Hakan  GÜLDAĞ

Hakan GÜLDAĞ

Diğer Yazıları

HAKAN GÜLDAĞ

Geçen ay AB üyesi ülkelerin hükümet ve devlet başkanları, koronavirüsten en fazla etkilenen ülkeler için ‘Yeni Marshall Planı’ konusunda anlaşmaya vardı. Anlaşmaya göre; 340 milyar Euro, isteyen ülkelere aktarılacak. 200 milyar Euro da orta ölçekli işletmelere düşük faizli kredi olarak verilecek.

Koronavirüs salgınından ciddi biçimde etkilenen Batı Avrupa ve ABD, ekonomilerini toparlamaya çalışıyor. ABD’nin yeni Başkanı Biden’ın 6 trilyon dolara varan destek paketleri malum... Öyle bol para vermeye başladı ki, piyasalarda enflasyon korkusunu hortlattı. Avrupa Birliği ve İngiltere de aşağıda kalmıyor doğrusu. Şimdi bu ülkelerde aşılama ile moraller de yükseliyor. Ötelenmiş ihtiyaçlar ciddi bir hareket oluşturdu. Türkiye’ye de yansıyor bu hareketlenme... Bakıyorum, şu sıralarda özellikle ABD, dünyadan olduğu gibi Türkiye’den de adeta ne bulursa alıyor.

Ne demişler, ‘nerede hareket, orada bereket’... Ama asıl hareketlenmeyi önümüzdeki günlerde göreceğiz. Hani turpun büyüğü heybede misali, asıl ‘Yeni Marshall Planı’nı henüz görmedik.

Koranavirüs geride kaldıkça, dünyada iki konu öne çıkıyor. Virüs sonrası ekonomik toparlanmanın da ana ekseni bunlar olacak: Dijitalleşme ve yeşil dönüşüm. Aslında bu iki eksen gelişimi itibariyle birbirini destekleyen nitelikte olduğu gibi aslında tek bir eksenden bahsetmek de mümkün: Dijital-yeşil ekonomi.

İşte ‘Yeni Marshall Planı’ da bu yeni ekonomik düzenin kurulması için devreye girecek. Tabii bu kez her koyun kendi bacağından asılacak. Herkes, Yeni Marshall Planı’nı kendisi yapacak. Çünkü dijital yeşil dönüşüm aynı zamanda bir rekabet yarışına sahne olacak.

Aslına bakarsanız, olmaya başladı bile...

***

Geçenlerde işin içinden bir dostumuz anlattı. Mesela kağıt sanayinde... Bugün olduğu gibi kağıt üretmek için kimyasal süreç kullanıldığında, üretim 8 temel aşamadan oluşuyor. Kimyasal süreç yerine, endüstriyel biyoteknolojiyi kullanınca, 8 temel aşama 3’e iniyor.

Yani daha az girdiyle daha fazla ürün çıkarıyorsunuz. Tabii, karbon emisyonu azalıyor. Ama mesele sadece o değil. Verimlilik artıyor ve atık da düşüyor.

Bunu niye anlatıyorum söyleyeyim. İş insanı, faaliyetlerini etkileyecek yeni gelişmeler ortaya çıkınca genellikle iki türlü yaklaşır meseleye: Bir, ‘zamanı gelince bakarız.’ İki, ‘buradan bir kâr oluşturma imkanı var mı?’

Şimdi cevap ‘evet, yeşil dönüşüm kârlılığı doğrudan olumlu yönde etkiliyor’ olmaya başladı. Başlangıçta, iklim değişikliği, dünyanın çürümesi çerçevesinde ele alınan ‘yeşil ekonomi’, Batı’da giderek şirketler için bir verimlilik ve kâr, ülkeler için de bir büyüme ve istihdam meselesine doğru şekillendi.

Böyle bakınca artık, yeşil ekonomiye ‘küreselcilerin yeni bir oyunu’ diye bakıp geçmek hata olacak. Yeşil teknolojiler de, dijitalleşme de tamamen rekabetle ilgili. Görüntüye, lafa aldanmayalım. “Küresel ısınma, Çinlilerin ABD’nin gelişmesini engellemek için uydurdukları bir şey” diyen Trump’ın durumuna düşeriz sonra...

***

Şöyle düşünelim: Şimdi ‘ekonomik kalkınma’ ile ‘sürdürülebilirlik’ kavramları gayet pragmatik biçimde birleştiriliyor. Romantik değil, gayet gerçekçi biçimde...

Karbon emisyonları ile sanayileşme aynı şey diye bakılıyordu bir süre önce. Ne kadar duman çıkarıyorsanız o kadar büyüyorsunuz diye bakılıyordu. Şimdi bu durum değişti. Karbon emisyonları ile büyüme arasındaki ilişki kesiliyor. Çünkü buna imkan tanıyan yeni teknolojiler ortaya çıktı. Ve bunlar rekabet üstünlüğü sağlama kabiliyetine sahip.

