Hakan  GÜLDAĞ

Hakan GÜLDAĞ

Diğer Yazıları

Hakan Güldağ

Teknopark İstanbul’un ikinci etap açılışı yapıldı. Törende konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’nin geleceği teknoloji ve inovasyondadır” dedi. Bu sözler, Türkiye’nin kalkınması ile ilgili gerçekliğinin kelimenin tam anlamıyla somut ifadesini oluşturuyor. Bu çerçevede memleketin ana reform gündemi belli: Türkiye’nin kalkınmasının önündeki bugün var olan kısıtlarının hızla ortadan kaldırılması gerekiyor.

Bu da ancak ülkemizin Ar-Ge, inovasyon ve teknoloji altyapısının geliştirilmesi ile mümkün. Bu altyapının geliştirilmesi de hiç kuşkusuz bilimsel araştırma ve geliştirme ekosisteminin yaratılması ve kapasitesinin artırılmasıyla boyut kazanacak.

Her şey gözümüzün önünde olup bitiyor! Küresel işbölümü teknolojideki gelişmelerle yeniden şekilleniyor. ABD ile Çin arasındaki teknolojik üstünlüğü ele geçirme yarışına pek çok kez değindik. Beşinci nesil iletişim teknolojilerinin (5G) temelini oluşturacağı 4. Sanayi Devrimi ile yeniden şekillenecek küresel işbölümünde ülkemizin de hak ettiği yeri almasının yolu, bu yeni döneme hazırlıklı olmaktan geçiyor.

***

Bu amaca yönelik atılacak ilk adım, ülkemizin teknoloji, inovasyon ve Ar-Ge alanlarındaki mevcut durumunun doğru biçimde analiz edilmesi olacak. Kısıtlarımızla birlikte fırsat eşiklerimizin doğru şekilde belirlenmesi kritik önemde olacak. Keza, odak olarak alabileceğimiz rekabetçi önceliklerimizin ‘doğru’ belirlenmesi de öyle...

Sonrasında iş dünyayı iyi okumak ve o okuma sonrasında iyi uygulama önemli.
Hem okuma hem de uygulama sürecinde dikkate alınması, hatta özellikle vurgulanması gereken bir nokta var: Devletin rolü!

Çeşitli ülke örneklerinden de anlaşılabileceği gibi Türkiye gibi gelişen ekonomiler bakımından bilimsel ve teknolojik altyapı kapasitesinin oluşturulması ve geliştirilmesinde, kamunun destekleyici, yönlendirici, düzenleyici ve denetleyici misyonu birinci derecede belirleyici rol oynuyor.

Türkiye’nin eskiden olduğu gibi bölgesel teşviklerle ya da sektör seçerek değil, hemen bütün sektörlerini teknoloji ile buluşturarak, elindeki imkan setini yeni dönemin yeni koşullarına uyarlayabilmesi tabii ki bir süreç meselesi ama öyle çok da zamana yayılacak bir konu değil. Bu konuda elimizi çabuk tutmamız ve de devletin ‘aktif rol’ üstlenmesi gerekiyor. Başarı ise kamu ile özel sektörün birlikte oluşturacakları vizyon odağının doğru şekilde tespiti, uygun mekanizmalarla desteklenmesi ve sürdürülebilirliğin sağlanması ile doğru orantılı olarak gelecek.

***

Bu yönde bugüne kadar pek çok çaba harcandı. Ama yenilerine de ihtiyaç var. Peki bu aşamada neler yapılabilir? Ne yapılırsa Türkiye’ye teknoloji ve inovasyon konusunda bir sıçrama sağlanabilir?

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de 83 teknopark var. Teknopark bulunan şehir sayısı ise 55. Ar-Ge merkezlerinin sayısı 1.200’e yaklaştı. Özel şirketlerde araştırma ve geliştirme maliyeti artış eğilimine girdi. Teknoloji alanında startup olarak adlandırılan çok sayıda yeni şirket genç girişimciler tarafından kuruluyor.

İstanbul Ticaret Odası da Bilgiyi Ticarileştirme Merkezi ile bu sürece önemli katkılar sunuyor. Araştırma-geliştirme ve inovasyon kararlılığının yurt sathına yayılması çok önemli ve sevindirici. Bugüne kadar verilen destekler güzel; bazı sonuçlara yol açtığını izliyoruz. Ar-Ge ve teknolojiye verilen destekler bir müddet sonra mutlaka daha olgun meyveler de verecek. Adeta Karadeniz’in ‘tulum’ çalgısı gibi... Nasıl tulumun içi hava doldukça, notalar istikrar kazanıyor, çok daha iyi melodiler ortaya çıkıyorsa, bu alana yapılan yatırımlar da belli bir eşikten sonra daha fazla görünür hale gelecek ve işlevsel olacak. Ancak öte yandan, kabul etmek gerekir ki, umulan teknolojik atılımı tam anlamıyla gerçekleştiremedik. İhracat içerisinde yüksek teknolojili ürünlerin oranı bir türlü yüzde 5’i aşamadı.

