Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

Hüseyin Öztürk

İstanbul denilince gözleri parlamayan insan yok gibidir. Rüyaların, hayallerin, gerçeklerin şehridir.
Ve bir gün mutlaka görülmesi ve yaşanması gereken bir şehirdir.
Bu yüzden İstanbul tüm dünya insanlığının görmek, bilmek, tanımak ve soluklanmak istediği yerküre cenneti olduğu gibi vatanımızın, bayrağımızın, devletimizin, milletimizin göz bebeğidir.
Necip Fazıl İstanbul’a seslenirken “Canım İstanbul” diyerek; duygularını, düşüncelerini, özlemlerini dile getirir.
İstanbul’u anlatmayan şair, romancı, hikâyeci, seyyah, ressam, film ve belgeselci yoktur. Her sanat dalının merkezinde mutlaka İstanbul vardır.
İstanbul’un fethinin konuşulduğu günlerdeyiz. Biz de söze “Canım İstanbul” şiiriyle yol verelim istedik. Şiirin ilk iki mısraı ile Fatih Sultan Mehmet’in kastedildiği söylenir. Fatih Sultan Mehmet de fethe bu inanç ve samimiyetle başlamıştır.

Canım İstanbul
“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul, İstanbul...”

***

Bir İstanbul aşığı olan Necip Fazıl’ın “Canım İstanbul” şiiri elbet bu kadar değildir. Daha uzundur, biz bu kadarıyla iktifa edip, şiiri son mısralarıyla bitirelim:
“Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,İstanbul, İstanbul...”

***

İstanbul’un fetih müjdesini belirten hadis-i şerifi bilmeyenimiz yoktur. Bütün bir dünyadan İstanbul’a çevrilen gözlerin sebeplerinden biri de bu hadis-i şerifin müjdesiyle fethedilmiş olmasıdır.
Bizim medeniyetimizin temeli “önce barıştır”. İşte İstanbul’un fetih hareketi de bir barış teklifiyle başlar. Savaşmadan şehrin teslimi istenir.
Fatih Sultan Mehmet, 6 Nisan 1453’te İstanbul surlarının önüne gelir ve muhasaraya başlamadan önce Veziri Mahmut Paşa’yı, İmparator Konstantin’e elçi olarak göndererek şehrin teslimini ister.
İmparator sulh-barış teklifine olumlu karşılık vermez, hatta alay eder ve böyle bir teklifi düşünmenin dahi imkânsız olduğunu söyler.
Fatih görevini yapmış, barış yolunu seçmişse de İmparator bu seçeneğin yolunu kapatır. Hal böyle olunca fetih kaçınılmaz olur.
11 Nisan’da başlayan hareket, 29 Mayıs 1453 günü sona erer. Fatih, aynı gün öğle vakti, Akşemseddin Hz’leri başta olmak üzere tüm maiyetiyle Ayasofya’nın önüne gelir.
Ayasofya’da önünde atından iner ve o büyük mabedi gezerken mabedin iç ve dış bakımsızlığına üzülerek, “Kayserlerin sarayında baykuşlar ve örümcekler yuva yapmış” deyip, derhal içinin ve dışının temizlenmesini emrederek cami olarak hizmet vermesini söyler.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bizim medeniyetimiz “insan merkezli bir medeniyettir”. Fethin daha ikinci gününde özellikle ticaret erbaplarına ferman yayınlanır.
Şehirde bulunan Rumlara, Cenevizlilere ve diğer inançlara mensup kimselere; dinlerinde, ticaretlerinde, adetlerinde hür ve serbest oldukları belirtilir. Bir taraftan da şehrin imarı için harekete geçilmesi sağlanır.
Ayrıca İstanbul’a Türk nüfusunun da getirilmesi elzemdir. Bunun için de harekete geçilir ve özellikle ticaretle uğraşanlarla, çeşitli meslek sahiplerinin ikameti istenir.
Balkanlar/Üsküp ve Anadolu’nun hemen her yerinden kafileler halinde aileler getirilerek geldikleri yerlerin isimleriyle mahallelere yerleştirilirler.
Bu sebeple, “İstanbul Anadolu’dur, Balkanlar’dır” sözü buradan gelir. Şimdi ise artık İstanbul dünyadır.

05 Haziran 2020 Cuma