tatil-sepeti

PROF. DR. AHMET KAVAS

 


Mali İmparatorluğu adıyla bilinen devasa bir coğrafyayı yöneten Sultan Kankan Musa, dünyanın gelmiş geçmiş en zengin kişisi olarak tanımlanıyor. Diğer adıyla Mansa Musa’nın Hac yolculuğu boyunca dağıttığı altınlar efsaneleşerek günümüze kadar ulaştı. Afrika’nın başına gelenleri günümüzde de önemli bir altın üretim merkezi olmasından soyutlayarak açıklamak mümkün değil maalesef…

 

Yeryüzündeki madenlerin en değerlisi tüm çağlar boyunca altın olunca bunun Afrika ile de anılması sebepsiz değil. 

 

14. yüzyılda bugünkü Mali Cumhuriyeti ve komşusu Senegal, Burkina Faso, Moritanya, Gine, Fildişi Sahili ve Nijer gibi ülkeler de tamamen ve veya kısmen onun sınırları içindeydi. Mali İmparatorluğu adıyla bilinen devasa bir coğrafyayı yöneten Sultan Kankan Musa’nın, günümüze kadar dünyanın gelmiş geçmiş en zengin kişisi olduğu bilgisine her yerde rastlamak mümkün. 

O sadece varlıklı değildi, bu konumu kitaplarda methediliyor ve herkes onu merak ediyordu.

 

ALTIN DAĞITAN AFRİKALI

 

1324 yılında hacca gitmek üzere ülkesinin batı sınırlarında yer alan merkezi şehrinden yola çıktığında bir ay sonra ancak doğu sınırlarına ulaşabilmişti. Beraberinde 60 bin kişi bulunduğuna dair rivayetler var. Ancak bunların büyük bir kısmı, bugünkü Cezayir devleti sınırları içinde ciddi bir hastalığa yakalanınca geri dönmek zorunda kaldı. Yine de en az 10 bin hacı adayı ile yoluna devam etti. Her birine taşıyabildiği kadar altın verilmişti. Bunlar ilk konaklama yerleri Kahire’de, daha çok da Hicaz’da sadaka olarak dağıtılacaktı. Önce dönemin Memlük Sultanı ile görüştü. Beraberindeki bu kıymetli madenin bir kısmını Mısır’da dağıttı.

 

Hicaz’da beraberinde getirdiği altınların tamamını dağıttı ve hac ibadetini tamamladı. Buradan ilmiyle amil alimler ve görüp geçtiği yerlerdeki mimari eserlerin benzerlerini ülkesinde inşa edecek mimarlar ile anlaşıp beraberinde götürmek üzere yola çıktı. Mısır’a geldiğinde Memlükler’den de Türk askerleri alıp onlarla ordularını eğitmek istedi. Ne var ki, neredeyse yanındaki tüm altınları tasadduk etmişti. Geri ödeme kaydıyla Mısırlı tanıdıklarından borç aldı ve ülkesine döner dönmez bunu geri yolladı. Kankan Musa, ülkesinin sınırları içinde Cuma günleri ulaştığı her yerleşim yerine bir cami inşa ettirdi. Yanındaki mimar Endülüs asıllı olduğu için bugün Sahraaltı Afrika Camii mimarisinin özelliklerini yansıtan tüm yapıların varlığı o döneme dayanıyor. 

 

1375 yılında Palma şehrinden Abraham Cresques isimli bir Yahudi haritacı tarafından çizilen ve ‘Katalan Haritası’ olarak da bilinen meşhur haritada, elinde altın tutan sultan resmindeki kişinin Kankan Musa olduğu belirtiliyor. 1538’de vefat eden ve Mali Sultanlığı yerine kurulan Songay Sultanlığı’nın dirayetli hakiminin de kendisinden iki asır önce hacca giden Malili’nin en az 5 katı kadar Hicaz’da sadaka dağıttığı rivayet edilir. Bunun idare ettiği devletin sınırları da bugünkü Batı Afrika’nın devasa coğrafyasını içine alıyordu.

