Hakan  GÜLDAĞ

Hakan GÜLDAĞ

Diğer Yazıları

HAKAN GÜLDAĞ

ABD seçimleri o kadar çok mesaj taşıyor ki içinde, doğrusu neresinden başlamalı, karar vermekte zorluk çekiyor insan. Yakın dönemde görülmedik ölçüde bir kutuplaşma yaşanıyor bu dünyanın en ‘güçlü’ ülkesinde. Mahkemelere taşınan bir seçim, başlı başına değerlendirmeyi hak ediyor. Ama galiba en iyisi, ülkenin kendi içindeki gelişmeleri sonraya bırakıp, bu aşamada Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilere bakmak. Öncelikle Türkiye ile ABD arasındaki karşılıklı ticarete bakalım. Bir kere, ticaretimiz artıyor.

ABD’nin Türkiye’nin demir-çelik ürünlerine yüzde 50 vergi artışı gibi uygulamalarla ticarette sıkıntılar yaşansa da son 10 yıla baktığımızda Türkiye’nin ABD’ye ihracatı kademeli olarak artış gösteriyor. 2010 yılında Türkiye’nin bu ülkeye ihracatı
3.8 milyar dolar düzeyindeydi. Geçen yıl 8.3 milyar dolar oldu. 2020’de beklentiler bu rakamın aşılması yönünde...

Türkiye geçen yıl 167.9 milyar dolarlık ihracat yaparken, bunun yaklaşık yüzde 5’ini ABD’ye gerçekleştirdi. Tabii aynı yıl Türkiye’nin 223 milyar dolarlık ithalatında ABD’nin payı ise yüzde 5.5 oldu. İhracatın ithalatı karşılama oranı da son 10 yılda Türkiye lehine dönmüş görünüyor.

***

Öte yandan, dev ABD pazarından aldığımız pay, deyim yerindeyse devede kulak. ABD geçen yıl 3 trilyon 129 milyar dolarlık ithalat ve 2 trilyon 501 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdi. Bu dev ithalattan Türkiye’nin aldığı pay ise şimdilik sadece binde 3.

Dikkat çekmek istediğim nokta şu: Bugünün dinamikleri bu payı artırmamıza imkan tanıyor. Zaten bunun işaretleri de görülmeye başladı. Pandemi döneminde ABD’ye ihracatımızın arttığını görüyoruz. Bu yıl ABD, Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ülkeler sıralamasında üçüncü sıraya yükseldi. Devamı için de zemin var...

Trump’ın Çin’e karşı sertleştirdiği ekonomi politikaları, Türkiye için fırsat oldu.

Türkiye de bu konuda boş durmadı. Amerikalı bakanlara mektuplar yazıldı. Çin’in ABD tedarik zincirinden çıkarılması ile doğacak boşluğu Türk firmalarının kapatabileceği vurgulandı.

Ama konu sadece Trump ile başlayıp biten bir gelişme değil. Bir konjonktür gelişmesinden çok bir eğilim... Bu eğilim, Türkiye’nin bir tedarik merkezi olarak öne çıkmaya başlamasının da önemli bir nedeni.

Türkiye, Çin’e alternatif arayan küresel değer zincirlerinin radarına girdi. Birçok küresel değer zinciri de ABD merkezli. Son birkaç aydır, ABD merkezli markalar ve büyük alım şirketleri tedarik için Türkiye’ye gelmeye başladı. Bu gelişmeye ilk dikkat çekenlerden biri, İTO Başkanı Şekib Avdagiç oldu... Denizli’den Kahramanmaraş’a üretici firmalarımızı yoklamaya başladılar. Ticaret ve sanayi odalarımızla temasa geçiyorlar. Bu süreç devam edecek. Yoklamalar, giderek daha fazla siparişe dönüşecek.

***

Son seçimlerde bir kez daha fark ettik. Amerika’nın her eyaleti bir ülke büyüklüğünde. Hem de zengin bir ülke. Nüfus bakımından da, gelir düzeyi bakımından da... Son dönemde bu olguyu dikkate alıp, ABD’nin farklı bölgelerine dönük ürün satmak için harekete geçen ihracatçılarımız pazar araştırması, lojistik destek vb. konulara eğildikçe, ürün tescili gibi çalışmalar yaptıkça başarılı sonuçlar alıyor. Analize dayalı ticaret girişimlerinde yüz güldüren neticeleri beraberinde getiriyor.

Son dönemde ihracatta öne çıkan ürünlerimizden biri tıbbi malzemeler.

Ciddi bir talep var. Türkiye’nin pandemi dönemindeki performansı da bunda etkili oldu. Bu dönemde hız kazanan tıbbi malzeme ihracatı devam edecek.

Hazır giyimde de benzer bir gelişme yaşanıyor. Şiddetlenen Çin-ABD ticaret savaşı, salgın sürecinde Amerikalı alıcıların rotayı Türkiye’ye çevirmelerini tetikledi. Örneğin haziran ayında ABD’ye yapılan hazır giyim ihracatı yüzde 200’den fazla artarak 100 milyon dolara çıktı.

