Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

“En güçlü ve sürekli artan sermaye!” Kim sahip olmak istemez ki böyle bir sermayeye. Üstelik ne ilk sahibi ne de son sahibi var. Bu sermaye sahibinin hiç kimseye ne borcu ne müdanesi ne de başka beklentisi olmaz. “Güven”, her ferdin ve her toplumun aradığı huzura ve istikrara giden en emin yoldur. Bizim medeniyetimizin temeli sayılan dört sacayağından biri de “güven” unsurudur.

İnsanın başını dik tutan bu sermaye; elle tutulan, gözle görülen bir cisim değil, insan karakterinin en önemli kısmı ve dürüstçe kullanıldığı müddetçe sürekli artar.
Güvenilen ve inanılan insan olmak, maddi hiçbir imkânla satın alınabilecek bir meta değil.

“Güven”, insanoğlunun hayatını idame ettirdiği her sahada aranması gereken hususların başında geldiği gibi yine mutlak olması gereken yer elbette ticari hayattır.

Bu anlamda İstanbul, bugünü ve geçmişiyle önemli örneklere sahip. Yeşildirek, Mahmutpaşa ve Perşembe Pazarı gibi Anadolu ile İstanbul arasında ticari köprünün kurulduğu yıllarda, alım satımların ekseriyetinin “güven” esasına dayalı “pusula” olarak adlandırılan el kadar kâğıtlara yazılı rakamlarla yapıldığı bilinir.

Devlet-i Osmani’de “güven” müessesesinin sahipliğini, ahilik teşkilatı üstlenir. Diğer adıyla Fütüvvet teşkilatı da denilir. Başka toplumlarda insan ve ticari ilişkileri düzenleyen ahilik birliği yahut benzeri kuruluşlara pek rastlanmaz.

Devlet-i Aliye ile yakın ilişki kuran çeşitli ülkelerde değişik oluşumlar görülse de bizdeki gibi işler hale gelememiş. Çünkü bizdeki “güven” unsuru, maddi olmaktan ziyade, inanç temelli. Bu dünyanın geçici olduğu ve bundan sonraki ebedi âlemin varlığına işaret. Bu yüzden “güven” üzerinde ısrarla durulur.

Tüm dünyadaki insanların, medya ve sosyal medyanın tüketime yönelik film, reklam ve benzeri araçlarla, üretimden ziyade harcamaya zorlandığı günümüzde, elbette “güven” unsuru zedeleniyor ve yara alıyor.

Yine yerkürede bu vahim duruma dur diyebilecek yahut çözümler üretebilecek olan ülke Türkiye’dir, ağırlıklı olarak da İstanbul’dur.
Ahilik yahut Fütüvvet teşkilatının prensipleri ticari hayata uygulanabilir hale getirilerek, bu hususta eğitim, öğretim, kurslar, seminerler ve uygulamalı hizmetler verilebilir.

Türkiye olarak ahilik medeniyetinin yegâne temsilcisiyiz. Kaynaklarımız, arşivlerimiz, bu medeniyetin uygulamalarıyla dolu. Yeter ki, günümüzle geçmiş nasıl buluşturulabilir ve uygulanabilir, onun üzerine zihin yorulsun.

Ahilik medeniyeti, özü itibariyle insanlığın “beslenme, barınma, ulaşım, çalışma” yasasıdır. “Güvene” dayalı sistemin; “hak-hukuk-helal-haram” dörtlüsündeki dikkatin ve hassasiyetin adıdır.
Şimdi İbn-i Battuta’dan bu ölçünün insanlarına dair tespitlerine yer verelim.

“Ahi, zenaat erbabını ve başkalarını bir araya getiren liderdir. Onlar kendi nefislerinden önce başkalarını düşünen kimselerdir. Bu yiğit ahiler, Anadolu’daki her şehir, kasaba ve köyde bulunurlar. Gariplere yardım etmek, yemek yedirmek, bütün ihtiyaçlarını gidermek, zalim ve belalı insanları yakalayıp etkisiz hale getirmek için koşturma konusunda dünyada benzerleri yoktur.”

Evet, yerli ve yabancı seyyahların anlatımında da ahiler, ticari ve sosyal hayatın düzenleyicisi, tatbikçisi ve takipçisidirler. Bunun için de yine “güven” esastır. Çünkü “kul hakkı”, ahiliğin olmazsa olmazlarındandır.

Sözün özü, kendimiz için istemediğimizi başkaları için de istemediğimiz zaman, güven hazinesinin sahibi olabiliriz.

07 Ocak 2019 Pazartesi