 

MEMLÜK HAZİNELERİ

 

Osmanlı Devleti; dönemin şartları gereği Asya, Avrupa ve özellikle Ortadoğu bölgesinde kurduğu nüfuzunu 16. yüzyılın başında Afrika’nın kuzey ve doğu bölgelerine de yaymak zorunda kaldı. Zira Endülüs’ün son kalesi Gırnata da 1492’de İspanyolların eline geçince tüm Afrika sahilleri Papalığın teşvikiyle birer birer işgal ediliyordu. Önce Fas, ardından Cezayir ve Tunus ile Trablusgarp, 1510 yılında Hıristiyanların eline düştü. Mısır’da Memlükler ne Akdeniz’de İspanyollara, ne de Afrika’nın batısını dolaşıp Kızıldeniz’de dolaşan Portekiz donanmalarına karşı koyabilecek durumda değildi. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’da ve Libya’da başlattığı mücadele, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Cezayir ve Tunus’ta devam etti. Özellikle İkinci Selim’in 1574 yılında Tunus Savaşı’nı kazanmasıyla tüm güç Osmanlılar’dan tarafa geçti. Burada önemli konu, özellikle Yavuz Sultan Selim’in Mısır’da Memlük hazinesinde bulunan altınları İstanbul’a taşımasıydı. Osmanlı hazinesinin tüm asırları boyunca bu kadar büyük bir serveti olmamıştı. Bu yüzden de hazineye en çok kaynak koyan sultanın adı kapısına yazılırdı ve Sultan Selim’in ismi Osmanlı Devleti yıkılana kadar orada sabitlenmişti. Ünlü tarihçi merhum Halil İnalcık ile 1992 yılında Paris’te düzenlenen Kanuni Konferansı sırasında karşılaştığımda ‘Keşke Osmanlıların Afrika’dan temin ettikleri altınlar konusunda bir araştırma yapabilsen’ tavsiyesi ile karşılaşmıştım.

 

AVRUPALILARIN İHTİRASI

 

Afrika; 21. yüzyıla büyük dönüşümler ve gelişmelerle girdi. Ancak üzerinde durulan çok sayıda konu yanında aslında en az yazılıp-çizileni, kıtanın altın madenleri ve bunların nasıl işlenip uluslararası pazarlarda müşterilerine ulaştırıldığı. Sömürgecilik öncesinde kıta hakkındaki bilgilerin çoğu anlatıma dayanıyordu. Öyle ki, Fransız askerleri 1890’larda Senegal’i aşıp Mali topraklarına girdiklerinde yerel sultanların saraylarında onlarca ton altın bulmak için ilerlediler. Nasıl ki, Kristof Kolomb 1490’larda gerçekleştirdiği 5 Amerika seferinde elde etmeyi umduğu altınlarla Kudus’ü Türklerden almayı kafasına koymuştu. Tarih yine tekrar etti ve tüm Afrika yerel yönetimlerinin hazineleri birer birer ele geçirilip Avrupa’ya taşındı. Aşırı ihtiras, Avrupalı sömürgeciler arasında büyük savaşlara neden oldu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında büyük bir iştahla parçaladıkları Afrika gibi kendileri de onlarca ülkeye parçalandılar. Yaşanan tüm felaketlerden ders çıkarmak yerine bu kıtaya daha fazla abandılar. Çünkü 

Afrika tahminlerin de üzerinde çok zengindi ve bunu yerli insanlara terk etmek akıl kârı değildi.

 

KAYNAKLARIN CAZİBESİ

 

20. yüzyılın ortalarında henüz Avrupa sömürgeciliğinin devam ettiği günlerde Sovyetler Birliği ve hemen ardından Çin de Afrika’ya ilgi duymaya başladı. Tüm bölgelerde muhalif yapılar desteklendi ve bir anda kıtada Marksist, Leninist, Maocu hareketler şekillendirildi. 1950-1990’lı yıllar arasında kıtada bağımsızlıklar elde edilse de adına askeri darbe denen bir sürü süreç ve ciddi iç savaşlar yaşandı. Aslında tüm bunların tek amacı vardı, yeni inşa edilecek devletlerin hiçbir zaman kuvvetlenmemesi idi. Çünkü her bir güçlü Afrika ülkesi, maddi ve manevi kendi değerlerine sahip çıkacaktı. Sovyetler Birliği, 1991 yılı aralık ayında çökene kadar bunu bir şekilde uyguladı. Birçok Afrikalı devlet adamı, hemen kalkınma ve ülkesini geliştirmeye koyuldu. Çünkü tüm yazılanların aksine Afrika kıtasından götürülenler yanında henüz el değmemiş kaynakları tahminlerin çok üzerindeydi. 

