Prof. Dr. Nurullah GÜR

Prof. Dr. Nurullah GÜR

Diğer Yazıları

nurullah.gur@marmara.edu.tr

 

Cumhuriyet’in 100. yılını kutlayan Türkiye, büyük bir gurur yaşıyor. Türkiye, 1923’ten sonra sadece Cumhuriyet’i özümsemeye ve kurumsallaştırmaya çalışmadı; bir taraftan da geri kalmış ekonomisini sanayileştirme yolunda önemli adımlar attı. Kuruluşun ilk yılları oldukça zorluydu. Savaş zamanında büyük oranda atıl kalan tarım arazilerinin yeniden devreye girmesi ve kamunun kurduğu üretim tesisleriyle ekonomi ivme kazandı. Ancak, 1929 Büyük Buhranı ve II. Dünya Savaşı, bu ivmeyi sönümlendirdi. Ekonomi, bu yıllarda liberalizm ve devletçilik arasında gitti geldi. 

 

II. Dünya Savaşı’nın son bulması ve çok partili demokrasiye geçişle birlikte, Türkiye ekonomisi 1950’li yıllarda önemli kazanımlar elde etti. İthal ikameci sanayileşme stratejisiyle bu kazanımları taçlandırabileceğimiz 1960-1980 dönemini ise darbeler ve siyasi kutuplaşmayla heder ettik. Güney Kore’nin gerçekleştirdiği sıçramayı Türkiye de başarabilirdi. Ne yazık ki, o dönemki fırsat penceresini değerlendiremedik.

 

REEL SEKTÖR DENEYİMİ

 

Türkiye ekonomisi, 1980’li yıllarda biraz küresel atmosferin baskısı, biraz da kendi tercihleriyle dışarıya açıldı. 1980’li yılların ortasından itibaren reel sektör, kendini daha fazla gösterebileceği bir alan kazandı. İleride çok işine yarayacağı deneyimler elde etti.

 

1990’lar, küresellesmeyi yanlış yönettiğimiz, terörün can yaktığı ve bir kez daha siyasi istikrarsızlıklarla boğuştuğumuz yıllar oldu. Yüksek enflasyon ve bütçe açığının yol açtığı makro ekonomik istikrarsızlığa bir de kötü yönetilen bankacılık sistemi eklenince 2000-2001 krizi patlak verdi.  

 

Krizden çıkardığımız dersler ve kararlılıkla uygulanan yapısal reformlar, Türkiye’nin makroekonomik dengeyi yakalamasını sağladı. Kasım 2002’den sonra oluşan siyasi istikrar, iktisadi öngörülebilirliği artırdı. Bu sayede reel sektör, 1990’larda üzerine yığılan ölü toprağını üzerinden attı. Reel sektörün gaza bastığı bu ortamda üretim, istihdam ve ihracat rekorlar kırdı. İstihdam 20 milyondan 32 milyona, ihracat 36 milyar dolardan 254 milyar dolara yükseldi. 

 

KALKINMA HİKAYESİ

 

Cumhuriyet’in 100 yıllık serüveninde Türkiye ekonomisi kayda değer bir ilerleme kaydetti. Türkiye, bugün 905 milyar dolar GSYH ve 10 bin 659 dolar kişi başına düşen GSYH ile yüksek gelirli ülkeler ligine aday bir ülke konumunda. Yine de potansiyel gelişme çizgimize yakınsadığımızı söyleyemeyiz. Türkiye, Cumhuriyet’in ilk 100 yılında 20 bin dolar kişi başına GSYH seviyesini zorlayabilirdi. Terör belası, jeopololitik çatışmalar ve siyasi kargaşalar olmasa, Türkiye ekonomisi çok daha hızlı ve sağlam biçimde kalkınabilirdi. Belli dönemlerde kendi yaptığımız politika hatalarının da ekonomiye patinaj çektirdiğini not etmek lazım.

 

Ama şunun da altını çizmek gerekir ki, istikrarsızlık ve çatışmaların kol gezdiği bu coğrafyada kalkınma hikayesi yazmak kolay değil. Türkiye, dinamik reel sektörü ve güçlü devlet kapasitesiyle bunu başarabilecek bir ülke. Önümüzde yüzyıla damgamızı vurmak istiyorsak, uzun vadeli yapısal politikalara daha fazla sabır göstermeli ve reel sektörün yatırımlarını katma değerli ve teknoloji yoğun alanlara kaydırması için doğru teşvik ve destekleri sağlamalıyız. Bunu başarabildiğimiz takdirde Türkiye ekonomisi, gerçek potansiyelini sahaya yansıtabilir. Bu sayede artacak refah, sadece kendi vatandaşlarımızın hayat standartlarını ve şirketlerimizin küresel ekonomiden aldığı payı artırmakla kalmaz, bölgesel istikrar ve barışa da büyük katkı sağlayabilir. 

30 Ekim 2023 Pazartesi