Hani, ‘bu işler bize yeni teknoloji satıp para harcatmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor’ diye düşünüyorsanız, vazgeçin böyle düşünmekten.

Doğrudur, yeni teknolojiler sahiplerine bir kazanç getirir. Bunlara sahip olanlar, bunları üretemeyenleri de hep ‘pazar’ olarak görürler. Ama mühim olan boşa para harcamamak. Araştırmadan, analiz etmeden yatırım yapmamak. Yoksa, dünya buraya gidiyorsa, biz oturup bekleyemeyiz.

Çünkü, tekrara düşmek istemem ama altını çizmek istiyorum. Bu yeni teknolojiler karbon emisyonlarını azaltmakla kalmıyor, verimlilik artışı için imkan da sağlıyor.

Kağıt örneğini verdik. Son araştırmalar kimyasal yöntemlerin yerine endüstriyel biyoteknoloji kullanıldığında tekstil ve plastik sektörlerinde, yüzde 23 ila yüzde 25 oranında karbon emisyonu azalması, yüzde 14 ila 17 oranında da verimlilik artışı sağlandığını ortaya koyuyor.

Tabii hemen söyleyeyim, bu veriler Avrupa Birliği içinde yapılan araştırmaların sonuçları. Şüphe duyanlar olacaktır. Duymalıyız da... Mutlaka kendi araştırmalarımızı yapmamız gerekir. Yeter ki, zaman kaybetmeyelim, geride kalmayalım. Ne karbon salınımı ile ilgili getirilecek uluslararası düzenlemelere uyum sağlamada, ne de yeşil teknolojilerde... Çünkü her ikisi de Türkiye’nin rekabet gücünde ciddi kayıplara yol açabilir.

***

Ayrıca, bilmemizde fayda var. Avrupa’nın da derdi aynı. Onun da derdi rekabette geri kalmamak. Daha doğrusu geri kaldığını gördüğü rekabette ‘yeşil dönüşüm’ ile yeni rekabet avantajları elde etmek. Çok şey değişti ama dünya ekonomisinin temel dinamiği hâlâ aynı: Her şey rekabet gücü için!

Bakın, AB’nin attığı adımlara... Bu yıl başında ‘Sanayi 5.0’ stratejisini ilan etti. Dokümanlar uzun. Bir sürü laf. Ama stratejinin özü net: Para kime akacak?

Avrupa kendi sanayini, yeni ihtiyaçlara göre düzenlerken, ‘parayı kime, nasıl ve ne kadar aktarayım?’ derdinde. ‘Yeşil Mutabakat’ çerçevesini düzenlerken de aynı gerekçelerle hareket ediyor. Vereceğim teşvikleri hangi alana aktarmalıyım? Ara girdileri nasıl talep edeceğim? Son ürün ticaretimi nasıl belirleyeyim? Rekabet gücümü koruyacak ve yeni alanlara yatırımı teşvik edecek hangi vergilendirmeleri yapacağım?

Doğru da yapıyor. Bunlar geleceği şekillendirirken sorulması gereken sorular. Biz de, ülkemizin önceliklerini saptarken, bütünlüklü bir bakış açısına ihtiyaç duyuyoruz. İnovasyon temelli Sanayi 4.0, dijitalleşme ve yeşil dönüşüm kervanının yakalanması kolay değil.

Türkiye, bu konuda başka birçok ülkeye göre avantajlara sahip. Bir önceki başlıklı Eko-Mercek’te detaylarıyla değinmiştik. Yine değineceğiz...

MARSHALL PLANI NEDİR?

Marshall Planı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmıştı. 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konuldu. ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketiydi. O dönemde ABD Dışişleri Bakanı olan George Marshall’ın adıyla anılır. Amaç, savaş sonrasında yıkılan Avrupa’nın yeniden imar edilmesi ve Avrupa ekonomilerinin canlandırılmasıydı. Tabii milyarlarca dolarlık bu planın yürürlüğe sokulmasında, ABD’nin, Avrupa’da işlerin kötü gitmesinin bu ülkelerin Sovyetler Birliği’nin etkisine girmesinden korkmasının da payı inkar edilemez. Toplam 16 ülkeye 12.7 milyar dolar verildi. O zaman için büyük para. İngiltere 3.3, Fransa 2.3 milyar dolar ile bu yardımdan en çok faydalanan ülkeler oldu. İkiye bölünen Almanya’nın ‘federal’ olanı, 1.5 milyar dolara yakın yardım aldı. Türkiye’ye ise Marshall yardımı çerçevesinde 137 milyon dolar verildi.

21 Mayıs 2021 Cuma