ABD’yi kendilerine hedef seçen mobilyacılarımız da bu pazarda başarılı işlere imza atıyor. Dile kolay, ABD yılda yaklaşık 40 milyar dolar mobilya ithal ediyor. Tabii, daha önce de Amerika’ya mobilya satıyorduk. Ancak mesela 5 yıl öncesi ile karşılaştırırsanız durum şimdi epey farklı. ABD pazarına mobilya ihracatımız toplasanız 20 milyon doları zor buluyordu. Oysa mobilyacılarımız 2020 yılının ilk 8 ayında 150 milyon dolara yakın ihracat gerçekleştirdiler. Daha da artacak...

***

‘Nereden biliyorsun’ diyebilirsiniz tabii... Israrla ‘daha da artacak, daha da sürecek’ dememin bir arka planı var. Bakın, Trump’ın 2016’da kazanması Amerikan seçim sisteminin bir cilvesi değildi yalnızca. ‘Make America great again’ (Amerika’yı tekrar büyük yapmak) mottosu da basit bir seçim sloganı değildi. Daha derin nedenleri vardı. Bu nedenler hâlâ geçerli. Biden’ın başkanlığa seçilmesi bu nedenleri değiştirmeyecek. Belki söylemler yumuşar, dil değişir ama Obama Doktrini içinde de yer alan Çin ile mücadele konusu artık değişmez. ABD’nin Çin politikası ters yüz olmayacaktır.

Biden ABD’sinin, Rusya ile de daha sıcak ilişkiler kuracağına dair bir işaret yok. Keza İran ile de öyle... Konumu gereği, hem İran hem Rusya ile restleşebilen Türkiye, ABD bürokrasisinin çok önemsediği bir ülke. Amerikan bürokrasisinin bu yaklaşımı önemli.

Üstelik Biden döneminde daha da önemli hale gelebilir. Biden, geleneksel tipte bir devlet adamı. Döneminin ‘en genç senatörü’ olarak bir parçası haline geldiği 1973’ten bu yana Amerikan politik elitinin seçkin bir üyesi. Başkan Trump’ın, Amerikan basınına da sık sık yansıyan, Amerikan bürokrasisini adeta çıldırtan kararlarına karşılık, Biden’ın Beyaz Saray’a taşınması halinde, Başkan-bürokrasi ilişkilerinin yeniden eski rayına oturacağı yorumları öne çıkıyor.

Hiç şüphesiz, Biden kampanya döneminde Ankara’yı bir hayli kızdıran açıklamalar yaptı.

Türkiye ile ilgili sarf ettiği sözler vatandaşlarımızı da kızdırdı. Ancak ‘Başkan’ Biden’ın Türkiye’ye yaklaşımı farklı olacaktır. Hem yukarıda bir kısmına değinmeye çalıştığım jeopolitik strateji açısından hem de seçim kampanyası boyunca önem verdiğini sık sık dile getirdiği ‘NATO müttefikliği’ açısından...

50 BİN DEĞİL, 5 MİLYON GÖMLEK SİPARİŞ EDİYORLAR

Şüphesiz, ülkeler arası ilişkiler öncelikle çıkarlara ve güce dayanıyor. Unutmayalım, Türkiye’ye yönelen baskıları, futbolcu tabiriyle ‘göğsünde yumuşatan’, pek çok konuda bize hayli müttefik davranan Başkan Trump, Türkiye’yi F-35’lerin dışında bırakan belgeyi imzalayan Trump’la aynı kişiydi sonuçta...

Yaklaşık 2 bin 500 yıl geçse de, tarihçi Tukidides’in izleyip yazdıklarından bu yana ülkeler arası ilişkilerde temel kurallar değişmedi.

Hele ki, dünyada jeopolitik türbülansın arttığı, var olan büyük güçlerle, yeni yükselen güçler arasındaki hegemonya mücadelesinde, dostluk ve müttefiklik ilişkilerinin de hızla değişebildiği bu dönemde...

Ne Trump, ne Biden... Hangisi olursa olsun hiçbir ABD başkanı, ‘Türkiye’yi kaybeden başkan’ olmak istemez. Büyük güçlerin Türkiye’yi dışında tutacakları bir oyun geliştirmeleri de düne göre daha zor.

Peki, bu durumda iş dünyası ne yapmalı? Doğrusu, iş dünyası işine bakacak. Mutlaka gel-gitler, türbülanslar olacak ama temel eğilimler bir başkandan diğerine birden bire değişmez.

20 milyar dolar civarında olan ticaret hacmimiz bir anda hedeflendiği gibi 100 milyar dolara çıkmayacak belki ama ABD’nin kontrol etmeye ve ayar vermeye çalıştığı dünya jeopolitiği nedeniyle Türkiye’nin önüne çıkan fırsat sürecek.

Fırsatı kaçırmamak için ABD’li ve diğer dev küresel değer zincirlerinin taleplerini karşılayacak biçimde hazırlanmamız gerekiyor. Ölçeklerimizi büyüteceğiz. Çünkü ABD’li dev alıcılar, 50 bin değil, 5 milyon gömlek sipariş ediyor. Bu talepleri karşılamak için kümelenmeleri, işbirliklerini öne çıkarmamız kritik önemde. Lojistik altyapımızı güçlendirmemiz de öyle...

Lafın kısası, hava bizden yana. Bu havayı işe, aşa, refaha dönüştürmek de öncelikle bizim elimizde.

06 Kasım 2020 Cuma