21. yüzyılın başında, her şey yolundaymış gibi gözükürken, dünyanın gündemi ‘mega trendler’di. Sürdürülebilirlik, hiper-dijitalleşme, mobilite ve çevreye duyarlı, net-sıfır karbon odaklı yeşil kalkınma tüm uluslararası teşkilatların ana gündemini oluşturuyordu. Uluslararası zirveler ve dünya medyası sadece bu başlıkları ve geleceği konuşuyordu. Ancak, 2008 küresel finans krizi ‘Washington Konsensüsü’ne ve ondan beslenen hiper-küreselleşme dönemine ilk büyük darbeyi indirince, pozitif gündem bir anda değişti; dünya yeni zorlukları ve ‘yeni normal’i konuşmaya başladı. Üstüne, 2020-2023 dönemini kapsayacak şekilde, iki ‘siyah kuğu’ Covid-19 ile Rusya-Ukrayna savaşından gelen darbeler de eklenince, ardı ardına gelen ağır şok dalgaları küresel ekonomi-politik sistemi derinden sarsınca, hiper-küreselleşme (hyper-globalization) dönemi de darmadağın oldu.
5 MEGA TEHDİT
Bu nedenle bugün ‘mega trendler’ kadar hatta daha çok artık ‘mega tehditler’ dönemini de konuşuyor ve tartışıyoruz. Peki, nedir ‘mega tehditler’? İlki, küresel borç sarmalı ve yapışkan stagflasyon tehdidi. İkinci mega tehdit, jeopolitik gerginlik sarmalı ve bölgesel savaş tehdidi. Üçüncü mega tehdit, tedarik zinciri sarmalı ve küresel ticaret savaşı tehdidi. Dördüncü mega tehdit, dijital dönüşüm sarmalı ve küresel siber savaşlar tehdidi. Beşinci ve son mega tehdit ise enerji dönüşümü sarmalı ve küresel iklim krizi tehdidi. 2008’den bu yana tırmanışını sürdüren ve 2020-2023 döneminde iyice derinleşen bu 5 mega tehdit, hem hiper-globalleşme dönemini sonlandırdı hem de önde gelen ülkelerin ulusal menfaatlerini önceliklendirdi. ‘Stratejik özerklik’ kavramının öne çıkışı da hiper-küreselleşme döneminin (deglobalization) sona erişi de ‘mega tehditler’in boyutları ve ağırlığı ile gerçekleşti.
YÜKSEK TEKNOLOJİ ÜRETME
Dünyanın önde gelen 40 ülkesi, bugün söz konusu 5 ‘mega tehdit’e karşı ciddi bir hazırlık içerisinde olmak zorunda olduklarının, söz konusu mega tehditlerden ancak yüksek teknoloji üretme kabiliyetini derinleşti-rerek, stratejik önemdeki sektörlerde ‘kendine yetebilen ekonomi’ olma imkan ve kabiliyetlerini güçlendirerek, ancak kendilerini ‘ağır şok dalgaları’na karşı koruyabileceklerinin farkındalar. Bu nedenle enerji, savunma, dijitalleşme, sağlık, ulaştırma-lojistik gibi stratejik sektörlerde altyapı ve üst yatırımları aralıksız devam ettirmeye, ‘yerli-milli’ kaynaklarla stratejik sektörlerde ‘dışa bağımlılık’ riskini minimum düzeye indirecek adımları atmaya odaklanmış durumdalar. İşte tam da bu nedenle Türkiye’nin 2008 küresel finans krizinden bu yana, giderek hızlandırdığı ‘kendine yetebilen ekonomi’ olma stratejisini, kritik önemdeki sektörlerde kendine yetebilen ekonomi olmak adına yürütülen ‘yerli-milli’ imkan ve kabiliyetlere yönelik yatırım hamlesini, küresel ‘mega tehditler’ boyutunda iyi okumak gerekiyor.
ABD’nin, Biden yönetiminin Ağustos 2022’de Kongre’den geçirmeyi başardığı Enflasyonu Azaltma Yasası (Inflation Reduction Act) da esasen Amerikan ekonomisinin pek çok stratejik hammadde, ara mamul ve üründe dışa bağımlılığını azaltmayı önceliklendiriyor. Avrupa Birliği’nin (AB) ABD’ye söz konusu düzenlemeye yönelik olarak ilettiği eleştiriler, bu düzenlemenin örtülü bir ‘korumacılık’ adımı olduğu yönündeki görüşleri ise Biden yönetimi, bu adımın ABD’nin ‘dışa bağımlılığı’nı ciddi manada sorguladığı ve stratejik sektörlere yönelik tedariki artık ülke içerisinden karşılamak için taktiksel bir adım attığı yönünde değerlendirilmesi gerektiği şeklindeki açıklamaları not alınmalı.
Bu nedenle AB tarafında da ‘nearshoring’, ‘reshoring’ ve ‘freindshoring’e yönelik adımların gecikmediğine ve Türkiye’nin bu adımlardan yeni fırsatlar yakaladığına birlikte şahit olacağız.
22 Mayıs 2023 Pazartesi