Şirketler artık uzun ve kırılgan tedarik zincirleri yerine bölgesel ve güvenilir stratejilere yöneliyor. Türkiye ise stratejik konumu, savunma sanayisi ve güçlü üretim altyapısıyla bu yeni dönemin merkezlerinden biri olmaya aday. Yapay zeka ve enerjiye odaklanan politikalar, Türkiye’nin ticaretteki rolünü yeniden tanımlayacak.
Son 30 yılda dünya, sınırların kalktığı ve küresel tedarik zincirlerinin serbestçe işlediği bir ekonomik düzenle büyüdü. Ancak jeopolitik gerilimler, artan korumacılık ve değişen dinamikler, bu dönemin ‘altın çağı’nın sonunu getirdi.
‘Deglobalization’ olarak adlandırılan süreç, şirketleri yatırım, üretim ve insan kaynağı stratejilerini yeniden düşünmeye zorluyor. Küresel ekonomiyi önümüzdeki beş yılda şekillendirecek iki temel trendin üretken yapay zeka ve enerji olduğu vurgulanıyor.
Sıkı para politikaları ve artan sermaye maliyetleri, yabancı yatırımcı için kısa vadeli zorluklar yaratsa da Türkiye’nin dinamik nüfusu, üretim kapasitesi ve enerji avantajı uzun vadede merkez ülke olma yolunda cazibesini koruyor.
YENİ DÜZENİN MERKEZİNDE OLABİLİRİZ
Bölgeselleşme; ülkeler arasındaki entegrasyonun azalması, bölgesel işbirliklerinin ve stratejik üretim üslerinin öne çıkması demek. “Her yerde, her an” iş yapma modelinin yerini, artık daha kontrollü ve coğrafi olarak yakın üretim stratejileri alıyor.
Bu süreçte Türkiye; coğrafi konumu, genç nüfusu ve güçlü üretim kapasitesiyle dikkat çekiyor. Özellikle Çin’den kaydırılan tedarik zincirleri için cazip bir alternatif haline geliyor. Rekabetçi enerji fiyatları, yeterli işgücü ve lojistik avantajlar da Türkiye’nin potansiyelini güçlendiriyor.
Türkiye’nin avantajları yalnızca üretim ve lojistikle sınırlı değil. Dinamik yetenek havuzu, özellikle teknoloji, sağlık ve savunma gibi geleceğin sektörlerinde yatırımcıları cezbediyor. İstanbul’un çok kültürlü yapısı ve ticari ekosistemi de Türkiye’yi cazip hale getiriyor.
Uzmanlar, sıkı para politikaları ve Türk Lirası’nın değerlenmesinin kısa vadede maliyetleri artırdığını, ancak uzun vadede Türkiye’nin rekabetçi konumunu koruduğunu belirtiyor.
TİCARETTE YENİ DİNAMİKLER
Bölgeselleşme, küresel ticaretin kurallarını değiştiriyor. Şirketler artık uzun ve kırılgan tedarik zincirleri yerine yakın coğrafyalarda üretim üsleri kurmayı tercih ediyor. Bu, Türkiye gibi stratejik konumdaki ülkeler için büyük fırsatlar yaratıyor.
Uzmanlara göre Türk şirketleri, önce iç pazarda güçlenip ardından bölgesel pazarlara açılırsa, bu yeni dönemin en büyük kazananlarından biri olabilir. Güney Kore ve Hindistan’ın benzer stratejilerle başarılı olduğuna dikkat çekiliyor.
GELECEĞİN SEKTÖRLERİ VE TÜRKİYE
Önümüzdeki dönemde teknoloji, enerji, savunma, sağlık ve gıda sektörlerinin yatırım açısından öne çıkacağı öngörülüyor. Özellikle yapay zekanın dev enerji tüketimi, sürdürülebilir enerji kaynaklarını kritik hale getiriyor.
Türkiye’nin yenilenebilir enerji yatırımları ve rekabetçi enerji fiyatları bu alanda avantaj sağlayabilir.
Ayrıca, sağlık ve yaşam bilimleri sektöründe artan küresel talep, Türkiye’nin güçlü üretim altyapısıyla birleşerek yeni fırsatlar yaratıyor. Genç nüfus ve yetenekli işgücü, bu alanlarda Türkiye’nin cazibesini artıran en önemli unsurlar arasında gösteriliyor.
YENİ FIRSAT ALANLARI
Küresel ticaretteki bölgeselleşme sürecini değerlendiren Türkiye Enerji Stratejileri ve Politikaları Araştırma Merkezi (TESPAM) Başkanı Oğuzhan Akyener, tersine küreselleşme sürecinin aslında pandemi döneminde başladığını belirtti. Pandemiyle birlikte ülkelerin kendi çıkarlarına öncelik verdiğini söyleyen Akyener, “Bu süreçte lojistik zincirlerinde kırılmalar yaşandı ve maliyetler arttı. Bu da küreselleşmenin yön değiştirdiği yeni bir dönemi başlattı” dedi.
Akyener, özellikle ABD ve Çin arasındaki ekonomik rekabetin, bu yeni dönemi hızlandıran temel faktör olduğunu hatırlatarak, şunları söyledi: “Dünyadaki gerilimler arttıkça küresel ticaret savaşlarına ve stratejik kaynakların paylaşımına dayalı bir düzen oluştu. Türkiye bu süreçte hem üretim altyapısı hem diplomatik kabiliyetleriyle önemli bir denge unsuru haline geldi. Savunma sanayinde geldiğimiz seviye, nükleer enerji alanındaki atılımlar ve İstanbul’un finans merkezi olma potansiyeli, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak öne çıkmasını destekledi. Dolayısıyla ekonomik rekabetlerin karşısında yeni fırsatları değerlendirmeye de çok müsait bir alan oluştu.”
