Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

HÜSEYİN ÖZTÜRK

Söze ‘itimad’ kavramından başlayalım. Kelimenin aslı böyledir lakin günlük kullanımımızda ‘itimat’ denilir.

İnsanlık tarihi boyunca aranılan kimseler, ‘itimat ve vefa insanları’ olmuştur. Çünkü insan fıtrat itibariyle vefalı ve itimat mayasıyla yoğrularak yaratılmıştır. Bu sebeple kâinat ve içindeki tüm canlılar, insanlığın hizmetine amade kılınmıştır.

Yer küredeki her canlı, bir dengenin unsuru olarak hayatını sürdürür. Biz insanoğlu ise bu canlılar içerisinde kendisine hizmet edilen yegâne imtiyazlı varlığızdır.

İnsana hizmet etmeyen tek bir canlı yoktur. Toprak ve su başta olmak üzere altında ve üstünde yaşayan, gökten yağan yağmur, kar, esen rüzgâr, güneş, ay, yıldızlar ile görünen ve görünmeyen bütün canlılar insan için yaratılmıştır.

Şimdi böyle bir varlığın ‘itimat ve vefa insanı’ olması gerekmez mi?

İşte bu mükellefiyetin yerine geldiği devirler, Osmanlı Devleti’nin parlak yıllarıdır. Seyyahların öve öve bitiremedikleri zamanlardır.

Seyyahların gözlemlerine göre Osmanlı’da esnaf sabah işine giderken, sadece o günkü iaşesini kazanmak, alışveriş etmek, borcunu ödemek, alacağını tahsil etmek için gitmez, öncelikle iş ve ev çevresindeki insanların güvenliği ile sosyal ihtiyaçlarının giderilmesini başlıca vazife bilirmiş. Bu hususta seyyahların tespitlerine yer verelim:

“Türkler, insanlara ve hayvanlara karşı Avrupalılar’dan daha şefkatlidir. İstanbul esnafının gözünde müşteri, misafir hükmündedir, evlerine gelen misafir gibi davranırlar.

Binek ve yük taşıyan hayvanlara gösterdikleri ilgi takdire şayandır.

Yalnız sadece bu tür hayvanlara itibar etmekle kalmazlar. Mesela kediler için Üsküdar’da bir hastane vardır ve orada yardımcı olurlar.

Yine Üsküdar sahildeki camide kuş evleri yapmışlardır. Ayrıca Bayezid Cami’nin avlusunda güvercinler için bakım evi vardır.”

***

İtimat edilen insan olmak; ‘sözü senet yerine geçen insan’ demek olduğu her zeminde dile getirilir lakin maalesef günümüzde mum ışığı ile aramakta olduğumuzu da belirtelim.

Ahiliğin hüküm sürdürdüğü devirlerde, bir müşteri, girdiği dükkânda satıcı hakkında olumsuz düşünceye sahip olursa, dükkânın sahibi kibarca müşteriyi uyarır ve şöyle dermiş:

“Bizimle ilgili kalbinize şüphe düştü, şüphe insanı hasta eder, sizin nasibiniz belki başka kapıdadır, uğurlar ola.”

Yine aynı devirlerde babalar aile üyelerine işlerini devrederken şu rivayetlerde nasihat ederlermiş:

“Ey ailem! Sizlere bakan yüzünüzde ve gözünüzde itimat görsün. Bu dünyadan göçünce bir daha geri dönemeyecek ve asla dünyada yaşadığın duyguları bilmeyeceksiniz. Ona göre çalışın, ona göre kazanın. Bilesiniz ki, çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz. İkisine de kulaklarınızı, gözlerinizi kapayasın. Her yerde ben kazanayım hırsı; insanı, aileyi, toplumu fesada uğratır ve fesada uğranmış yerlerde ne güven ne huzur ne de istikrar kalır. Devletin ve milletin istikrarı sadece devlet yöneticilerinden beklenemez.

Devlet; istikrarı, huzuru, güveni sarsan kimselerin başına birer polis ve zabıta dikemez ya. En güçlü zabıta, insanın vicdanıdır. İtimat insanlarına ihtiyacımız var ve bu ihtiyacın merkezi de önce ahlak, sonra çalışmaktır. Yolunuz açık, rızkınız bereketli olsun. Önce insan kalbi, sonra para kazanın.”

***

Evet efendim, atalar sözüdür: ‘Ahlakın olmadığı yerde devletin masrafı çok olur’ denilir. Rızık ve kader birlikte yürür. Bunların ikisini ancak ölüm ayırır.

İtimatsızlık ve vefasızlık, insanı yaşarken takip ettiği gibi vefatından sonra da takip eder. İtimat ve vefa, kişinin her iki dünyasını da mamur eyler vesselam.

07 Ocak 2022 Cuma