Hakan  GÜLDAĞ

Hakan GÜLDAĞ

Diğer Yazıları

HAKAN GÜLDAĞ

NATO Zirvesi’ni geride bıraktık. Çok önem atfedilmişti. Sürpriz çıkmadı. Problemler devam ediyor. Zirvede ABD Başkanı Biden, Çin’i sert bir dille eleştirdi. Çin de NATO Zirvesi’nden çıkan mesajlara karşı tepki gösterdi.

Onun hemen öncesinde ‘zenginler kulübü’ diye de adlandırılan dünyanın en gelişmiş ülkelerinin oluşturduğu G7 liderler zirvesinde de benzer mesajlar vardı. NATO’da olduğu gibi ‘askeri’ mesajlar içermiyordu, ancak açıktan Çin’i hedef alıyordu. Çin’e karşı safları büyütme ve sıklaştırma çabası netti. Çin’in Kuşak ve Yol projesine alternatif bir destek planı oluşturulması için alınan karar, bunun somut göstergesiydi.

Biden, G7’de destek verdikleri ‘Dünyayı Yeniden Daha İyi İnşa Et’ planının, Çin’in geliştirdiği Bir Kuşak-Bir Yol Programı’na daha iyi bir alternatif sunmasını amaçladıklarını söylüyordu.

***

Çin’in 65 ülkeyi kapsayan trilyon dolarlık Kuşak-Yol projesi, ülkelerin ulaşım altyapısının iyileştirilmesine finansman desteği sağlıyor.

Tabii Pakistan’a yapılan 60 milyar dolarlık yol ve altyapı yatırımı örneğinde olduğu gibi Çin’in bu yatırımları Asya’yı kalkındırmak amacıyla yaptığını söylemek en hafif deyimle safdillik olur. Eski İpek Yolu üzerindeki iyileştirmeler, aynı zamanda Çin’de üretilen ürünlerin çok daha hızlı biçimde bu ülkelere ve Avrupa’ya ulaşması demek.

Özetle söyleyelim: Çin, Tek Kuşak-Tek Yol projesi ile kendi küreselleşme modelini inşa ediyor. Hızla genişlerken karşılaştığı mekanları yeniden yapılandırıyor. Hiç şüphesiz, kendi ihtiyaçlarına göre...

***

Epey bir zamandır dünyanın hakim gücü olan ABD ve Batılı müttefikleri bu durumdan rahatsız. Bu rahatsızlıklarını dile getirirken, “Kuşak ve Yol Programı’nın ülkelerin borcunu artırdığını” öne sürüyorlar. ABD, Çin’in bu programını ‘borç diplomasisi’ olarak adlandırıyor.

Tencere dibin kara, seninki benden kara misali yaklaşımlar fazla bir yankı bulmuyor. G7 zirvesinde Kuşak ve Yol projesi üzerinden Çin’in etkisine girmeye başlayan ülkelere ‘alternatif finansman’ sağlama kararı alınması boşuna değil.
Zirvenin ardından Çin’den ise “Dünyanın kaderine, küçük bir grup ülkenin karar verdiği günler çok geride kaldı” açıklaması geldi.

***

Kısacası paradigma değişti. Hegemonya mücadelesi keskinleşiyor. ABD ve Çin arasındaki oyunun temel kuralları ‘işbirliği ve rekabeti dengeleme’ ekseninden ‘rekabet ve çatışmayı dengeleme’ eksenine kaydı. Bu, tek taraflı bir tercih de değil. Hem Amerikan hem Çin yönetimi bu yeni paradigmayı benimsemiş görünüyor. Eskiden ABD üst perdeden konuşur, karşı taraf dinlerdi.

Şimdi ne ABD ne de Çin temsilcileri yeni durumu tarif ederken nazik bir dile ihtiyaç duyuyor. Aynen mart ayında Alaska’da iki tarafın buluşmasına yansıyan ağız dalaşında olduğu gibi...

Her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor. İki süper güç arasındaki rekabet alanları genişliyor, yoğunlaşıyor ve çeşitleniyor. Afrika’dan buz diyarı Grönland’a... Uzakdoğu Asya’dan Ortadoğu’ya...

Bu durum, tüm dünyayı da etkiliyor ve bu etki daha da artacak. Neredeyse hiçbir ülke, bu hegemonya mücadelesinin rüzgarından kaçabilecek güçte değil.

Çin, bir süre önce Türkiye ile ‘stratejik işbirliği ilişkisi’ kurdu. Etrafımızdaki kimi ülkelerle ise çok daha ‘derin’ ilişki içinde. Cezayir, Mısır, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Çin’in tabiriyle bu ülkenin ‘kapsamlı stratejik ortakları’ oldu. Çin, bu çerçeveye aldığı ülkelere özel önem atfediyor. Aynı zamanda Irak, Ürdün, Fas, Umman ve Katar’ı da ‘stratejik ortak’ olarak tanımladı. Türkiye’nin doğusunda ve güneyinde kalan 20’den fazla ülke ile Kuşak ve Yol projelerine ilişkin anlaşmalar imzaladı.

***

Olaylar böyle...

Peki bu olayların arkasındaki dinamikler nedir?

