Prof. Dr. Nurullah GÜR

Prof. Dr. Nurullah GÜR

Diğer Yazıları

Doç. Dr. Nurullah Gür

Salgın, çalışma hayatını sil baştan şekillendirmese de bazı değişimleri tetikledi. Uzaktan çalışma, bu değişimlerin başında yer alıyor. Bilişim teknolojilerindeki hızla gelişmelerin yardımıyla uzaktan çalışma modellerini salgından önce de kullananlar vardı.

Ama bu kadar kısa bir zamanda neredeyse bütün beyaz yakalıların az ya da çok uzaktan çalışmayı deneyimleyebileceklerini herhalde kimse tahmin etmemiştir. Salgından sonra eğilim azalacak olsa da bazı şirketlerin ve çalışanların uzaktan çalışmayı belli oranlarda sürdürmek istemeleri sürpriz olmayacak. Zira, uzaktan çalışma bazı açılardan önemli avantajlar sunuyor. Stanford Üniversitesi’nden Nick Bloom ve Harvard Üniversitesi’nden Raj Choudhury gibi akademisyenlerin yaptığı çalışmalar, uzaktan çalışmanın üretkenliği artırdığını gösteriyor. Bu yöntem, şirketlere ülkenin ve dünyanın her köşesinden yetenekli insanları kendine çekebilme esnekliği sağlıyor. Yüksek binalardaki pahalı ofislerin pabucunu dama atmasa da uzaktan çalışmanın şirketlerin ofis maliyetlerini azaltan bir yöntem olduğu kesin.
İş-yaşam dengesini ikincisi lehine kurgulamak isteyen çalışanlar için cazip bir yöntem. Özellikle de kadın ve genç çalışanlar için.

RİSKLERİ NELER?

Uzaktan çalışmanın tabii ki eksileri ve riskleri de var. Uzaktan çalışmanın doğurabileceği veri güvenliği sıkıntıları şirketlerin başını ağrıtabilir. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin çalışanların performanslarını uzaktan takip etmek kolay olmayabilir. Özellikle yükseltme gibi kritik ve hassas kararların doğru bir şekilde alınması zorlaşabilir. İş ortamından uzaklaşmak insanı sosyalleşme açısından zayıflatabilir.
Uzaktan çalışma, şu halde bile yüz yüze iletişim kurmada zorlanan yeni nesiller için daha büyük psikolojik sorunlara yol açabilir. Beyin fırtınaları ve takım çalışmaları gibi aktiviteler, yeni fikirlerin ortaya çıkması ve şirketlerin zayıf yönlerini güçlendirmeleri için oldukça önemli. Diyebilirsiniz ki teknoloji, yüz yüze gelmeden de insanların bu sinerjiyi oluşturmalarını sağlayabilir. Yine de araya soğuk bir bilgisayar monitörünün veya cep telefonu ekranının girmesinin aynı etkiyi yaratamayacağını düşünüyorum. Örneğin, uzaktan eğitimde ne kadar uğraşsanız ve farklı yöntemler uygulasanız da çoğu zaman sınıf ortamındaki interaktifliği yakalayamıyorsunuz.

BEYİN GÖÇÜ

Yukarıda şirketler için bir artı olarak bahsettiğim işe alımlardaki coğrafi esneklik meselesi, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için büyük problemlere neden olabilir. Başka bir ülkeye taşınmadan sanal ortamda çokuluslu şirketler için çalışma olanağı, yetenekli gençlere oldukça cazip gelebilir. Gelişmiş ülkelerdeki şirketler kendi ülkelerinde çok daha pahalıya çalıştırabilecekleri yetenekleri görece düşük özlük haklarıyla çalıştırma imkanı bulabilirler. Günün sonunda gelişmekte olan ülkeler, kendi gençlerini ikametgah anlamında kaybetmeseler de yetenek noktasında avuçlarından kaçırabilirler. Bu da bir nevi beyin göçü. Bu süreç, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki makasın kapanmasının zorlaşmasına ve gelir dağılımının küresel ölçekte bozulmasına yol açabilir.

Yeni şeyler genelde insanı korkutur. Bu tip değişimlerin mutlak anlamda iyi ya da kötü olarak etiketlenmesini doğru bulmuyorum. Önemli olan, avantajları daha fazla ön plana çıkarırken, riskleri mümkün olduğunca kontrol altında tutabilecek yöntemleri bulup hayata geçirebilmek. Bunun için hükümetlerin eğitim, teknoloji ve istihdam politikalarında doğru bileşimi uygulamaları, yerli şirketlerin ise küresel değişimlere kendilerini düzgün biçimde adapte edebilecek yönetim yeniliklerini bulmaları gerekiyor.

25 Aralık 2020 Cuma