 

YATIRIMCILARI CAYDIRMA HAREKETLERİ

 

Afrika’nın 20. yüzyılının ikinci yarısını aşırı sol terör örgütleri ile meşgul ettirenler,  21. yüzyılda ise daha başka bir yol denedi ve her tarafta Müslümanlıkla ilişkilendirilen terör örgütleri devreye sokuldu. Bunlarla da Afrika ülkelerinin gelişmeleri ve kalkınmaları engelleniyordu. Çünkü kıtada başta altın madenleri olmak üzere birçok yeni maden keşfediliyor, petrol yatakları ve doğalgaz kaynakları birer birer devreye sokuluyordu. Güvenliğin tehlikede olduğu yerde özellikle yabancı yatırımcılar çok çekingen davranıyorlardı.

 

ÜLKE HAZİNELERİNİN GÜVEN YASTIĞI

 

Altın konusunda Afrikalılar mutlaka bir gün en doğru tercihlerini uygulayacaklar. Şimdilik en fazla altın üreten herhangi bir ülke, bunun neredeyse tamamına yakınını onu çıkaran şirketler vasıtasıyla uluslararası pazarlara satıyor. Herhangi bir devletin hazinesinde tuttuğu altın miktarı, bulundurabileceğinin çok altındadır. 2022 yılı itibarıyla Cezayir, 174 ton altınla kıtada hazinesinde en fazla miktara sahip. Bunu 124 tonla Güney Afrika Cumhuriyeti, 117 tonla Libya takip ediyor. Kendi hazinesinde bu kaynağını tutan ülkelerin adeta kaza anında imdadına yetişen güvenlik yastığı gibi krizleri daha rahat atlatabiliyorlar. 

 

MERKEZ REZERVLERİ

 

2021 yılı itibarıyla dünyanın farklı ülkelerindeki Merkez Bankalarında toplam 35 bin ton altın rezervi olduğu tahmin ediliyor. 54 ülkeli Afrika, altının en fazla üretildiği kıta olsa da tamamında sadece 573 ton rezerv tutuluyor. Bunun da neredeyse 300 tonluk kısmı sadece 3 ülkede… Diğerleri ise Mısır 81 ton, Fas 22 ton, Nijerya 21 ton, Moritanya 12 ton, en büyük üretici konumundaki Gana’da sadece 9 ton, Tunus’ta 7 ton ve Mozambik’te 4 ton altın rezerv olarak tutuluyor. 

 

ÜRETİM DE VAR

 

Afrika ülkelerinde altının üretimi seneden seneye değişiyor. Fildişi Sahili 2015 yılından itibaren ciddi miktarlarda altın üretimi yapıyor. 2021 yılı itibarıyla bir yılda 42 ton altın üretildi. Bir yıl önce 39 tona yakındı. Bütün bu hızlı artışlarda devletlerin maden kanunlarını yenilemeleri ve yöneticilerin gerekli her türlü güvenliği sağlamaları etkili oluyor.  

07 Şubat 2023 Salı

OSMAN ARIOĞLU



 

Geçtiğimiz hafta 2025-27 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program açıklandı. Programda enflasyon ve büyüme rakamlarında revizeler yapıldığını gördük. Geçen hafta sonu kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu B+’dan BB-‘ye çıkardı. 

 

Görünümü ise pozitiften durağana çevirdi.

 

FİTCH KREDİ NOTU

 

Öncelikle kredi notundan bahsedelim. Bu not artırımından sonra Türkiye’nin kredi notu Güney Afrika ile aynı seviyeye geldi. 

 

Önümüzdeki dönemde risk priminde de biraz daha iyileşme görebiliriz. Not artırımı zaten bekleniyordu. Kritik konu, görünümün durağana çevrilmesidir. Bir sonraki açıklamada kredi not artırımının biraz zora girmesi gibi görünse de kesin olarak böyle olur demek değildir. 