Akyener, Türkiye’nin sahip olduğu yumuşak güç kapasitesinin ve bölgesel arabuluculuk deneyiminin, küresel sistemde istikrar sağlayıcı bir rol oynamasını mümkün kıldığına da dikkat çekerek, şöyle devam etti: “Gazze, Ukrayna, Somali, Sudan ya da Hindistan-Pakistan hattındaki krizlerde Türkiye, barışı destekleyen aktif bir diplomasi yürütüyor. Bu diplomatik ağ, Türkiye’nin ekonomik cazibesini de artırıyor. Yabancı yatırımcı için Türkiye hâlâ düşük maliyetli, yüksek nitelikli işgücü ve güçlü üretim altyapısıyla cazip bir merkez. Ancak bazı hukuki ve finansal düzenlemelerin hızlandırılması, yatırım süreçlerinde belirsizliklerin giderilmesi şart. Körfez sermayesi açısından Türkiye hâlihazırda güvenilir bir ortak, ancak Batı ve Asya sermayesinin çekilmesi için de diplomatik denge büyük önem taşıyor.”
YAPAY ZEKAYLA YÖNETİM ZORUNLU
Akyener, yapay zekanın enerji alanında dönüşümü hızlandıran en kritik unsur olduğunu vurguladı. Elektrifikasyonun artışıyla birlikte enerji sistemlerinin daha karmaşık hale geldiğini, bu nedenle yapay zeka destekli yönetim sistemlerinin zorunlu hale geldiğini belirten Akyener, şunları söyledi: “Elektrikli araçların yaygınlaşması, dağıtık üretim sistemlerinin devreye girmesi ve yenilenebilir enerji kaynaklarının artışı, yapay zeka olmadan yönetilemez hale geliyor. Yapay zeka, arz-talep dengesinin sürdürülebilirliğini sağlayacak en önemli araç. Enerji verimliliğini artıran, depolama ve iletim süreçlerini dijitalleştiren sistemler Türkiye’nin rekabet avantajını güçlendirecek.”
TÜRKİYE JEOPOLİTİK OLARAK VAZGEÇİLMEZ
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Karakaş ise Türkiye’nin jeopolitik konumunun bölgeselleşme çağında belirleyici olacağını vurgulayarak, “Türkiye, coğrafi konumu itibarıyla küresel sistemde vazgeçilemeyecek bir ülke. Ne Avrupa Birliği ne de Asya bloğu Türkiye’yi dışlayamaz. Savunma sanayindeki gelişmeler de yalnızca askeri değil, sivil teknolojiler açısından da yeni kapılar açıyor” dedi. Karakaş, bu nedenle sektörel kredi mekanizmalarının yeniden yapılandırılması gerektiğini belirterek, stratejik alanlarda özel ve düşük maliyetli finansman modelleri oluşturulmasının yatırımları hızlandıracağını söyledi.
TEDARİK HIZI ÖNEMLİ
Geleceğin küresel rekabetinin üretimde verimlilikle ve tedarikteki lojistik planlama hızı ile ölçüleceğini söyleyen Karakaş, bunun da ancak yüksek teknoloji ve nitelikli insan kaynağı ile mümkün olabileceğine dikkat çekti. Türkiye’nin henüz yapay zekada geç kalmadığını belirten Karakaş, “Mikroçip üretiminde güçlü ülkelerle işbirliği yapılmalı; yapay zeka uygulamaları ve entegrasyonunda hızlı ilerlememiz mümkün, elverişli bir altyapımız var” dedi.
Eğitim sektörünün bu dönüşümde belirleyici olduğunu vurgulayan Karakaş, “İşgücü, yapay zeka temelli düşünme biçimine adapte olmalı. Üniversitelerde uygulamalı, iş odaklı bir eğitim sistemi geliştirilmeden teknolojik dönüşüm sürdürülebilir olamaz” diye konuştu.
ÜÇ EKSENDE DÖNÜŞÜM ŞART
Kocaeli Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özgür Bayram Soylu, “Deglobalization süreci, Türkiye’yi bölgesel bir üretim ve teknoloji merkezi yapma potansiyeline sahip bir döneme taşıyor” yorumunu yaparak, bu potansiyelin sürdürülebilir kalkınmaya dönüşebilmesi için üç temel stratejik eksen önerdi: Yeşil sanayi dönüşümü, dijital üretim altyapısının güçlendirilmesi ve güvenilir yatırım ortamı.
Soylu, Türkiye’nin Avrupa, Asya ve Orta Doğu arasındaki doğal lojistik köprü konumuna; enerji hatları, ulaşım ağları ve çeşitlenmiş sanayi yapısına dikkat çekerek, şunları söyledi: “Sanayi bölgelerinde yenilenebilir enerji kullanımını zorunlu kılan düzenlemeler, enerji verimliliği yatırımları, yeşil sertifikasyon sistemleri ve karbon ayak izinin dijital takibi artık bir tercih değil, zorunluluk. Aynı şekilde, KOBİ’lerin dijital dönüşümüne destek veren yapay zeka odaklı üretim rehberleri, Türkiye’yi yalnızca ucuz işgücüyle değil, teknoloji kalitesiyle rekabet eden bir ülke haline getirir. Türkiye, genç ve yeniden beceri kazandırılabilir işgücü, dijital üretim kapasitesiyle 21. yüzyılın temiz dijital dönüşümünün merkezinde yer alabilir.”