Dünyanın yeni risk primi ‘nüfus dinamikleri’

Son 30 yılda artan eğitim seviyesi, şehirleşme ve ekonomik krizlerin etkisiyle demografik yapı hızla değişti. Türkiye’de doğurganlık hızı düşerken, nüfusun kendini yenileme oranı alarm veriyor. Bu durum, sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliğini tehdit ediyor.

Giriş: 13.06.2025 - 10:16
Güncelleme: 13.06.2025 - 12:43
Dünyanın yeni risk primi ‘nüfus dinamikleri’

Son yıllarda hem dünyada hem de Türkiye’de genç nüfusun toplam nüfus içindeki payı giderek düşüyor. Bu düşüşün yanı sıra doğum oranlarındaki azalma, gerek istihdam gerekse toplumsal yapı açısından aile kurumunun geleceği açısından endişe edici boyuta ulaştı. Türkiye’de doğurganlık hızı, tarihinin en düşük oranına gerileyerek, 1.48’e kadar düştü. Bu oran, uluslararası kriterlere göre nüfusun kendini yenileme seviyesi olan 2.1'in altında seyrediyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla nüfus artış hızını desteklemek amacıyla 2026-2035 dönemi, 'Aile ve Nüfus 10 Yılı' ilan edildi. Aile yılı nedeniyle hükümet nüfus artışını desteklemek üzere birçok kararı uygulamaya koydu. 


SOSYAL GÜVENLİKTE DEVAMLILIK ESAS

Nüfus azalışıyla beraber endişe yaratan en önemli sorun ise Türkiye’nin hızla yaşlanan bir ülke haline gelmesi. TÜİK verilerine göre, 65 yaş üstü nüfusun toplam nüfusa oranı yüzde 10.2’ye ulaştı. Bu oranın 2100 yılına kadar ise nüfusun üçte birine ulaşması bekleniyor. 


Bu durumu istihdam ve ekonomi açısından değerlendiren Sosyal Güvenlik Kurumu Başmüfettişi İsa Karakaş, yaşlı nüfus artışının sağlık harcamalarını artırdığını belirterek, şu uyarıyı yaptı: “Ülke nüfusunun yaşlanmasına bağlı olarak sağlık harcamalarındaki artışın etkilerini azaltmak için sağlıklı yaşlanma ve koruyucu sağlık hizmetlerinin desteklenmesi hayati ehemmiyet arz ediyor. Bu nedenle sağlık harcamalarıyla ilgili risk faktörlerinin belirlenerek bir sağlık geri ödeme politikasının geliştirilmesi, sağlık harcamalarının kontrol altına alınması açısından değerlendirilmesi elzemdir.” 


SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN ANAHTARI GENÇ NÜFUS

Nüfusun yaşlanmasının en önemli etkilerinden birinin de sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi olduğuna dikkat çeken Karakaş, şunları ekledi: “Aktif-pasif oranı 2024 yılında 1.61’e kadar düştü. Sosyal güvenlik sistemimizin sürdürülebilirliği açısından bu tabloya ilaveten yaşlanan nüfus ve doğurganlık oranının düşmesiyle bir yandan emekli sayısı hızla artarken, diğer yandan sisteme girecek genç nüfusun azalmasına neden olacak. Hal böyle olunca emeklilik maaşları ve sağlık harcamalarıyla diğer sigorta harcamalarındaki artışlar katlanacak. Primli sisteme dayanan sosyal güvenlik sistemimizin sürdürülebilirliği ve artan harcamaların finanse edilmesi ise bu harcamaları karşılayacak genç nüfusun sayısına bağlı. Genç nüfusun azalması, sosyal güvenlik sistemine ödenen primlerin de gittikçe azalması demek. Bu bağlamda aktif-pasif oranı yıllar itibarıyla bozulabilir ve devletin genel bütçesine büyük yükler getirebilir.”


KAYGILAR DOĞURGANLIĞI AZALTIYOR

Son yıllarda dünya genelinde doğum oranlarında gözlenen düşüşün, yalnızca ekonomik ya da demografik bir kriz olarak ele alınmaması gerektiğini ifade eden Gaziantep Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Servisi’nden Ar. Gör. Dr. Fatih Kemal Sorkun ise kaygıların doğurganlık hızının azalmasına neden olduğunu söyledi. 


Sorkun, “Özellikle genç kuşaklar için çocuk sahibi olmak; ekonomik kaygılar, çevresel belirsizlikler ve yaşam doyumu gibi geniş bir yelpazede anlamlandırılan, karmaşık bir mesele haline geldi. Genç yetişkinlerin ebeveynliğe dair isteklerinin azaldığını gözlemliyoruz. Bu bireyler, çocuk sahibi olmanın getireceği yeni sorumlulukları üstlenmeyi zihinsel olarak göze almıyor” dedi. 


