DR. İLHAMİ FINDIKÇI
İnsan, eşref-i mahlukat bugünkü anlayışla en gelişmiş canlı. Yeryüzünde görüldüğünden bu yana fizik tarafı kadar duygu ve ruh yapısı da araştırma konusu olmuş. Olmuş olmasına da bugün insanı arzu ettiğimiz düzeyde tanıdığımızı söyleyemeyiz. Nitekim her bilim dalı, insanı kendi doğruları ve araştırma yöntemleriyle ele alıyor.
İş dünyası, önceleri insanı üretim sürecinin sade ve sıradan bir unsuru gibi ele aldı. Ama zamanla insanın sıradan bir üretim veya hizmet aracının çok ötesinde bir etkiye sahip olduğu anlaşıldı. Dolayısıyla kurumlarda insana yönelik farklı bir anlayışın geliştirilmesi gereği, hatta zorunluluğu ortaya çıktı. Önceleri zât işleri olarak işletmelerde organize olan bölümler, sonra personel, son olarak insan kaynakları bölümleri olarak işlevsel hale geldi. Önceleri çalışanların işletme ve iş hayatıyla ilişkilerine odaklanan bu işlev, günümüzde çalışanın bir insan olduğu gerçeğine yaklaşmanın çabası içinde.
RUH VE DUYGU DÜNYASININ BESLENMESİ
Öyle ki, çalışan olarak bireyin, iş ortamındaki morali, iş tatmini, iletişim ve etkileşim olanakları, kendini ifade etme imkanı gibi tamamen insani konular, insan kaynakları yönetimi alanının başlıca gündemini oluşturmaya başladı. İnsani değerler odaklı bu yoğun gündem, günümüzde insan kaynakları kavramının içine sığamamaya başladı. Bir anlamda salt maddi kaygılarla hareket eden insan kaynakları yaklaşımı, günümüzdeki insani krizle başa çıkmak için yetersiz kalmaya başladı. Dolayısıyla insanın bütün üretim ve hizmet süreçlerinin en önemli bileşeni, kaynağı olması yanında en önemli kıymeti, en önemli değeri olduğu da anlaşılmaya başlandı.
Esasen bugün dünyada yaşanan birçok sorunun ve krizin kökünde, insani krizin yer aldığını biliyoruz. Öyle ki, geleneksel otokratik liderlik yönetimlerine baş kaldıran kalabalıklar, insanı ıskalayan bir ideolojiyi mihenk alan devlet yapıları, aile içinde yaşanan şiddet, yeryüzünde ruh sağlığı bozulmuş insanların sayısında yaşanan çığ gibi artış, toplumsal şiddet, küçücük işletmelerden uluslararası şirketlere kadar kurumlarda yaşanan ahlaki sorunlar ve belki de en önemlisi kendisiyle barışı bozulmuş bireylerin giderek artması… Bütün bu gelişmeler bir gerçeği haykırıyor adeta: İnsana salt fizik ve maddi yönüyle yaklaşımın ötesinde hızla körelen, yavaşlayan, zayıflayan ruh ve duygu dünyasının beslenmesine olan ihtiyaç çığ gibi artıyor.
İNSANİ DERİNLİĞİ YENİDEN YAKALAMA
Evet, günümüzde hangi bilim ve uygulama dalının penceresinden bakılırsa bakılsın, bir bütün olarak ele alınması, ruh ve duygu tarafındaki erimenin durdurulması, insani değerlerdeki aşınmanın yok edilmesi zorunludur. Bu, insanın ihmal edilmiş olan ruh tarafına yeniden yönelmemizi gerektirir. Böyle bir bakış insanı bütün süreçlerin vazgeçilmez değerli kaynağı ve özü olarak ele almamızı gerektirir. Bu bakış, başkasının isteğini kendimizinkinden önce ele almayı zorlayan hizmetkâr bir kişilik ve liderlik duruşunu gerektirir. Günümüz insanı kendi iç dünyasında, ailede, iş ortamında, toplumda ve küreselleşen dünyada kendini tanıma yolculuğunda yol aldı artık. Bu yol, salt içgüdüleri tatmine odaklanan kişisel gelişim yaklaşımlarının ötesinde başkası için yaşayabilmenin getirdiği insani derinliği yeniden yakalama yolculuğudur.
Bütün bunlar, dünyada yaşanan küresel dönüşümün zorladığı insani derinliğin yeniden yakalanmasını gerektiriyor. Bugün, kendi iç dünyamızda, ailede, iş ortamında, toplumda sade ve sıradan bir insan olarak kendi benliğimizden ziyade ruh dünyamızın derinliği ile yeniden buluşmaya, bir ve bütün olmaya, başkası için yaşamaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
15 Ocak 2021 Cuma