2000’li yılların başlarında Avrupa ve ABD’de 10 yıl gibi kısa bir sürede kontrolden çıkmış bir ‘islamofobi’ tırmanışına ve ‘yeni sağ’ olarak ifade edilen, ama temelde aşırı sağ olarak ifade edilebilecek radikal siyasi yapılanmaların oylarını ciddi manada yükseltmelerine dünyanın şahit olacağı söylenseydi, kuşkusuz çok az inanan çıkardı. Ne yazık ki, bu iki temel politik ve toplumsal kırılma, dünya siyasetini ve ekonomisini derinden etkileyecek travmaları da hızlandırmış durumda. Bununla birlikte bu travmaların tam ortasında, birinci ve ikinci kuşak komşu ülkeler arasında yeni işbirliği fırsatlarının değerlendirilebileceği bir sürece girdiğimizi de ifade etmek gerekir. Türkiye’nin kendi coğrafyasında üstlendiği ‘kapsayıcı’ rol, kuzeyimizde, güneyimizde, batımızda ve doğumuzda yer alan birinci ve ikinci kuşak ülkeler ile ekonomi ve ticaret diplomasisi alanında geliştirebileceğimiz yeni işbirliği fırsatlarını da öne çıkarıyor.
YATIRIMCILARIN GÜVENİLİR LİMANI
Son 4-5 yıla yoğunlaşan gelişmeler, bilhassa Körfez ülkelerinin Avrupa ülkeleri ve ABD’yle olan ilişkilerini gözden geçirmelerini gündeme getirdi. ABD ve Avrupa coğrafyasına yapılmış yatırımlar, bu coğrafyalarda gerçekleştirilmiş olan servet edinimleri, Körfez ülkelerinin iş adamları açısından bugün ciddi risklerle ve problemlerle karşı karşıya. Milyarlarca dolarlık yatırım yaptıkları ülkelere kabul edilmek, insanca muamele görmek, yatırımlarına yönelik hukuki haklarını korumak adına beklentilerini karşılamakta giderek zorlanıyorlar. Türkiye ise coğrafyanın yükselen değeri olarak, yukarıda saydığımız alanların tümüne yönelik olarak, Körfez ülkelerinin yatırımcıları açısından ‘güvenilir liman’ konumunda.
MİLYAR DOLARLIK ORTAK PROJELER
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şubat ayında gerçekleştirdiği ve Bahreyn, Suudi Arabistan ile Katar’ı kapsayan Körfez ülkeleri turu sonrasında, Kuveyt Emiri El-Sabah’ın Türkiye ziyareti de, bölgesine ilham veren ve güçlü bir liderlik ortaya koyan Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında, 100 milyar dolarların üzerinde ortak proje yürütmek adına, tarihi bir fırsatın eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. Körfez ülkeleri yatırımcılarının en büyük ümidi, bu yeni sürecin, yatırım yapmaktan ve yaşamaktan fazlasıyla mutlu oldukları Türkiye’de daha uzun kalabilecekleri imkan sağlanması. Yakın vadede, Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında enerjiden lojistiğe, taşımacılıktan turizme, sağlıktan finansa pek çok sektörde yeni işbirliği ve yatırım hamlelerine birlikte şahit olacağız.
G20 GÜNDEMİNE ‘TRUMP’ GÖLGESİ
Türkiye’nin 2015’deki hayli başarılı G20 dönem başkanlığı sonrasında, uluslararası ekonomi-politik alandaki tartışma ve görüş ayrılıkları, Çin’in 2016’daki dönem başkanlığından itibaren, G20 toplantılarının uluslararası medyada detaylı olarak yer almasını engeller hale geldi. Nitekim, Avrupa’nın ardı ardına kritik seçimler gerçekleştirdiği 2017 yılında, Almanya’nın ev sahipliğinde, G20 toplantılarının yine uluslararası medya tarafından yakından takip edildiğini, hatta gündem oluşturduğunu söylemek zor. Bilhassa, ABD’nin yeni başkanı Trump’ın tüm uluslararası anlaşmaları gözden geçirme kararlılığı ve Çin’in ‘küreselleşme’ ve ‘serbest ticaret’i savunan ülke konumuna gelmesi, G20 ülkelerinin ortak bir gündem oluşturmasını bir hayli zorluyor.
Almanya’nın Baden-Baden kentinde G20 ülkelerinin maliye ve hazine bakanları ile merkez bankası başkanlarını bir araya getiren toplantıda, doğal olarak en çok konuşulan konu serbest ticaret anlaşmalarının geleceği oldu. Toplantıda bazı ülkeler serbest ticaretin devam etmesine dair bir karar alınmasını talep ederken, ABD böyle bir ifadenin yer almasına sıcak bakmadığını belirtti. ABD’nin yeni Hazine Bakanı Steven Mnuchin, amaçlarının bir ticaret savaşı başlatmak olmadığını; ABD aleyhine dengesizliklerin olduğuna inandıkları kimi anlaşmaları makul yöntemlerle yeniden ele almak istediklerini belirtiyor. Buna karşılık, küresel ticarette korumacı politikaların karşısında olduğunu sürekli belirten OECD Genel Sekreteri Angel Gurria da ticaretin büyümenin en önemli kaynağı olduğunu vurguluyor.
27 Mart 2017 Pazartesi