Dünyayı iyi okuyabilmek, dolayısıyla neyle karşı karşıya olduğumuzu kavrayıp gerekli tedbirleri alabilmek için bu soruyu cevaplamamız lazım. Zira, neden-sonuç bağlantıları incelendiğinde çözüm sürecinin unsurlarına daha kolay ulaşılıyor. Bu bağlantıların izi çok yönlü ve çok boyutlu olarak sürüldüğünde tablonun bütününü görmek kolaylaşıyor. Problemin parçaları arasındaki bağlantıları ve bu parçaların bütünün oluşumuna etkisini dikkatli bir şekilde araştırmak gerekiyor ki, problemin ana hatları daha net bir şekilde görülsün. Neyse... Analitik bakışın faydalarını anlatmaya dalıp, lafı uzatmadan, gelelim uluslararası ilişkilerde bloklaşma eğiliminin arkasında hangi dinamikler olduğuna...

İlk bakışta iki dinamik öne çıkıyor:

Bir, ABD’nin liderliğinde dünyadaki hakim güçlerin 1980’lerde devreye soktukları, serbest piyasa ekonomisine dayalı küreselleşme çözülüyor. Dolayısıyla küresel ekonomik ve jeopolitik mimari bozuluyor. Kapitalizmin bu aşamada öne çıkan kriz yönetim modeli neo-liberalizm gücünü ve kriz çözme kabiliyetini yitiriyor. 2008 finansal krizinden sonra bu süreç hızlandı. Gelişmiş ülkeler kesenin ağzını açarak krizi atlattılar, ancak dengeler de fena halde bozuldu.

İki, neo-liberal küreselleşme ortamında yeni birikim ve güç merkezleri yükseldi. Adeta bir yasa gibidir: Ekonomik birikim, siyasi güç birikimine, teknolojik ilerlemeye de yol açar. ‘Yeni’ merkez Çin, hızla dünyanın en büyük ekonomisi haline gelmeye başladı. Bütün projeksiyonlar Çin’in 2030 yılından önce, sadece şimdi olduğu gibi satın alma gücü paritesine göre değil, her ölçüme göre dünyanın bir numaralı ekonomisi haline geleceğini gösteriyor. Çin, sadece büyümüyor, gelişiyor da... Yapay zeka, kuantum bilgisayarları, 5G, uzay teknolojisi gibi stratejik alanlarda öncü konumuna yükseliyor. Çin’in bu yükselişi hem Batı’nın kriz yönetim modelinin tükenme sürecinin bir sonucu, hem de modelin tükeniş sürecini hızlandırıyor.

Her iki dinamik de bir kriz yönetim modeli, kapitalizmin kimi kriz eğilimlerini ötelerken çelişkilerinin kimi ürünlerinin bir kırılma noktasına doğru birikmeye devam etmesini önleyemez. Bu, neo-liberalizm için de geçerliydi.

***

Bilmem daha fazla izaha gerek var mı?

Yukarıda değindiğimiz dinamikler, ülkeler arasında şekillenmiş bugünkü bölüşüm ilişkilerini bir süredir değiştirmeye başladı.

Sistemde hararet artarken, kaçınılmaz olarak yeniden bir paylaşım noktasına doğru ilerliyor.

Dünyada bloklaşma eğiliminin arttığı bir ortamda yapılan kritik NATO Zirvesi’nden sonraki notlarımız böyle...

Gelişmeleri izleyip, aklımız ve gücümüz yettiğince aktarmaya devam edeceğiz.

TUKİDİDES TUZAĞI

Tabii bugün dünyayı şekillendiren dinamikler bu ikisiyle sınırlı değil... Ama oyun alanını ve kurallarını belirleyen temel dinamikler bunlar.

Analizi ilerletmek için bu noktada bir soru daha sormamız lazım: Bu temel dinamikler bizi nereye sürüklüyor?

Bu sorunun yanıtı biraz da tarihte yatıyor. Gerçi ünlü şairimiz Mehmet Akif Ersoy, “Ders alınsa hiç tekerrür eder miydi?” diye uyarıyor bizleri ama gelin biz geleceğe bakarken yine tarihten yararlanalım.

Milattan önce 431 yılında, dönemin önde gelen iki gücü Atina ve Sparta arasında Peloponez savaşları yaşandı. Bu savaşların detayını hem bir Atina generali hem de bir tarihçi olan Tukidides aktarmış. Anlattıkları, o günden bu yana dünya tarihinde defalarca yaşanmış ibretlik derslerle dolu. Onun ismiyle anılan ‘Tukidides Tuzağı’ da bugün dünyadaki gidişata da deyim yerindeyse ‘cuk’ oturuyor.

Tukidides Tuzağı dün olduğu gibi bugün de, büyük güçler arası ilişkilerde geri dönülmesi zor ve çatışmalara yol açma riski yüksek bir tıkanmayı anlatıyor. Dün Atina ve Sparta arasında yaşananların bir benzeri, bugün ABD ve Çin arasında yaşanıyor.

Tuzak kısaca şöyle işliyor: Mevcut hegemonya merkezi, yeni yükselen bir merkezin artan gücünden ve gelişmekte olan kapasitelerinden korkuyor. Mevcut merkez, bu yeni merkezin yükselişini durdurmak için yeni ittifaklara yöneliyor. Keza yeni merkez de kendi ittifaklarını oluşturuyor. İki merkez arasındaki ilişkilerde kırılma ve sürtünme noktaları çoğalıyor. Korku, karşılıklı güvensizlik ortamında, yanlış hesaplara dayanan hamlelerin sayısı artıyor. Sistem ısınıyor. Güçler dengesinin güçler arası çatışmaya dönüşme riski de giderek güçleniyor.

18 Haziran 2021 Cuma