***

Neye öncelik verilim dersek, ilk yapılması gereken işlerden biri, bu alanda son derece yetkin bir merkezin kurulmasıdır. Mevcut teknoparklar ve Ar-Ge merkezleri çalışmasına devam ederken, geniş araştırma ve laboratuvar imkanlarına sahip tek bir merkezin, bir ‘mega teknoloji merkezi’nin kurulmasının faydalı olacağına inanıyorum.

Bugün, siyasi iradenin ‘geleceği teknoloji ve inovasyonda’ gördüğü ve bu yöne işaret ettiği bir ortamda, Türkiye ekonomisinin kalbi İstanbul’da bir ‘mega teknoloji merkezi’ kurulması, ekonomide gelişme heyecanı yaratır, yeni bir başarı öyküsünün temel taşı olur.

Kuruluşunda devletin aktif rol aldığı böyle bir merkez, ekonomiyi sıçratacak ve bir ‘upgrading’ sağlayacak bir teknoloji atılımına zemin hazırlar.

***

Tekerleği yeniden keşfetmeye gerek yok! Biliyoruz ki, benzer girişimler dış ülkelerde de denendi. Oluşturulan teknoloji, bilgi ve inovasyon kentleri bu ülkelerin dönüşümünde önemli mihenk taşları oldu ve olmaya da devam ediyor. Fransa’nın Antibes kentinde kurulan Sophia Antipolis’de binlerce bilim insanı ve teknik eleman hem araştırma hem üretim yapıyor. Hollanda’nın Eindhoven kenti yakınlarında kurulan Brainport, binlerce mühendis ve teknik elemanın araştırmalar yaptığı bir merkez olarak dikkati çekiyor. Beyin limanının üç büyük laboratuvarında araştırmacılar serbestçe deney yapabiliyor. Yeni oluşturulan ticarileştirme mühendisliği bölümüise yeniliklerin pazara sunulması konusunda yol gösteriyor.

1973’te temelleri atılan Güney Kore Daedeok Innopolis’de bugün 7 bini doktoralı 20 bin araştırmacı çalışıyor. Finlandiya’dan Çin’e, Hindistan’dan Brezilya’ya kadar her iddialı ülkede benzer kurum ve kuruluşlar da belirli bölge ve kentlerde faaliyet gösteriyor.

***

Doğrusu, Türkiye’de de son dönemde bu yönde bir iştah var. Önemli adımlar atılıyor. Türkiye’nin otomobilinin tanıtıldığı Bilişim Vadisi bunlardan biri. Türkiye’nin üretim yapısı ve ihtiyaçları göz önüne alındığında, bilişimi de içine alacak imkanlar seti geniş bir teknoloji merkezinin yapılacaklar listesinin ilk sırasında yer alması heyecanı tüm sektörlere yayacak.

Türkiye ekonomisinin ihtiyacı tam da bu. Sektörlerimizin teknolojik dönüşüm ihtiyacı kapıya çoktan gelip dayandı. Ama endişeye kapılmaya mahal yok. Çünkü çözümü var ve de aslına bakarsanız son derece de şanslıyız. Çünkü adını ne koyarsanız koyun, ister ‘akıllı üretim’, ister ‘Endüstri 4.0’, isterse bir başka şey... Sonuçta yeni sanayi devriminin ortaya çıkardığı yeni teknolojiler, bütün sektörlerimizi dönüştürebilecek kabiliyette teknolojiler... Türkiye, özel sektörünün dinamizmi ve girişimciliği, teknoloji ve inovasyonu Türkiye’nin geleceğinin odağına koyan bir yaklaşımla hareket eden devletin aktif katılımı ile bir araya geldiğinde bu zorlu görevin hızla üstesinden gelecek.

Belki daha sonraki yazılarımızda üzerinde daha fazla dururuz ama şunu da söylemeden geçmeyeyim: Türkiye’nin üretim zenginliği ve çeşitliliği ihtiyacımız olan teknoloji atılımı ve dönüşümünü kolaylaştıracak bir avantaj ve dolayısıyla bir fırsat barındırıyor.

***

Teknoloji düzeyinin sürekli yükselmesi sayesinde Güney Kore gibi kimi ülkeler son 40 yılın kalkınma yarışında Türkiye’ye tur bindirdi. Sanayi ve ticaretten elde edilen sermaye birikiminin önemli bir bölümü lüks konut inşaatına ve AVM yapımına aktı. Buraya takılıp kalmanın da anlamı yok. Şimdi Türkiye’de teknolojik yoğunluğu yükseltme görevi var ve bunu hem özel sektör hem devlet birlikte üstlenmek durumunda. Burada, ABD’deki ‘Silicon Valley’ ve diğer başarılı örnekleri taklit etmek yerine, insanımızın yapısını ve yaklaşımlarını da dikkate alarak, kendi koşullarımıza uygun bir mega teknoloji merkezi kurulması, yıllardır üzerinde konuşulan yapısal değişim yolunda çok önemli bir adım olabilir.

Çok açık ki, Türkiye’nin yeni bir büyüme stratejisine, ekonomide yeni bir gelişme heyecanı yaratacak yeni bir başarı öyküsüne ihtiyacı var. Bu ‘öykü’nün en önemli adayı ekonomiyi sıçratacak ve her düzeyde bir seviye yükseltmeyi sağlayacak bir teknoloji atılımı olarak görünüyor.

21 Şubat 2020 Cuma