Prof. Dr.  Kerem ALKİN

Prof. Dr. Kerem ALKİN

Diğer Yazıları

Küresel finans krizinin ilk fazı tamamlandığında, 2009’un sonbaharına geldiğimizde, dünyanın önde gelen iktisatçılarının büyük ölçüde mutabık kaldıkları toparlanma süreci, iktisat literatüründe ‘W’ olarak tanımlanan bir toparlanma süreci olarak öngörülmekteydi. Nitekim, 2009’un son çeyreğinden itibaren başta Türkiye olmak üzere, ülkeler küresel krizin ana etkisinden kurtulmaya ve toparlanmaya başladılar ve 2010’da ‘W’nin ilk ‘V’sinde tepe görülmüştü. Sonra 2011 ortalarından itibaren, diğer ‘V’nin aşağı doğru iniş kısmı başladı ve bunun da 2012 sonunda tamamlanarak, 2013’te tekrar yukarı doğru çıkışın başlayacağı umut ediliyordu. Ancak o toparlanma bir türlü gelmedi ve hem küresel büyüme hem de küresel ticaret ivme kaybetmeyi sürdürdü. Küresel büyüme yüzde 4’lerin üzerinden, yüzde 3’lerin altına gelirken, küresel ticaretteki ortalama büyüme de yüzde 7’lerden, negatif büyümeye ulaştı.

Türkiye tüm bu ‘küresel sıkışma’ tablosuna rağmen, 2014’te yüzde 2.9 büyüyerek, Çin ve Hindistan hariç yüzde 1.7 düzeyindeki tüm gelişmekte olan ekonomiler ortalamasının 1.2 puan üzerinde kalarak, küresel ölçekte büyüme başlığında ‘pozitif’ ayrıştığını gösterdi. 2015’te dünya ekonomisi için büyüme beklentisi yüzde 2.5 ve Orta ve Doğu Avrupa için yüzde 3, BDT ülkeleri için -2.7, Latin Amerika için -0.3 iken, Türkiye’nin 2015’i yüzde 3 beklenirken, yüzde 4’lük bir büyüme ile bitirmiş olma ihtimali, Dünya Bankası’nın bu nedenle Türkiye büyüme tahminini yüzde 3.2’den yüzde 4.2’ye yükseltmiş olması anlamlı. Ekonomi yönetimi 2016 için yüzde 4.5 büyümeden söz ederken, Latin Amerika için sadece yüzde 0.6 ve Rusya’nın da dahil Doğu Avrupa için yüzde 1.2 büyüme tahmini, Türkiye’nin büyüme hikayesi ile ‘küresel sıkışma’dan kendini sıyırabildiğini gösteriyor. IMF’in 2016 küresel büyüme ortalamasını yüzde 3.4’e çektiği bir ortamda, Türkiye uluslararası yatırımcılara, hâlâ bir ‘büyüme’ hikayesi olduğunu göstermeli. Çünkü, tırmandırılmaya çalışılan terör ve ‘algı operasyonları’na rağmen, Türkiye’nin hâlâ ‘satın alınabilecek’ bir ‘büyüme hikayesi var.

ÇÖZÜM PARA POLİTİKASINDA DEĞİL

19 Ocak Salı günü gerçekleşen TCMB Para Politikası Kurulu toplantısından, faiz koridoru üst bandını yukarı yükselten, alt bandı aşağı çeken bir adım bekliyordum. Bunun anlamı, Merkez Bankası’nın ‘para talep etmek için bana gelmeyin, paranızı da bana depolamayın’ olacaktı. Fonksiyonel olarak etkinliğini kaybetmiş olan, 1 haftalık repo faiz oranı tanımlı, para politikası temel faiz oranı ise TCMB’nin kararlığını göstermek adına 0.5 puan yükseltilebilirdi. Neticede, TL’nin değer kazanmasına da gerek yok. Ayrıca bu adımlar TL likiditesinin maliyeti üzerinde gözle görülür bir etkiye sebep olmayacaktı. Çünkü gözler artık TCMB’nin ne yapacağından çok, reel sektörün finansman maliyetlerinin yumuşatılmasına dönmüş durumda. Bu da hafta sonundaki yazımda da belirttiğim üzere, esas bir TCMB-BDDK çalışmasına, zorunlu karşılıklar ve kamu kesintilerine yönelik bir çalışmaya dayanıyor. Yoksa ABD Merkez Bankası’nın (FED) bu yıl ikiden fazla faiz artırmasının hayli zora girdiği ve FED yetkililerinin, vadesi gelen tahvilleri çevirerek, FED bilanço büyüklüğünü aynı düzeyde tutmaktan söz ettikleri bir ortamda, TCMB üst yönetimi ‘bekle-gör’ü tercih ediyor, gözüküyor.

