Salih KESKİN

Salih KESKİN

Diğer Yazıları

Salih Keskin
www.inovasyonuzmani.com

Firmaların en değerli şeylerinin muhasebe kayıtlarında olmadığını söyler filozoflar ve eklerler: Çalışanların aklı, itibarı, marka değeri ve müşterilerdir firmaların hazinesi. Bu değerlere bir değer daha katmamız gerekir. Çalışanların firmaları için ortaya koydukları yenilikçi fikirleri.

Yani firmalarımız, birden fazla altın madenin üzerinde oturuyorlar da farkında değiller.

Dünyada inovasyon kaynaklarının başında çalışanlar gelirken bizde müşteriler ve rakipler geliyor. Bizim firmalarımız çalışanları henüz bir inovasyon kaynağı olarak görmedi, görmüyor.

Firmaların bu değerli hazineden yararlanmaları için yeni yöntemlerin keşfine ihtiyaç olduğu kesin.

Mesela, rutin yapılan işlerin verimliliği gittikçe düşerken kuruluşlar farklı çareler aramaya devam ediyor. Kimi kuruluş mekânları daha da konforlu ve oyun oynamaya uygun hâle getirirken kimi kuruluş da çalışanlarına daha fazla ‘boş zaman’ veriyor. Mevcut çalışma sisteminin çalışanların ruhunu beslemediği, onları ateşlemediği kesin. Mevcut çalışma sistemi, çalışanların tutkularını tetiklemezken tam tersine enerjilerini düşürüyor. Çalışma verimliliğindeki düzenli azalma, bunun kanıtı.
Dünyanın en büyük ilk elli firması, durumu iyi kavramış olacak ki ilginç bir uygulamayı uzun bir süredir başarıyla yürütüyor.

Söz konusu büyük firmaların tek ortak özelliği olan bu uygulama, daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi 70:20:10 kuralı.

70:20:10 KURALI NEDİR?

70:20:10 kuralı, çalışanların, mesailerinin yüzde 70’ini olağan işi ile yüzde 20’sini ‘işimi nasıl daha farklı yapabilirim?’ üzerine çalışma ile yüzde 10’unu ise işi ile hiç alakası olmayan işlerle geçirmesidir.

Programın sonuçları enteresan: Yüzde 20’lik dilimde üretilen fikirler şu anda ilgili firmaların cirolarının yüzde 50’sinden fazlasını oluşturuyor. Bu sonuç, ‘bizim firmalarımızın da bir şeyleri ciddi ciddi gözden geçirmesinin zamanının geldiğini’ göstermesi açısından oldukça önemli. Yani, kalıpları kırmanın zamanı geldi de geçiyor.

Kafamızdaki dünya ile gerçek dünya arasındaki gerilim, enerjilerin boşa akmasına yol açıyor.

İyi olmamız gereken temel konular; süper bir iletişimci olmak, karşımızdakinin yetenek alanlarını doğru kavrayarak güçlü çalışma sinerjileri ortaya çıkarabilmektir.
Bunların gerçekleşmesi için ise daha fazla boş zamana ve de iletişim ortamına ihtiyacımız olduğu su götürmez bir gerçek.

Boş zaman ve iletişim ortamı için yeni çözüm: akıllı molalar. Yani, molaların ‘akıllılaştırılması’.

Filozoflara göre günde 960 nesneye dokunuyoruz. Bu nesnelerin hepsinin de yakın zamanda ‘akıllı’ olacağı düşünülüyor.

Her şey akıllanırken molaların akıllı hale getirilmemesi düşünülemez tabii.

MOLALARI NASIL AKILLILAŞTIRABİLİRİZ?

İş Kanunu’na göre bir işçi, kendisi rıza gösterse bile, yılda 270 saatten daha çok fazla mesai yapamaz. Kanun ile haftalık çalışma süresi de azami 45 saat olarak belirlenmiş durumda.

Ara dinlenme süresi, yani mola ya da yemek saatleri, günlük çalışma süresi 4 saat veya daha kısa süreli işlerde 15 dakikadan; 4 saatten fazla ve 7.5 saate kadar (7.5 saat dâhil) süreli işlerde 30 dakikadan; 7.5 saatten fazla süreli işlerde ise 1 saatten az olamaz. Bu dinlenme süreleri asgari düzeyde olup aralıksız verilir.

Bu kısa süreli molalarla çalışanlardan verilen iş dışında hiçbir şey beklemeye imkân yoktur. Yapılması gereken; fazladan mola süresi vermek, verilen bu süreyi de akıllılaştırmaktır.

İlave mola, kurum için bir ‘fırsat molası’ anlamı taşıyacak.

Yeni fikir bulma ruhunu geliştirmek için türlü yöntemler tasarlanabilir. Akıllı molalar bunlardan bir tanesi olacaktır. Bu kapsamda atılması gereken ilk adım, çalışanların kendi aralarında kurumun geleceği için konuşmasını sağlayarak yeni fikirler ortaya çıkmasını sağlamaktır.

Çalışanlara fazladan vereceğimiz 45 dakikalık mola, ‘fikir üretme’ amaçlı kurgulandığında ‘akıllanmaya’ başladı demektir.

Fikir üretme üzerine kurgulanan bu ara zamanlar aynı zamanda, fikir patlama atölyeleri hâline gelecek ve uçlarda gezen zekâları ortaya çıkaracaktır.

İş dünyasının karakterini belirleyecek olan da bu uçlarda gezen patlamaya hazır yaratıcı zekâlardır.

Malum, iş dünyasının istediği en önemli beceri, ‘çocuksu yanını kaybetmemiş ve saçmalayabilme seanslarına uyumlu olma’dır. Akıllı molalar, saçmalayabilme seanslarına dönüştürülme potansiyeli de taşır. Unutulmamalıdır ki ne kadar saçmalarsanız rutinin o kadar dışına çıkar ve yaratıcı yanınızı tetiklemiş olursunuz. Filozofun da dediği gibi: ‘Yanlış yapmaya hazırlıklı değilseniz orijinal bir şey ortaya koymanız mümkün değildir.’

Akıllı molalar, yaratıcılık (inovasyon) endüstrisinin dişlilerini yağlama sürecinin de adı olacak.

İş yerleri, ters zenginleştirme faaliyetleri olarak da tanımlayabileceğimiz (Var olan alanlarda değil de kendi farkında olmadığımız değerlerimizin ortaya çıkarılıp kıymete dönüştürülmesi.) akıllı molalarla çalışanların merakını geliştirmeye uğraşmalıdır. Buna hiç kimse itiraz edemez ve etmemelidir de.

Kurumsal kimliği yok etmenin yolu, saçmalama seanslarından geçiyor.

Kurumsallık hikâyesi, ciddi bedeller ödenen ve bir türlü de tünelin ucunun görünmediği, uzun bir hikâye. Sebebi ise bu kisvenin bizim bedenimize uygun olmaması. Bir türlü uymadı, uyduramadık ve uyduramayacağız da… O kadar olumsuz örnek olduğu hâlde hâlâ uydurmaya çalışıyoruz, o ayrı.

Potansiyelimizi kısıtlamak niye? Kapasite bakımından dünya milletlerine fark atacak bir milleti ona uygun olmayan çalışma ve yönetim sistemlerine mecbur etmek demek, ülkenin enerjisini heba etmek, boşa akıtmak demek.

Bu nedenle yapılması zaruri olan, akıllı molaların ‘görev dağılımı yapmak değil, dağılımı görevlendirmek’ olan mantığını kavramak ve ithal metodolojileri terk ederek bize uygun bir format geliştirmektir.

25 Ekim 2019 Cuma