Hikmet BAYDAR

Hikmet BAYDAR

Diğer Yazıları

HİKMET BAYDAR


Dolar hem TL hem de diğer paralar karşısında dalgalanıyor. Diğer dövizler karşısındaki hareketleri parite hareketi olarak yorumluyoruz. Genel olarak doların global anlamda değeri için de DXY dolar endeksine bakılır.

Bir paranın diğer paralar karşısındaki değerini belirleyen en önemli etken, o ülke parasına olan talep nedeniyle diğer paralarla değiştirilme isteğidir. Bu istek ya ticari ya da spekülatif amaçla değer dalgalanmalarından para kazanmak için yapılır.


TÜİK tarafından açıklanan dış ticaret istatistiklerine göre Ocak-Temmuz 2020 döneminde 90 milyar dolar civarında ihracata karşılık 116.6 milyar dolar ithalat yaptık. Böylece dış ticaretten kaynaklanan döviz ihtiyacı 26.6 milyar dolar görünüyor. Ancak bu paraların vadeli olması gibi nedenlerle dış ticarette 26.6 milyar dolardan daha az nakit ödemesinin olma ihtimali fazla.


206 milyar dolar tutarındaki dış ticaretten dolayı 26.6 milyar dolara kadar bir yükümlülük artışı oldu. Peki, bu rakam doları 5.90’lardan 7.80’lere yüzde 32 civarında artırmaya yeter mi? Bu borçların 16 milyar dolar kısmı yatırım mali girişi olup genellikle uzun vadeli fonlamalarla yapıldığından aynı dönem döviz çıkışı gerektirmiyor. O zaman geriye kalan 10 milyar doların böyle bir artışa yol açması, mevcut ekonomik büyüklükte imkansız. Çünkü sistem yapılan ithalatın finansmanını da aynı anda sağlıyor. Yani karşılığı bulunmuş ve ödenmiştir.


Peki, yılbaşından bugüne dolar neden yüzde 32 arttı?


ABD, ülkelerin dolar kullanımını ciddi şekilde teşvik edip, dövizin ekonomide önemli bir yeri olmasını sağladıktan sonra kurları çeşitli fonlar üzerinden istediği gibi etkileyebiliyor ve o ülke ekonomisinde istediği zaman önemli zararlara yol açabiliyor. Söz konusu fonların kimlerin parasından oluştuğu hiç kimseye açıklanmıyor. Yani herhangi bir fondan döviz girişi olduğunda, fon adından başka hiçbir bilgiye ulaşmamız mümkün olamıyor. Dolayısıyla fonu yönetenlerin de amacının ne olduğu bilinemiyor.

ABD’nin istedikleri olmayınca her nedense hemen medyada ülke aleyhine haberler yayınlanıyor, notlar düşürülüyor ve menkul kıymet piyasalarında ciddi oynaklıklar oluyor, satışlar gerçekleşiyor. Son zamanlarda yabancıların Türk menkul değerlerinde satıcılı olduğunu biliyoruz. Ancak satan yabancıların kimlik bilgilerine maalesef ulaşamıyoruz. Çünkü fonlar kimlerin parası olduğu bilgisini paylaşmıyor. Gelen fonlar zaman içerisinde yavaş yavaş tahvil ve hisse senedi gibi menkul kıymet alıyor, ancak zamanı geldiğinde kısa süre içerisinde sert satışlar yaparak piyasayı panikletiyor, normal yatırımcıları da peşinden sürüklüyor. Son zamanlarda BIST içerisinde bulunan bankacılık hisse senetlerinde yabancı payının yüksekliğini ve aynı zamanda her fırsatta fiyatının düşürülmeye çalışıldığını rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. Aynı şekilde tahvillerde de sert satışlarla faizleri yükseltebilirler.

Dolarize olan bir ekonomide döviz oynaklıkları reel sektörün de önünü görmesini zorlaştırdığından, geleceğe yönelik yatırımlar da aksayabiliyor. Kaldı ki, ithalatının yüzde 72’si ara malı olan ülkemizde her kur yükselişi maliyet enflasyonu anlamına geliyor. Dolayısıyla akabinde reel faizleri korumak için nominal (piyasada sizlerin duyduğu) faizlerin yükselmesi icap ediyor. Bu döngü kuru yukarı çeken saikler ortadan kalkana kadar devam eder.

TL, tarihi en düşük değerlerine geldi. Bu durum kısa vadede ihracat avantajı gibi görünse de akabinde artan maliyetler ve istenen fiyat iskontoları nedeniyle kâr süreklilik arzetmez ve ülke kalıcı olarak döviz bazında fakirleşir. Kurun yükselmesi orta ve uzun vadede kimseye yarar sağlamıyor, aksine döviz cinsi alınan borçlar nedeniyle eurobond ve alınan sendikasyon kredilerinin geri ödenebilmesi için daha fazla TL’ye ihtiyaç olacağından, devlet bu amaçla ek vergiler koymak zorunda kalabilir. Yani kur yükselişi bir yandan maliyetleri artırırken, diğer yandan daha fazla vergi ödemek zorunda kalmamıza neden olabilir.

Doğu Akdeniz’de yaşananlar, enerji piyasasında yer alma isteğimiz bazı ülkeleri ciddi bir şekilde rahatsız ediyor. Özellikle milli silah konusunda ciddi yol almamız caydırıcı olma imkanımızı da artırınca, başka yaptırımlar devreye sokuluyor. Bir yandan Türkiye’ye yabancı yatırımcının girişinin engellenmesi, diğer yandan ihracatın düşürülmesi yoluyla döviz ihtiyacının artırılması, bir oyunun alt başlıklarıdır. Suudi Arabistan’ın Türk ürünlerine ambargo koyması, artık gizlice medya yoluyla yürütülen karalama kampanyasının yetersizliğini ortaya koyuyor ve oynanan oyunun alenen deşifre olmasını sağladı. Almanya’nın korona vakası AB ile kıyaslanmayacak kadar az olmasına rağmen Türkiye’ye turist girişini engelleme çabası da bu oyunun diğer parçası.

Kur spekülasyonu, yaşanmakta olan mücadelenin sadece bir bölümü. Bu mücadelede başarılı olunabilmesinin yolu bol bol dillendirildiği gibi faiz artırımından geçmez. Aksine faiz artırımı forward fiyatlamalarda dövizin değerini daha da yukarı itmekten başka işe yaramaz. Son yapılan faiz artırımından sonra dövizin yükselmesi tezimizi doğruluyor.

Döviz spekülasyonuyla mücadelenin başarılı olabilmesi için TL likidite yönetiminin çok detaylı, koordineli ve başarılı bir şekilde yapılması gerekir. Bu oyunu oynayan fonların varlıkları dondurulmalı ve soruşturma sonuçlanana kadar da hareket kabiliyeti verilmemeli. Aksi halde Türkiye, söz dinlemediği sürece döviz karşısında TL’nin erime ihtimali artıyor. Konu, ekonomik ihtiyaçlardan ziyade yurt dışının bir baskı aracı olarak yorumlanmalı.


Peki, bizler ne yapmalıyız?

Döviz ödeme ve tahsilatlar için bir nakit akım tablosu düzenleyip, dönemsel olarak eşit olmasını sağlamalıyız. Elimizdeki ithal stokun döviz varlığı gibi yorumlanması gerekir. Çünkü dövize bağlı fiyatlaması yapılır. TL hareket oldukça döviz cinsi varlık ve yükümlülük eşitlemesine dikkat edilmeli.

02 Ekim 2020 Cuma