Osman ARIOĞLU

Osman ARIOĞLU

Diğer Yazıları

Vergi, aslında normal insanların rahatlıkla anlayabileceği bir olaydır. Ama gelin görün ki, bazen vergiyle ilgili karşınıza çıkan problem bu işin uzmanlarının bile uzun süre düşünseler akıllarına gelmeyebilecek karışıklıkta olabiliyor. Bunda daha ziyade vergi inceleme elemanlarının zorlamalarının rolü oluyor. Bazen de, konulan bir hükmün veya kullanılan bir ifadenin daha sonra çekilebildiği farklı anlam ve farklı uygulama alanları olması nedeniyle etkisi düşünülenin çok ötesine gidebiliyor. O nedenle de vergi kanunu hazırlamak son derece teknik bir olay olmaya devam edegeliyor. Çünkü konulan bir hüküm, hükmü koyan açısından belki bir madde, bir fıkra veya bir bent ama etkilediği alan son derece geniş gerçek veya tüzel kişilerdir. O nedenle, vergisel düzenleme yapılırken kanunun yazımı yeterli olmayıp, önce en ince ayrıntısına kadar tebliğin hazır olması gerekiyor ki, konulan bir hüküm amaç dışı bir sonuca neden olunmasın.

Uygulamada genellikle önce tebliği hazırlanılarak ve etraflı bir gerekçesi hazırlanılarak düzenlenen vergi kanunları daha az soruna neden olmaktadır. Bazen konunun aciliyet gerektirmesi veya farklı nedenlerle bu ön çalışmalar tamamlanmadan yasa veya madde düzenlemesi yapılıyor. O zaman da bu madde ile bir problem çözülürken belki öngörülmeyen başka problemlere neden olunabiliyor. Esasen bu nedenledir ki, vergi kanunlarının düzenlenmesi ile yürürlüğe girmesi arasına bir zaman konulması, kanun yürürlüğe girmeden görülebilen problemlerin su yüzüne çıkması ve gerekiyorsa değiştirilmesine imkan sağlanması olması gereken bir yöntemdir. Elbette oran değişikliği gibi bazı spekülasyona neden olabilecek hükümlerin bir anda yürürlüğe konulması daha uygun bir yöntem oluyor. Zaten bu konuda Anayasa ile alt ve üst sınırları belli edilmek suretiyle Bakanlar Kurulu'na oran değiştirme yetkisi verilmiştir. Bahsettiğimiz oran değişikliklerinden ziyade hükmün kendisinin etraflıca düşünülerek kanun maddesi haline gelmesidir.

YURT DIŞINDAN SAĞLANAN KREDİLERDE VERGİLEME

Bu genel değerlendirmeden sonra yurt dışından sağlanan kredilere ilişkin vergileme konusunda tartışılan bir konuyu irdelemeye çalışacağız. Genel olarak bilinen yurt dışından kredi sağlama durumunda kredi sağlanan kurumun finans kurumu olması halinde ödenen bedeller için herhangi bir gelir veya kurumlar vergisi stopajı olmadığıdır. Esasen yasal hüküm bu amaçla konulmuş ve yaklaşık 10 yıldır da uygulama bu şekilde devam ediyor.

Yurt dışından sağlanan kredilere ilişkin vergileme rejiminin belirlendiği temel iki yasa hükmü bulunmaktadır. Gelir Vergisi Kanunu (GVK) Geçici 67. madde ve Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK) 30. madde.

GVK Geçici 67. madde daha ziyade sermaye piyasası ve finansal işlemler sonucu oluşan gelirlerin vergilenmesini düzenleyen geçici bir madde ve şayet bir uzatma olmazsa bu maddenin geçerlilik süresi 2015 yılı sonunda bitiyor. Öyle zannediyorum ki, GVK yeniden düzenlenene kadar bu madde hükmünün uygulama süresi uzatılacaktır. Kaldı ki, GVK yeniden düzenlendiğinde dahi madde hükmünün birçok yönü ile kalıcı hale getirilmesi daha doğru olacaktır.

Bu madde, uygulaması itibarıyla da GVK’daki en komplike ve içinden çıkılması zor bir madde durumundadır. Çünkü sermaye piyasası ve finansal işlemler zaten son derece teknik işlemlerdir. Bu işlemlerin vergilendirilmesinde ne kadar sadelik sağlamaya çalışsanız da doğası gereği hüküm yine de karmaşık bir hal almaktadır. Hükmü anlamlandırabilmek için sermaye piyasası ve finansal işlemler konusunda hiç de azımsanmayacak bir bilgiye sahip olmak gerekiyor. Vergi tekniğini de özümsemiş ve maddeler arasındaki geçişlere hakim olmak da ayrı bir gereklilik durumunda. Bu verginin esasen sade bir olay olmasına rağmen, kavramak istenilen işlemlerin son derece teknik olması nedeniyle ortaya çıkan bir durumdur. Bu nedenle biz de irdeleyeceğimiz konunun daha iyi anlaşılabilmesi için böyle bir genel değerlendirme yapma ihtiyacı duyduk. Böyle olunca da bize ayrılan köşenin limitlerini doldurmuş olduk. Konuya gelecek yazımızda devam edeceğiz.

31 Ağustos 2015 Pazartesi