KARİYER-ÇOCUK İKİLEMİ

Kadınlar açısından bu durumun çok katmanlı olduğunu belirten Sorkun, kentli, eğitimli ve kariyer odaklı kadınlar için annelik fikrinin, zamanlama ve anlam ikilemi yarattığını ifade etti. 


ÜRETİM VE HİZMETLER KIRILGANLAŞACAK

İstanbul Ticaret Üniversitesi Uygulamalı Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Poyraz, genç nüfusun azalmasının ekonomi üzerinde ciddi etkileri olabileceğini kaydetti. Yaş ortalamasının yükselmesinin orta ve uzun vadede çalışan nüfusun azalması dolayısıyla üretim sürecinin zayıflaması anlamına geldiğine dikkat çeken Prof. Poyraz, şunları söyledi: “Bu durum emeklilerin gelirini direkt olarak etkileyeceği gibi toplumsal hizmetlerin finansmanını da sorun haline getirebilir. Zaten şehirleşmeyle birlikte ailenin yapısı doğal olarak küçülüyor. Yaşlı nüfusun daha fazla çoğalmasıyla birlikte kaçınılmaz olarak çalışan nüfusun daha uzun aktif hayatta kalması gerekecek. Emeklilik ve yaşlılara bakım giderek daha fazla öne çıkacak. Genç nüfusun azalması elbette ki toplumsal dinamikleri, yaratıcılıkları, değer birikimini zayıflatacak. Bu bakımdan genç nüfusun toplumdan beklentileri ve hayallerinin dikkate alınması hayati derecede önemli.”


YALNIZLIK DUYGUSU ZORLUYOR

Son yıllarda Türkiye’nin nüfus yapısının önemli bir dönüşüm sürecine girdiğini belirten Psk. Gülcan Aydoğmuş, “Artık daha çok kariyer odaklı yaşam tarzları ortaya çıktı. Tabii yalnız yaşamanın etkilerini her anlamda görebiliyoruz. Artık kalabalık aile ortamları yok denecek kadar az. Yerini 1+0 ve 1+1 evlerdeki butik hayatlara bıraktı. Oda sayıları gibi aile bireylerinin de azalmasıyla birçok psikolojik sorun ortaya çıkmaya başladı. Yalnızlaşan toplumda depresyon, anksiyete ve uyku bozuklukları gibi psikolojik sorunlar artabilir” dedi.    


ANNELER ‘AİLE YILI’YLA DESTEKLENİYOR 

Aile kurumunu iyileştirmek için önlemler alınıp adımlar atılmaya başlandı. Aile Yılı ile de bu adımlara yenileri eklendi: 

* Hukuki desteklemelerle kadınların hem zihinsel hem de duygusal olarak anne rolünü içselleştirmeleri ve bu süreci kaygıdan uzak bir şekilde deneyimlemeleri için güvenli bir alan oluşturulmaya çalışılıyor.


* Kadınların psikolojik olarak anne olmaya hazırlanabilmeleri için doğum öncesi ve sonrası izinleri genişletildi. Bu durum psikolojik olarak kadının hamilelik döneminde hem fiziksel olarak dinlenmesine hem de annelik kimliğine hazırlanmasına fırsat tanıdı. 


* Kadınlar, hamilelik sürecinde veya çocuk sahibi olduktan sonra işten çıkarılma endişesi taşıdıklarında bu hem anne adayının stres düzeyini artırıyor hem de bebeğin gelişimini olumsuz etkileyebiliyor. İş güvencesinin sağlanmasıyla da bu sorunların önüne geçilmeye başlandı. 


* Kurumsal kreş desteği ve emzirme saatleri gibi düzenlemelerle anneliğin daha kolay hale getirilmesine çalışılıyor. Alınan önlemlerin annelerin doğurganlık kararlarını olumlu etkilemesi hedefleniyor. 


TEK ÇOCUK SENDROMU KAPIDA 

Çin’de 1979’da uygulamaya konulan tek çocuk politikası, yalnızca nüfus dengesini değil, bir neslin psikososyal gelişimini de şekillendirdi. Arş. Gör. Dr. Fatih Kemal Sorkun, tek çocuk sendromunun yarattığı etkilere dikkat çekerek, şöyle konuştu: “Tek çocuk olarak büyüyen bireyler, ‘küçük imparator sendromu (little emperor syndrome)’ denilen bir fenomenin etkisi altına girdi. Tüm ailenin odağı haline gelen bu çocuklar, aşırı korumacı ve müdahaleci ebeveyn tutumlarıyla büyüdü; bağımsızlık, sosyal beceri, işbirliği gibi alanlarda yeterince deneyim geliştirilemedi. Araştırmalar, kardeşsiz bireylerde paylaşım ve çatışma çözme becerilerinin daha zayıf olduğunu gösteriyor.”