PROF. DR. KEREM ALKİN
1453’te İstanbul’un fethi, yeni bir çağın başlamasına sebep olmasının ötesinde, jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik yönleriyle kıtalar ve okyanuslar arası bir ‘ağırlık merkezi’ mücadelesinin de miladını oluşturuyor. Atlantik ile Asya-Pasifik arasında, bir sarkacın salınımına benzer bir şekilde 1820’den itibaren Atlantik’e doğru kaymış olan ‘ağırlık merkezi’nin, 2000’li yıllarla birlikte yeniden Asya-Pasifik’e doğru hareket ettiğini gözlemliyoruz. Türkiye ise bu kritik coğrafya arasındaki ‘eksen’ konumunun yanı sıra kıtalar arası insan, ürün ve bilgi, ulaşım ve lojistik koridorlarının tam merkezinde yer alması nedeniyle dünya ekonomisini ve siyasetini etkileyen her kritik başlıkta vazgeçilmez rolünü asırlardır korumayı ve geliştirmeyi sürdürüyor.
Bu tartışılmaz konum ve kendi coğrafyasındaki oyun kurucu role bağlı olarak, ‘hipersonik dijitalleşme’, ‘mobilite’ ve ‘sürdürülebilirlik’ olarak tanımlayabileceğimiz ‘megatrend’lerin tümüne yönelik olarak iddialı projeler yürütmekte olan Türkiye, aynı zamanda, ‘küresel iklim değişikliği’, ‘küresel virüs salgını’, ‘küresel siber tehditler’ ve ‘küresel ve bölgesel istikrara yönelik tehditler’ gibi küresel sistemin en öncelikli risk ve tehdit başlıklarına yönelik olarak da, sahada ve masada güçlü diplomasi becerisi ile ‘kapsayıcı’ ve ‘insani’ çözümleri hem bölgesel hem de küresel ölçekte dünya gündemine taşımayı sürdürüyor. Türkiye, önemli bir bölgesel ve küresel aktör olarak, şimdi, ‘küresel iklim’ başlığında da önemli inisiyatiflere imza atıyor.
KÜRESEL EMİSYONDAKİ PAYI YÜZDE 1
Bu noktada, dünya ekonomisinin bir numarası konumundaki ABD’nin dünya GSYH’sinde yüzde 24.4 payına karşılık, küresel karbon emisyonundaki payı yüzde 12.2 iken, dünya GSYH’sinde yüzde 15.4 pay ile 2. sırada yer alan Çin, tersine karbon emisyonundaki yüzde 26.9 payıyla 1. sırada yer alıyor. Hindistan’ın GSYH’deki payı yüzde 3.3 iken, emisyondaki payı yüzde 7.3. Bu nedenle, dünya GSYH’sinde yüzde 1.14 payı olan Türkiye’nin küresel emisyondaki payının yüzde 1 olması, üzerimize düşeni fazlasıyla yaptığımız anlamına geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vizyoner liderliğiyle şekillendirdiği 2053 perspektifi içerisinde önemli bir sac ayağı olarak yer alan ‘yeşil kalkınma devrimi’ ise Türkiye’nin 2053 yılında ‘net sıfır karbon’ hedefine ulaşmasının önceliklendirildiği bir ‘tarihi’ yol haritasında, yeryüzünün geleceği adına önemli bir misyon üstlendiğimizi teyit ediyor.
EN PROAKTİF ÜYELERDEN BİRİ
Yeşil kalkınma devrimi, ‘sıfır atık’a, ‘net sıfır karbon’a, ‘yeşil enerji’ye dayalı bir perspektifle, gelecek nesiller için ‘yaşanabilir’ ve ‘sürdürülebilir’ bir dünyanın inşasında, Türkiye’nin öncü ve etkin bir ‘kapsayıcı kalkınma’ modeline öncülük etmesi anlamına geliyor. ‘Yeşil kalkınma devrimi’ ve buna dayalı olarak ‘kapsayıcı ve insani kalkınma’ perspektifi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altını çizdiği üzere, küresel iklim değişikliğine maruz kalmış mazlumların, mağdurların derdine derman olmayı; terörizme, her türlü ayrımcılığa karşı tüm gücüyle mücadelesini sürdürmekte olan Türkiye’nin, iklim değişikliğinin yol açacağı sonuçlar konusunda da adaletsizliğin, haksızlığın karşısında dimdik durması anlamına geliyor.
Türkiye, ‘yeşil kalkınma devrimi’ne dayalı küresel taahhütleri ile iklim değişikliğine dayalı mücadele platformlarında en proaktif üyelerinden biri haline gelerek, her şeyden önce, söz konusu iklim anlaşmalarına taraf olduğu halde, hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmeyenleri de bu yükümlülüklerini yerine getirmeye zorlayan bir ülke olacak.
01 Ekim 2021 Cuma