Türkiye ekonomisi ile ilgili en önemli sıkıntımız, üretim ile ilgili becerimizin ‘gündem kıskacı’na alınmış olması. Türkiye, küresel ekonomik sistemde, 2008 küresel krizinden bu yana, ortalama yüzde 4’ün üzerinde, 2011’den bu yana yüzde 4’e yakın büyüyen ender ülkelerden biri. Dünyanın önde gelen merkez bankaları tarihi bir karşılıksız para basımı gerçekleştirmiş ki, ülkelerinin bankaları dönüp reel sektöre kredi kullandırsın diye. Bize gelince, bankacılık sektörünün reel sektöre kredi kullanımı adeta olumsuz bir gelişme gibi konuşuluyor veya yansıtılıyor. Türkiye’nin büyümesini sürdürebilmek için iç ve dış kaynak kullanmaya ihtiyacı var; ama sanki kaynak kullanarak büyük bir hataya imza atıyormuş izlenimi veriliyor.
BÜYÜME HİKAYEMİZ SÜRÜYOR
Ülkesini seven iktisatçılar olarak hiçbirimiz, ülke ekonomisi hareketlensin diye, bankalarımızın kural tanımadan kredi kullandırmasından, kamu bütçesinin sorumsuzca açık vermesinden, kamu borç stokunun büyütülmesinden, mali disiplinin bozulmasından söz etmez. Buna karşılık, yine ülkesini seven iktisatçılar olarak 2.5 yıllık ‘algı operasyonu’ sonucunda, ne yazık ki tüketici güveni verilerine de yansıyacak şekilde, Türk ekonomisi ile ilgili algının, ekonominin gerçek durumundan 3-4 kat daha olumsuz bir algıya dönüştürüldüğüne de şahidiz ve bu ‘algı’yı dağıtmak için elimizden gelen çabayı sarf etmek de görevimiz. Ne halkımıza, iş dünyamıza Türkiye’ye duyulan uluslararası saygıyı perçinleyen bir G20 dönem başkanlığı sürecini yeterince anlatabildik, ne de Türkiye’nin dünya ekonomisinde hâlâ ‘büyüme hikayesi’ devam eden ender ülkelerden biri olduğunu izah edebiliyoruz. Uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch’in Türkiye’nin ‘görünümü’nü ve ‘notu’nu kırmasını gözü dönmüş bir ‘istek’le bekleyenlerin olduğu bir ortamda, bizim gibiler, ‘istenmeyenler’ sınıfında yer alıyor. Ama ısrarla gerçekleri yazmayı, yeri geldiğinde ‘iyi’yi de, ‘zoru’ da, ‘kötü’yü de yazmayı sürdüreceğiz.
G20’NİN DURUMU İŞLER ACISI
Dünya merkez bankalarının, küresel finans krizinin etkilerinden dünya ekonomisini kurtarmak adına, para politikası araçları üzerinden kullandıkları tüm mermiler tükenmiş durumda. Bu noktada, Türkiye’nin son 7.5 yıldır küresel finans krizinin etkilerinden Türkiye ekonomisini korumak adına elindeki en büyük koz, ‘maliye politikası’ manevra alanı. Kamu harcamalarını son 5 yılda, mali disipline zarar vermeden çok etkin kullandık ve buna devam edeceğiz. G20 ülkeleri arasında, elimizdeki sınırlı olanaklara rağmen mega projeleri devam ettirebilen ender ülkelerden biriyiz.
Gel gör ki, Türkiye’nin G20 dönem başkanlığı kapsamında gerçekleşen Antalya Liderler Zirvesi’nde, sorunlara yönelik tespitler ve olası çözüm önerileri üzerinde yeterince tartışıldığı gerçeği ile ‘artık icraat, uygulama zamanı’ mesajı pek çok kez dile getirildi. Ancak, önceki yazılarımda da belirttiğim üzere ‘siyasi lidersizlik’ sorununa bağlı olarak, ülkeler G20’de mutabık kalınan mega projeler ve buna yönelik büyük alt ve üst yapı yatırımlarının takvimlen-dirilmesi, projelendirilmesi hususunda kitlenmiş durumdalar. Maliye politikası ve kamu harcamaları alanında kitlenmiş yapı, siyasilerin sorumluluktan kaçarak, merkez bankalarına yüklenmelerine sebep oluyor. Ancak, önde gelen ülkelerin merkez bankaları da artık duvara dayanmış durumdalar. Negatif faiz ortamından yararlanıp, ülkelerin Hazineleri üzerinden yeni kamu borçlanmaları gerçekleştirip, bu kaynağı da yatırımlara yönlendirmeleri gerekiyor. Gel gör ki, hiçbir hazine bakanı ortada yok. Geçtiğimiz hafta, Çin’in ev sahipliğindeki G20 hazine ve maliye bakan-ları zirvesinde, İngiltere’nin AB’den ayrılmasının ne kadar büyük bir sorun olacağı meselesinin konuşulup, küresel ekonomik sistemin geleceği için hiçbir konunun tartışılmamış olması, durumun acziyeti konusunda gereken ipucunu veriyor.
DAVİD CAMERON ATEŞLE OYNADI
Şimdi başı esas belada olan lider David Cameron. Birleşik Krallık Başbakanı olarak, son genel seçimlerdeki seçim zaferinin en önemli kozu, İngiltere’yi AB Projesi’nden çıkarmaktı. İngiltere’nin ihracatının yüzde 45’ini AB ülkelerine yaptığı dikkate alındığında, İngiltere’nin AB’deki etkisini kaybetmesinin yanı sıra ticari kaybının 10 yıl boyunca her sene 78 milyar Euro’ya ulaşabileceği belirtiliyor. İngiltere, üretmediği 280 milyar Euro malı da AB’den temin ediyor. Şimdi Cameron Hükümeti paniğe düştü ve resmen Maliye Bakanı Osborne aracılığı ile İngiliz halkının gözünü, G20 Zirvesi’nden çıkan ‘küresel kriz olur’ mesajı ile korkutmaya çalıştılar. Ama Cameron’ın rakipleri, ‘siyasi malı’ kendilerinin yakaladığını düşünüyor ve 23 Haziran’a kadar büyük siyasi kapışma olacak. Cameron, seçimi kazanmak için ‘ateş’le oynadı ve şimdi Birleşik Krallık ve AB’nin tümünü bu ateş yakabilir.
06 Mart 2016 Pazar