EURO’YA DİKKAT

Yaklaşık, 2 yıldır Euro-dolar paritesinin 1.36 dolar düzeyinden, 1.05 dolar düzeyinin de altını test edebileceği bir sürece yönelik olarak, Türk iş dünyası için Euro cinsinden borçlanmanın taktiksel olarak doğru olduğu yönündeki görüş ve önerilerimi paylaştım. Bununla birlikte yılbaşından bu yana yaşanan hızlı gelişmeler ve küresel ticaretteki tıkanmaya bağlı olarak, önde gelen gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında ‘kirli kur savaşı’nın yeniden hız kazanması, ABD ekonomi yönetimi ve FED açısından önemli değerlendirmeleri de beraberinde getirmiş gözüküyor.Bu nedenle, Euro-dolar paritesini 1.12-1.08 dolar bandında tutacak bir süreçten, ABD taktiksel olarak, Euro-dolar paritesinin 1.12-1.16 dolar bandına doğru bir üst banda geçirileceği bir süreci değerlendiriyor olabilir. Uzmanlar, Euro-dolar paritesinin 1.15 dolar düzeyine yükselmesi riskine karşılık olarak, Euro’nun değer kazanmasını engellemek adına, Avrupa Merkez Bankası’nın ilkbaharda, keseceğini iddia ettiği parasal genişlemeye olanca coşkuyla devam etmeyi göze alabileceğinden bahsetmekteler.

26-27 OCAK İLK FED TOPLANTISINA DİKKAT

Kimi FED yetkililerinin ‘3, 4 hatta 5 kez faiz artırabiliriz’ gibi kışkırtıcı ifadelerine rağmen, ilk sinyal 13 Ocak Çarşamba günü ABD eski Hazine Bakanı Larry Summers’dan geldi ve Summers, küresel ekonominin 2016’da 4 kez FED faiz artışına dayanamayacağını ifade etti. Summers, Çin ekonomik modelinde dönüşümünü başarsa bile, risklerin devam edeceği yönünde görüş bildirdi.

19 Ocak Salı, eski FED Başkanı Bernanke, Hong Kong’daki Asya Finansal Forumu’nda gerçekleştirdiği konuşmasında, dolardaki potansiyel değer kazanımının çoğunun gerçekleşmiş olabileceğini ve küresel piyasaların ABD Doları’nda daha fazla değer artışı göremeyebileceğini vurguladı.Bu gelişmeler, ocak ayı sonundaki FED toplantısından çıkan mesajlar doğrultusunda, FED’in 2016’da iki kez daha faiz artırabilmesi için hayli dikkatli davranacağına işaret eder ise, Euro-dolar paritesinde yukarı doğru hareket ihtimali kuvvetlenebilir. Keza, geçtiğimiz hafta New York FED Başkanı Dudley’in, FED’in vadesi gelen ABD tahvillerinin tümü kadar yeni tahvil alacağını belirtmesi ve FED’in bilanço büyüklüğünü koruyacakları anlamına gelen sözleri de not alındı.

Bu durumda, Euro-dolar paritesinin 1.12-1.08 dolar bandını kırarak, önce 1.08-1.04 dolar, ardında da 1.04-1.00 dolar bandına geçeceğine dair beklentilerin gerçekleşmesi ve bu nedenle Türk iş dünyası için Euro cinsinden borçlanmanın en az 1.5 yıl daha cazip olabileceği yönündeki beklentileri acilen gözden geçirmek ve Euro-dolar paritesinde, ‘kirli kur savaşı’na bağlı olarak 2016 için ortalama 1.12 dolar seviyesinde bir parite değerini dikkate almamız gerekebilir. Bu nedenle, 26-27 Ocak ilk FED toplantısına aman dikkat edelim.

24 Ocak 2016 Pazar