 

ENFLASYON VE BÜYÜME RAKAMLARINDA REVİZE

 

OVP ile 2024 yılı enflasyon hedefi yüzde 33’ten yüzde 41.5’e revize edildi. Aslında Merkez Bankası daha önce 2024 yılı enflasyon hedefini yüzde 38’e revize etmiş ve daha sonraki birkaç toplantısında da yüzde 38’de sabit tutmuştu. Merkez Bankası açıklamasında da 38-42 aralığında bir banttan bahsedildiğini dikkate alırsak yeni hedefin Merkez Bankası açıklamalarındaki üst bant civarı olduğunu ve tutturulabilir görüldüğünü belirtelim. 

 

Büyüme beklentisinde değişiklik yapılarak 2024 yılı büyüme hedefi yüzde 3.5, 2025 yılı hedefi de yüzde 4 olarak revize edildi. Orta Vadeli Program açıklaması sırasında konuyla ilgili tüm bakanlar masanın etrafında olduğu halde sadece ana başlıkların belirtilmiş olması, içerikle ilgili detaya girilmemesi, kamuoyu nezdinde bir hayli eleştiriye neden oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, OVP açıklaması sırasında konuya ilişkin detayların 25 Ekim’de açıklanacak 2025 yılı programında olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün unsurları ile yetki ve sorumluluğunun Cumhurbaşkanı makamına ait olması, bakanların programın yürütülmesinde yardımcı rol alan aktörler olarak değerlendirilmesi nedeniyle detaylandırmanın Cumhurbaşkanlığı Hükümeti yıllık programı ile olması doğal karşılanabilir. 

 

OVP’de 2025 yılı büyüme hedefinin yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olarak açıklanması ile enflasyonla mücadele programında bir gevşemeye gidileceği yönünde değerlendirmeler ekonomideki yavaşlamanın 2025 yılı ilk yarısında da devam edeceği beklentisi ile uyumlu. Daralmanın 2025 yılının bütününe yayılması ise başka sorunları da beraberinde getirebilir. Genel olarak hükümetlerin en tedirgin olduğu konu, ekonomik büyümenin ciddi şekilde yavaşlaması veya durgunluk içerisine girilmesidir. Bu hem işsizliğin artması hem de ülke kalkınmasının ve dolayısıyla da kişi başı milli gelirin düşmesine neden olabileceğinden hassasiyet gösterilmesi doğaldır. Türkiye’de 2002- 2008 yılları arasında yine bir enflasyonla mücadele programı uygulandı. 2001 yılı ekonomik krizi sonrası negatif büyüyen ülkede güven, kararlılık ve istikrarla enflasyonda ciddi bir iyileşme ile birlikte büyüme oranlarında da makul bir seviye izlenebilir olmuştu. 

 

PROGRAMDA KARARLILIK 

 

Enflasyonla mücadele programında en kritik konu, beklentilerin doğru yönetilmesi ve toplumun genelinde uygulanan enflasyonla mücadele programına inancın devam ediyor olmasıdır. Enflasyon katılaşmadan bu yılın ikinci yarısı ve 2025’in ilk yarısı biraz daha acı çekilecek dönem olarak kalması koşuluyla sonrasının daha yumuşak bir şekilde devam ettirilmesi mümkün olabilir. Geçen 5-6 yıllık dönemde uygulanan programlar kişiler ile doğrudan bağlantılı hale geldi ve birbiriyle zıt uygulamalar yapıldı. Uygulanan programda da esas tedirgin eden bu noktadır. Bu program, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile endeksli görülüyor. Hazine ve Maliye Bakanı konusunda yapılan spekülasyonların programda ne denli hasara yol açabileceği birkaç hafta önceki asılsız dedikodular ile teyit edildi. Bu dedikoduları gidermek için Sayın Şimşek sosyal medya hesabından iki defa istifa ettiği yönündeki tevatürleri yalanlamak durumunda kaldı. 

 

Yüksek enflasyon, toplumu her yönüyle bozucu etkilere neden olur. Şu anda en kritik konu, henüz katılaşmamış olan enflasyonu indirmedeki kararlılığın korunmasıdır. Beklenti yönetimi doğru yapılabildiği ölçüde enflasyon ve büyüme hedefleri yakınsanabilir. Yapısal reformların realize edilmesinde de anlayışın değiştiğine yönelik kanaat omurgayı oluşturur. En az iki yıl daha seçim olmaması halen en büyük avantaj durumundadır.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon reyting büyüme Fitch kredi

