına katkıları ışığında değerlendiriliyor. Bu doğrultuda 2010’lu yıllarda güneş, rüzgar ve diğer yenilenebilir yöntemlerle enerji üretimi ve elektrikli araçların üretimi ülke sanayi politikalarında öncelikli sektörler olarak belirlendi ve desteklendi. Bu sektörlerde Çin, kısa zamanda dünyanın en büyük üreticisi ve kullanıcısı konumuna geldi.

Diğer gelişmiş ülkeler ve AB’nin iklim politikalarının temelinde de yaşamsal bir küresel krizi önleme güdüsü yanında benzer ekonomik gerekçeler bulunuyor. AB, 2008 krizinden tam çıkmadan Covid ekonomik krizine yakalandı. Bu krizlerden çıkmak için kamu harcamalarında büyük artışlar gerekiyor. Bu harcamaların iklim ve çevre alanında yapılması ile iki sorun birden çözülecek. Öte yandan bu, Çin’de olduğu gibi, bu zorlu hedefe ulaşma çabası AB’nin yeşil teknolojiler alanında rekabet gücünü arttıracak. Bir taşla en az üç kuş!

Doğal olarak, ekonomisi gelişmiş ülkeler, uluslararası ticaret ilişkisi içinde oldukları ülkeleri de iklim krizini önlemeye yönelik politikalar izlemeye yönlendirecek karbon vergisi gibi önlemlere başvuracaklar. Bu olmazsa iklim krizi önlenemeyeceği gibi ekonomileri ciddi sorunlarla karşılaşacaktır. Coğrafi konumu nedeniyle iklim krizinden en çok etkilenecekler arasında olan ülkemizde de hem bu büyük küresel sorunun çözümüne hem de ekonomik gelişmeye katkı sağlayacak politikalar arayışında olunmasında büyük yarar bulunuyor.

15 Ocak 2021 Cuma