PROF. DR. NURULLAH GÜR



Türkiye’de enflasyon, yıllık bazda tek haneli rakamları en son Ekim 2019’da görmüştü. Salgın döneminde yüzde 10-20 bandında dolanan enflasyon oranı, Aralık 2021’den itibaren başka bir safhaya geçti. O tarihten bu yana ortalama enflasyon yüzde 57.5 seviyesinde gerçekleşti. Beklediğimiz dezenflasyon süreci, Haziran 2024 itibariyle nihayet başladı. Yıllık enflasyon, son üç ayda yüzde 75.45’ten yüzde 51.97’ye geriledi. Bu gerilemeye neden olan temel unsurları şöyle özetleyebiliriz:

 

* Geçen yılın yaz döneminde çok yüksek seviyelerde gerçekleşen aylık enflasyon rakamlarının Haziran-Ağustos 2024 döneminde devreden çıkması neticesinde baz etkisi oluştu. Bu matematiksel durum, yıllık enflasyonu otomatik olarak aşağıya çekti.  

 

* Sıkı para politikası ve ekonomi politikalarındaki artan öngörülebilirliğin bir sonucu olarak döviz kurları, daha istikrarlı bir aralıkta seyretmeye başladı. Hatta TL reel bazda değerlendi. Bu gelişme, ithalat fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisini sınırladı. 

 

* Sıkı para politikası, iç talebi yavaşlattı. 

 

n Küresel emtia fiyatlarının stabil bir seyir izlemesi ve asgari ücrete ara dönemde zam yapılmaması, reel sektör için maliyetleri hafifletti. Böylece, bazı şirketlerin fiyat artışlarında aşırıya kaçmaya yönelebilmeleri için gerekçeleri azalmış oldu. 

 

TAHMİNLER GÜNCELLENDİ

 

Enflasyonda düşüş trendi başlamış olmasına rağmen Merkez Bankası’nın yüzde 38’lik yıl sonu hedefinin tutması mümkün gözükmüyor. Zaten geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Program’daki (OVP) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 41.5 olarak güncellendi. Önceki OVP’de 2024 yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 33 idi. Durum böyle olunca akıllara kritik bir soru geliyor: 

 

Neden enflasyon tahminleri tutmadı? Bu sorunun birkaç cevabı var: 

 

* Enflasyonu kontrol altına almak için para politikası sıkılaştırıldı. Bu gerekliydi. Ama para politikasını destekleyecek yapısal politikalar yeterince kapsamlı ve hızlı biçimde devreye giremedi. Önceki yazılarımda da altını çizdiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadelenin ön koşulu olmakla birlikte yeterli koşulu değildir. 

 

* Para politikasının iletişim ayağı zayıf kaldı. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri yeterince iyi yönetilemedi. Bu durum, fiyatlama davranışları ve tüketim eğilimlerinin normalleşmesini geciktirdi. 

 

* Fiyatı kamu tarafından yönetilen ve yönlendirilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat ayarlamaları dezenflasyon sürecini yeterince desteklemedi.  

 

ÇÖZÜM NEREDE?

 

Peki, bundan sonra ne yapmalıyız? Para politikasının etki alanına girmeyen ama enflasyonu ilgilendiren alanlara dair diğer ekonomi politikalarını daha etkin çalıştırmamız lazım. Ekonominin planlama, üretim, teşvik, dağıtım ve aracılık faaliyetlerini ilgilendiren sorunlarına dair kalıcı çözümler üretmeliyiz. Enflasyonla mücadelenin her boyutunu vatandaşa ve şirketlere daha fazla dokunarak anlatmalıyız. Maliye politikalarını hem enflasyonla mücadeleyi destekleyecek hem de enflasyonla mücadelenin maliyetinin toplumda daha adil biçimde paylaşılmasını sağlayacak şekilde çalıştırmalıyız. 

 

Bunları yapmakta yetersiz kaldığımız durumda, sıkı para politikası daha uzun süre devrede kalabilir. Yani yüksek faiz, ekonomiyi gereğinden uzun süre yorabilir. Bu durum, reel sektörün üretim kapasitesine, yatırım iştahına ve rekabet gücüne zarar verir; sabit gelirli vatandaşların yaşam koşulları daha da zorlaşır. İşte bu yüzden enflasyonla mücadeleyi çok boyutlu bir strateji ve politika setiyle yürütmemiz gerekiyor. 

18 Eylül 2024 Çarşamba

Etiketler : enflasyon